5. Mâide (Sofra) Sûresi

            Sure, Medine döneminde indirilmiştir ve iniş sırasına göre 112. suredir.  Adını, 112 ve 114’üncü ayetlerde geçen ve ‘sofra’ anlamına gelen ‘mâide’ kelimesinden alır. Sure, 120 ayettir.

 

Râhmânir-Râhîm (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla

1. Ey iman edenler! Akitlerinize (antlaşmalarınıza) vefa gösterin. İhramlıyken1 avlanmamak şartıyla, size tilavet edilenler (okunup aktarılanlar) dışında kalan dört ayaklı hayvanlar size helal kılındı. Allah istediği hükmü verir.

2. Ey iman edenler! Allah’ın şiarlarına1 ve Haram Aya2 ve hediyeye3 ve gerdanlıklara ve Rablerinin fazlını (lütfunu, cömertliğini) ve rıdvanını (rızasını, hoşnutluğunu) arzulayarak Beyt-i Haram’a4 (Kâbe’ye) yönelenlere saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktıktan sonra ise avlanabilirsiniz. Mescid-i Haram’dan4 sizi alıkoymalarından dolayı bir topluma karşı duyduğunuz öfke, sizi haddi aşmanıza sevk etmesin. Birr (iyilik, doğruluk, erdem ve takva) ve takva (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınmak) üzerine yardımlaşın. İsm (Allah’ın yasakladığı her türlü söz, fiil ve kötü düşünce) ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın ve Allah’a karşı takvalı  olun (Allah’ın emirlerine uyun, yasaklarından kaçının)! Şüphesiz ki Allah, cezalandırması (verdiği karşılık) çetin olandır.

1 Allah’ın şiarları; Allah’a kulluk etmeye vesile olan, saygı gösterilmesi ve korunması gereken belli ibadet, işaret ve semboller anlamında terimdir. Kur’an’da şiâr kelimesi geçmemekle birlikte çoğulu olan şeâir, hac ibadetinin konu edildiği dört yerde anılmaktadır. Bu ayetlerde hac veya umre yaparken aralarında yürünen Safâ ve Merve ile kurban edilecek hayvanların dinî sembollerden olduğu (2:158; 22:36), bunlara saygısızlık edilmemesi gerektiği ve bunları yüceltmenin Allah’a bağlılıktan kaynaklandığı (5:2; 22:32) belirtilmektedir. 2:198 ayetinde de hacıların Arafat’tan sonra gittikleri Müzdelife’ye “meş’arü’l-harâm” (ibadet yeri) denilerek burada Allah’ın anılması istenmektedir.

2 “حَرَام” (haram) sözcüğü, “yasak” veya “men edilmiş” anlamına gelir ve genellikle Allah’ın yasakladığı bir fiil, davranış ya da nesneyi ifade eder. Aynı kökten türeyen “حَرَّمَ” (harrama) fiili ise, “bir şeyi yasaklamak,” “bir yerden veya nesneden birilerini mahrum bırakmak,” “bir durumu birilerine engellemek” ya da “bir şeyi dokunulmaz kılmak” anlamlarında kullanılır.  

“Haram Aylar” ifadesi, Allah tarafından yasaklar konulmuş 4 ay için kullanılmaktadır. Söz konusu aylarda savaşmak yasaktır. Ancak bu yasak, o yasağa saygı gösterenlere uygulanır. Bkz: 2:191; 9:5, 36, 37.

Günümüz İslam dünyasında yaygın olan Haram Aylar, senesinin 7, 11, 12 ve 1. ayları olan Recep, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem’dir. Halbuki 2:197, 217; 9:2, 5, 36 ayetleri ve ayların isimleri incelendiğinde, kutsal ayların, birbirlerini izleyen Zilhicce, Muharrem, Safer ve Rabiül evvel (12, 1, 2, ve 3’üncü aylar) olduğu görülecektir.

3 Hedy ile ilgili açıklama 2:196 ayetinde yer alır. 

4 Mescid-i Haram yani Kabe ile ilgili olarak Allah’ın koymuş olduğu  yasaklar şunlardır:

*  Müşrikler’in Kabe’ye yaklaşması yasaklanmıştır. Bkz: 9:28.

* Kabe bölgesinde birilerini öldürmek, birileriyle savaşmak veya birilerine saldırmak yasaklanmıştır. Bkz: 2:191; 29:67; 27:91.

* Kâbe’yi ziyaret etmek isteyen müminleri engellemek yasaklanmıştır. Bkz: 48:25; 22:55.

* Kâbe’yi ziyaret etmek isteyen müminlerin ihramlıyken avlanmaları yasaklanmıştır. Bkz: 5:95, 96.

3. Ölü (leş) ve (akıtılan) kan ve domuz eti ve Allah’tan başkasının  adıyla ilan edilenler (sunular; ikramlar, ziyafetler) size haram kılındı.1 Ve boğulmuş ve vurulmuş ve yüksekten düşmüş ve boynuzlanmış ve yırtıcı hayvanın yediği hayvanlar da. Sizin (yaralı bulup) kestikleriniz ise hariç. Nusub (dua etmek veya tapınmak için dikilmiş taşlar, sütunlar, semboller)2 için kesilen hayvanlar ve ezlam3 (evlilik, ticaret, yolculuk gibi konularda rehberlik için kullanılan fal okları) ile kısmet aramanız da (haram kılındı). Bunlar fısktır (sapkınlıktır). Küfreden (gerçeği örten) kimseler, bugün dininizden dolayı ye’se (umutsuzluğa) düşmüşlerdir. Öyleyse onlara huşu (derin saygı, derin sevgi) duymayın; Bana huşu duyun. Ve bugün sizin için dininizi kemale erdirdim ve size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı uygun gördüm.4 Kim açlıktan dolayı sıkıntıya düşerse, ism’e (Allah’ın yasakladığı her türlü söz, fiil ve kötü düşünceye) sapmadan (biraz yiyebilir). Şüphesiz ki Allah Gafur’dur, Rahimdir (Günahları Örten ve Bağışlayandır, Merhametlidir).

1 “Ölü, kan, domuz eti ve Allah’tan başkasının adına yapılanlar (sunular; yemekler, ikramlar) size haram kılındı.” İfadesi Kur’an’da 4 yerde (2:173, 5:3, 6:145, 16:115) tekrarlanmaktadır. Domuzun eti haramdır; yağı, kılı, derisi veya kemiği değil. Yüce Allah’ın Kur’an’da haram kıldığı etler dışında başka etlerin de haram olduğunu söyleyenlere uymak şirktir ve puta tapmakla eşdeğerdir. Haram etlerle ilgili ayrıntılı açıklama 6:145 ayetinde yer alır.

2 “نُّصُب” (nusub) sözcüğü, “Belirli amaçlar veya niyetler, semboller, yapılar, dikey yapılar” anlamlarına gelir. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 4 kez geçer: 5:90; 70:43, 88:19; 94:7.

3 “لْزْلَامُ” (ezlam) sözcüğü, “Kesmek, inceltmek, düzeltmek” anlamındaki zelm kökünden türemiş zelem kelimesinin çoğuludur.  Ezlam sözcüğü, sözlükte ucunda demir parçası ve üzerinde kanat bulunmayan ince oklar demektir. Terim olarak Araplarının, üzerine “evet” veya “hayır” gibi değişik alternatifler yazdıkları ve bir işe girişmeden önce aralarından birini çekmek amacıyla sakladıkları ve uğurlu saydıkları okları ifade eder. Kur’an’da iki yerde geçen ezlamın, şeytanın işlerinden biri olarak nitelendirilen kısmet çekme işinde kullanıldığına işaret edilmiş ve bu tür oklara başvurulması yasaklanmıştır. (Mâide, 5/3, 90).

4 Bu cümle, Allah katında tek din olan İslam’dan başka herhangi bir kabulün geçerli olmayacağı mesajını içeren 3:19 ve 85 ile birlikte aynı prensibi içermektedir. Yani İslam, dinlerden herhangi biri değildir. İlk nebi Âdem’den beri elçiler vasıtasıyla gönderilen din, tevhit içerikli olan İslam’dır.

4. Sana, kendileri için nelerin helal kılındığını soruyorlar. De ki: “Size tayyibat (sağlıklı, faydalı, temiz, güzel, hoş olan yiyecekler) helal kılındı. Allah’ın size öğrettiğinden kendilerine öğretilmiş av hayvanlarının (av köpeği, şahin vb) sizin için tuttuklarından yiyin ve üzerine Allah’ın adını zikredin (anın).1 Ve Allah’a karşı takvalı olun (Allah’ın emirlerine uyun, yasaklarından kaçının)! Şüphesiz ki Allah, hesabı seri (hızlı) olandır.

1 Bu ayete göre, yemeye-içmeye başlamadan önce Allah’ın ismini anmalıyız. Yemeye-içmeye başlamadan önce ise “Bismillah= Allah’ın Adıyla” veya “BismillahirRâhmânirrahim” denir.

5. Bugün, size tayyibat helal kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin (Yahudi, Nasrani, Sabii) yemeği de size helaldir, sizin yemeğiniz de onlara helaldir.1 Müminlerden olan muhsanâta (korunmuş hür kadınlara) ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden olan muhsanâta2 eğer ecirlerini (haklarını, mehirlerini) verirseniz; zina etmeyen ve gizli (gayrimeşru) dostlar edinmeyen korunmuş hür kadınlar olmaları şartıyla size helaldir. Kim de iman ile küfrederse (hakkı örterse), o zaman onun amelleri boşa gitmiştir. Ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardan olur.2 

1 Burada, Ehl-i Kitap’ın yiyeceklerinin, dolayısıyla kestikleri hayvanların da bize helal kılındığı belirtilmiştir. Yahudiler, hayvan kesimi sırasında mutlaka dua ederler. Hristiyanların çoğunda böyle bir zorunluluk olmasa da bazı mezhepler özel günlerde dua edebilir. Müslimler için önemli olan, hayvanın Allah’tan başkası adına kesilmemiş olmasıdır.

2 Bu ayetteki hüküm, Allah’a çocuk isnat eden müşrik olan k Ehl-i Kitap (Yahudi, Hristiyan, Sabii, Müslüman vb) değil, tevhide bağlı kalan Ehl-i Kitap’a yöneliktir. Ayette, Ehl-i Kitap’ın namuslu kadınlarıyla evlenmeye izin verilmektedir.

6. “Ey iman edenler! Salata (Allah’a yönelme duasına) kalktığınız zaman, yüzlerinizi ve dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın. Başınızı ve aşık kemiklerinize kadar ayaklarınızı da mesh edin.1 Eğer cenabetli2 iseniz, o zaman taharetlenin (temizlenin/yıkanın). Eğer hastaysanız ya da seferdeyseniz veya sizden biriniz tuvaletten gelmişse ya da kadınlara (cinsel olarak) dokunmuşsanız fakat su bulamamışsanız, o zaman tayyib (temiz, sağlıklı) bir toprağa teyemmüm edin (yönelin) ve onunla (toprakla) yüzünüzü ve ellerinizi mesh edin (silin).3 Allah, size güçlük (çıkarmak) istemez fakat sizi tertemiz kılmak ve size (verdiği) nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.”

1 Burada salat (Allah’a yönelme duası) için nasıl yıkanılacağı belirtilmektedir. Kur’an’da bu ibadet “yıkanma” şeklinde tarif edilmektedir; Kur’an’da “Vudu” veya “abdest” ifadeleri geçmemektedir.

Tüm vücudun yıkanması veya sadece salat için yıkanma Tevrat’ta da bir çok yerde geçer. Örneğin; “Eğer bir adamdan (uyku veya başka nedenlerle) meni akarsa, (akan su yoksa) tüm bedenini mikveye (en az 332 litre su kapasitesine sahip olan küçük havuza/küvete) daldırır…” (Levililer, 15:16)

“Kazanı (mikveyi) da Mişkan (Buluşma çadırı, ibadethane) ile sunak arasına koydu. İçine de yıkanmak üzere su koydu; Musa, Harun ve oğulları orada ellerini ve ayaklarını yıkasınlar diye. Mişkana girdiklerinde de sunağa yaklaştıklarında da Yahve’nin Musa’ya buyurduğu gibi yıkanmalıdırlar.” (Çıkış, 40:30-32) 

“Harun, (bu iç) Kodeşe (kutsal yere) şu koşullarda gelecektir: … Onları (elbiselerini) da bedenini mikveye daldırdıktan sonra giyecek.” (Levililer, 16:3, 4)

2 Sözlükte “uzaklaşmak” manasına gelen “cenabet” kelimesi, fıkıh terimi olarak cinsî münasebette bulunan veya başka sebeplerle cinsî zevk duyarak menisi akan kimsenin durumunu ifade eder.

            3 Burada su ile salat (Allah’a yönelme duası için) yıkanma veya cenabetli olunca tüm vücudun yıkanılamaması durumunda toprak ile teyemmüm alınabileceği belirtilmektedir.

تَيَمَّمُوا” (teyemmemû) ifadesi, kök olarak” “ي م م” (ymm)'den gelir ve genel anlamıyla “bir şeyi kastetmek, yönelmek, amaçlamak” demektir. Bu, bağlamına göre farklı anlamlar kazanabilir. Kur'an'da yer alan “fakat su bulamamışsanız, o zaman tayyib (temiz, sağlıklı) bir toprağa teyemmüm edin (yönelin) ve onunla (toprakla) yüzünüzü ve ellerinizi mesh edin (silin) şeklindeki ifade ile de su ile temizlenme (yıkanma, arınma) imkanı yoksa toprağa yönelerek onunla temizlenmeyi (arınmayı) ifade etmektedir. Bu ifade Kur’an’da 3 kez geçer: 2:267; 4:43; 5:6.

Bu cümle, aynı sözcüklerle 4:43 ayetinde de tekrarlanmaktadır. Teyemmüm, 4:43 ayetinde daha ayrıntılı anlatılmaktadır.

7. Ve Allah’ın üzerinizdeki nimetini ve “İşittik ve itaat ettik!” şeklinde O’nunla yaptığınız ahdi (antlaşmayı) zikredin (hatırda tutun, anın). Ve Allah’a karşı takvalı olun (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçının)! Şüphesiz ki Allah, göğüslerin özünü (içlerinden geçeni) bilendir.

8. Ey iman edenler! Allah için kavvam (adaleti ayakta tutan) olun, adaletle şahitlik edin ve bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizlik etmeye sevk etmesin. Adil olun, bu takvalı olmaya daha yakındır. Allah’a karşı takvalı olun. Yaptıklarınızdan haberdar olan Allah’tır.

9. Allah, iman eden ve salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyen kimselere bağışlanma ve âzîm (muazzam) bir ecir (karşılık) vadetmiştir.

10. Ayetlerimiz ile küfreden (gerçeği örten) ve yalanlayan kimseler de, işte onlar cahim halkıdır.

11. Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini zikredin (hatırda tutun, anın). Hani bir topluluk ellerini size uzatmaya (saldırmaya) yeltenmişti. Bunun üzerine onların ellerini önlemişti. Ve Allah’a karşı takvalı olun. Artık müminler, yalnızca Allah’a tevekkül etsinler (O’na güvensinler, O’na dayansınlar).

12. Andolsun ki Allah, İsrailoğullarından misak almıştı. İçlerinden de on iki temsilci göndermiştik.1 Ve Allah demişti ki: “Şüphesiz ki Ben sizinle beraberim! Eğer salatı doğru ve istikrarlı biçimde yapar2 ve zekâtı verir ve elçilerim ile iman eder (Onların aracılığıyla inanır, güvenir) ve onları destekler ve Allah’a da güzel borç verirseniz, o zaman kötülüklerinizi örterim, sizi de altlarından nehirler akan cennetlere sokarım.3 Bundan sonra sizden kim küfrederse (gerçeği örterse), o zaman düzgün (doğru) olan yoldan sapmış olur.”

1 Yüce Allah, İsrailoğullarının 12 boyundan birer temsilci seçmesini Musa’ya bildirmiş ve dinin doğru uygulanması anlamında kendilerini takip etmelerini, bilgilendirmelerini, onlara örnek olmalarını emretmiş olabilir.

2 1 “صَّلٰوةَ” (salât) kelimesi, Arapça “ص ل و” (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, “eğilmek, yönelmek ve bir şeyi takip etmek” gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu anlamlarda kullanılmıştır:

Allah’a yönelik salât: “Allah’a yönelme, Allah’a dua etme” anlamına gelir.

Allah’ın salât etmesi: “Allah’ın rahmet ve yardım etmesi” şeklinde yorumlanır.

İnsanlar arası salât: “Birisi için dua etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak” gibi anlamlar taşır.

“أَقِيمُوا” (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.

3 Bu ifade salat, oruç, zekât, kurban vs. ibadetlerin eski ümmetlerden beri farz olduğunun delillerindendir. Benzer mesajlar: 2:83, 183; 3:39; 10:87; 14:40; 18:21; 19:31, 55, 59; 20:14; 22:26-30, 34-37; 21:73; 31:17; 42:13.

13. Ve Misaklarını (sözlerini) bozmalarından dolayı onları lanetledik ve kalplerini kaskatı ettik. Kendilerine zikredilenden (hatırlatıcı olan Tevrat’tan) bir pay almayı unutarak kelimeleri tahrif1 ettiler. İçlerinden azı hariç, onlardan daima bir ihanet göreceksin. Yine de onları affet ve onlardan vazgeç. Şüphesiz ki Allah Muhsinleri (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapanları) sever.

1 Tahrif; Ayetlere gerçek anlamından farklı anlamlar vererek, ayetleri anlamından saptırarak insanları kendi amaçları doğrultusunda kandırmaktır.

14. “Bizler Nasarayız.”1 diyenlerden de misak  almıştık.2 Fakat onlar, kendilerine zikredilenden (hatırlatıcı olan İncil’den) bir pay almayı unuttular. Bu yüzden kıyamet gününe kadar aralarına buğz (kin, nefret) ve düşmanlık saldık. Ve Allah, yakında onlara yapıp ettiklerini haber verecektir.

1 “Nasara”, Yardımcılar anlamına gelmektedir. İsa Nebi’ye ilk yardım edenlerin Suriye’nin Nasara yöresinde yaşayanlar olduğu için İsa’ya ‘Nasıralı İsa’ denildiği belirtilmektedir.

Yüce Allah’ın, İsa Nebi’nin öğretileriyle iman edene “Nasara” şeklinde hitap ettiğini görmekteyiz. Bu öğretiyle iman eden kişiye de “Nasrani” denilmektedir.

İsa’nın öğrencilerine daha sonra Antakya’da ilk defa ‘Mesihçiler’ dendiği de İncil’de belirtilmektedir. (Elçilerin İşleri, 11:26)

“Hıristiyan” terimi İsa “Mesih’i takip eden” ve “onun öğretilerine inanan” anlamına gelmektedir. Aslında bu ifadenin, ilk olarak MS 1. yüzyılda Antakya’da Romalılar tarafından, İsa Nebi’nin öğretilerine uyanları tanımlamak ve aşağılamak için kullanıldığı ancak zamanla Nasraniler tarafından da benimsendiği belirtilmektedir.

2 Nasranilerin verdikleri söz ile kastettikleri, 2:83-84 ve 5:12’te geçtiği üzere, Yahudilerden alınan sözün içeriğinin aynısı olabileceği gibi, 3:52 ve 61:14’te belirtildiği şekliyle İsa’nın havarilere sorduğu “Allah’a doğru (giden yolda) kim bana yardımcı olacak?” şeklindeki soruya “Biz Allah’ın yardımcılarıyız.” cevapları da olabilir.

15. Ey Ehl-i Kitap! Gerçekten de size elçimiz geldi! Kitap’tan gizliyor olduğunuz şeylerin çoğunu size beyan ediyor (açıklıyor), çoğunu da affediyor. Gerçekten de size, Allah’tan bir nûr (ışık) ve mübin (açıklayan, açıklığa kavuşturan, apaçık) bir kitap geldi.

16. Onunla Allah, rıdvanına (O’nun rızasına, hoşnutluğuna) tabi olan kimseleri selam (esenlik ve barış) yollarına yönlendirir. Kendi izni ile de onları karanlıklardan nura çıkarır ve onları sırat-ı müstakime (dosdoğru olan yola) doğru yönlendirir.

17. “Meryem’in oğlu Mesih şüphesiz ki O’dur; Allah’tır!” diyen kimseler kesinlikle küfrettiler (gerçeği örttüler). De ki: “Eğer Allah, Meryem oğlu Mesih’i ve annesini ve yeryüzünde olan kimseleri topluca  helak etmek isterse, o zaman Allah’ın herhangi bir şeyine kim malik olabilir (Allah’a ait olan bir şeye kim sahip çıkabilir / O’nu engelleyebilir)? Göklerin (7 evrenin) ve yerin ve bunların arasındakilerin mülkü (onlara hükmetme yetkisi) Allah’ındır. (O) İstediğini yaratır. Ve Allah, her şeye Kadirdir (her şeye gücü yetendir).

18. Yahudi ve Nasara dedi ki: “Biz, Allah’ın oğullarıyız ve O’nun sevdikleriyiz!” De ki: “O halde size niçin günahlarınız ile azap ediyor? Hayır! Sizler, O’nun yarattıklarından bir beşersiniz (insansınız).” (Allah), istediği kimseyi bağışlar, istediği kimseye de azap ettirir. Göklerin (7 evrenin) ve yerin ve onların arasındakilerin mülkü (otoritesi) Allah’ındır. Dönüş de O’nadır.

19. Ey Ehl-i Kitap!1 “Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi.” demeyesiniz diye, Resullere (elçilere) ara verildiği bir dönemde gerçekten de sizlere beyanda bulunan bir resul size geldi. Bundan dolayı size bir müjdeleyici ve bir uyarıcı geldi. Ve Allah, her şeye Kadirdir (her şeye gücü yetendir).

            1 Kur’an’da “Kitap” kelimesi bazen Allah tarafından indirilmiş tüm yazılı olan vahiyleri, yani kutsal metinleri ifade eder. Bu durumda, hem Tevrat, İncil hem de Kur’an gibi ilahî kitapları kapsar.

20. Hani Musa, kavmine demişti ki: “Ey kavmim! Allah’ın size olan nimetini zikredin (hatırda tutun, anın). O, aranızdan nebiler çıkardı ve sizi melikler (krallar) kıldı. Ve âlemlerde kimseye vermediği şeyleri size verdi.

21. Ey kavmim! Allah’ın size yazdığı kutsal toprağa1 girin ve arkanıza dönmeyin. Yoksa hüsrana uğrayarak dönmüş olursunuz.”

1 20:12’de de geçen el-mukaddes sözcüğü “Tuvâ Vadisi” ile ilişkilendirilmekteyken, Kur’an’da sadece bu ayette geçen el-mukaddeseh sözcüğü ise “kutsal, mukaddes, kutsanmış”, “tertemiz”, “mübarek” gibi anlamlar içermektedir ki müfessirlerin yorumuna göre bu topraklar İbrahim’e vadedilmiş olan Filistin, Eriha, Şam, Ürdün diyarı olabilir.

22. “Ey Musa! Orada cebbar (çok güçlü, zorlayıcı, kuvvetli) bir toplum var! Onlar çıkmadıkça biz oraya girmeyiz! Eğer oradan çıkarlarsa, biz de gireriz.” dediler.

23. Korkanların arasından Allah’ın kendilerine lütufta bulunduğu iki adam1 da dedi ki: “Onlara karşı kapıdan girin. Eğer girerseniz galip geleceksiniz. Ve eğer iman ediyorsanız (İnanıyor ve güveniyorsanız), Allah’a tevekkül edin (Allah’a güvenin, dayanın).”

1 Bu husus Tevrat’ta şöyle anlatılmaktadır: “Ülke hakkında bilgi toplayanlardan Nun oğlu Oşea ile Yefune oğlu Kaleb de giysilerini yırttılar ve tüm İsrailoğulları cemaatine dediler ki: “Hakkında bilgi toplamak gayesiyle gittiğimiz ülke, o çok iyi bir ülke!  Eğer Yahve bizden memnun olursa bizi de bu ülkeye, ki süt ve balın aktığı ülkedir, getirecek ve onu bize verecektir. Sadece Yahve’ye isyan etmeyin! Ülkenin halkından da korkmayın. Çünkü onlar ekmeğimizdir. Zira korumaları onlardan ayrıldı ve Yahve bizimledir; onlardan korkmayın!” Ama tüm cemaat onları taşa tutmakla tehdit etti…” (Sayılar, 14:6-10)

24. Dediler ki: “Ey Musa! Onlar orada oldukça şüphesiz ki oraya asla girmeyeceğiz! O halde sen ve Rabbin gidin, o halde savaşın! Şüphesiz ki işte burada oturacağız!”

25. Dedi ki: “Rabbim! Ben, kendimden ve kardeşimden başkasına malik değilim (söz geçiremiyorum). O halde bizimle, fasıklar topluluğunun arasını ayır!”

26. Dedi ki: “O halde orası (vadedilen toprak) onlara kırk yıl haram kılındı! Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Öyleyse fasıklar topluluğu için üzülme!”

İsrailoğullarının kırk yıl dolaştırılması, Tevrat ayetlerinde, şöyle yazılıdır: Sayılar, 32:13; “İsrailoğullarına öfkelenen Rab, kötülük yapan o kuşak tümüyle yok oluncaya dek, 40 yıl onları çölde dolaştırdı.”

27. Onlara, iki Ademoğlunun haberini hak (doğru, gerçek) ile tilavet et (oku, aktar). (Allah’a) birer kurban sunmuşlardı da birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. Dedi ki: “Seni kesinlikle katledeceğim.” (Diğeri de) dedi ki: “Şüphesiz ki Allah, muttakilerden (Allah'a karşı gelmekten sakınanlardan) kabul eder.

Bu husus, Tevrat’ta (Başlangıç, 4:1-6) ve İncil’de (İbraniler, 11:4)  anlatılmaktadır.

Buradaki kıyaslama, getirilen sununun türü (bitki veya hayvan) ile ilgili değil, rastgele ve kayıtsızca getirilen (toprağın ürünlerinden) bir sunu ile seçkin sunu (sürünün ilk doğanı; sununun özenle ve itaatle sunulduğunu gösterir) arasındaki farkla ilgilidir. Sunu getiren kişinin amacı ve tutumu son derece önemlidir. Allah, Habil’in sunusunu imanından ötürü kabul etmiştir.

28. Eğer sen, beni katletmek için elini bana uzatırsan, ben de seni katletmek için elimi uzatacak değilim. Şüphesiz ki ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.

29. Şüphesiz ki benim ism’imi (Allah’ın yasakladığı her türlü söz, fiil ve kötü düşüncelerimi) de kendi ism’ini de yüklenmeni isterim, böylece ateş halkından olasın. Zalimlerin cezası (karşılığı) budur.”

30. Böylece nefsi onu, kardeşini katletmeye kışkırttı ve böyle onu katletti. Böylece hüsrana uğrayanlardan olarak sabahladı.

31. Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl örteceğini ona göstermek için toprağı eşeleyen bir karga gönderdi. Dedi ki: “Yazıklar olsun! Şu karga kadar olamadım, kardeşimin mahremini (cesedini) örtmekten aciz miyim?” dedi ve pişmanlık duyanlardan olarak sabahladı.

32. İşte bu nedenle İsrailoğullarına yazdık: “Kim, cinayet işlememiş veya yeryüzünde bozgunculuk yapmamış birini katlederse, o zaman insanların tümünü katletmiş gibidir. Kim de onu yaşatırsa, o zaman insanların tümünü yaşatmış gibi olur.” Resullerimiz onlara beyyinelerle (apaçık kanıtlarla) geldiler. Ama onların çoğu bundan sonra da arḍda (yeryüzünde, egemen oldukları yerde) israf etmektedirler (haddi aşmaktadırlar).

33. Allah’a ve resulüne karşı savaşanların ve arḍda (yeryüzünde, egemen oldukları yerde) fesat (bozgunculuk) çıkarmaya çalışanların cezası (karşılığı), şüphesiz ki katletmeleri veya çarmıha gerilmeleri (asılmaları) veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi veya yerlerinden sürülmeleridir. Bu, onlar için bu dünyada bir aşağılanmadır. Ahirette ise onlar için âzîm (muazzam) bir azap vardır.

34. Onlar hakkında karar vermeden önce tevbe eden (O’na yönelen) kimseler hariç. Bilin ki, şüphesiz ki Allah, Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları Örten ve Bağışlayandır, Merhametlidir).

35. Ey iman edenler! Allah’a karşı takvalı olun ve O’na vesile arayın.1 Ve O’nun yolunda cihad edin (fedakârlık yapın, gayret gösterin)! Umulur ki felaha (kurtuluşa, saadete) erersiniz.

1 Yani, “Allah’ın, yakınlığı ve rızasını kazanmanıza yardım edecek her türlü aracın peşinden koşun.” denmektedir. Buna “kişinin Allah ile arasına başkalarını sokması” şeklinde bir anlam vermek kesinlikle doğru değildir. Vesile, başka varlıkları aracı edinmek olamaz; çünkü aracılık şirktir. Ayetin devamında, Yüce Allah’ın yolunda cihat etmek yani fedakârlık yapmak dile getirilmekte, böylece vesile ile ne kastedilmiş olduğu da anlaşılmaktadır.

36. Şüphesiz ki küfreden kimseler, kıyamet gününün azabından kurtulmak için yeryüzündekilerin tamamını fidye verseler onlardan kabul edilmez. Ve onunla birlikte bir o kadarını daha... Onlar için elem verici bir azap vardır.

37. Ateşten çıkmak isterler! Fakat oradan asla çıkamazlar. Ve onlar için kalıcı bir azap vardır.

38. O halde hırsız erkeğin ve hırsız kadının yaptıklarına karşılık, Allah’tan ibret olarak her ikisinin elini böylece kesin.2 Ve Allah Aziz’dir, Hakîm’dir (mutlak güç ve otorite sahibidir; hikmetle hüküm verendir).

1 Buradaki “kesincümlesindeki “اقْطَعُٓو” (âkta’û) kelimesi ile 12:31 ve 15:50 ayetlerindeki “قَطَّعْنَ” (kâtâ’nâ) (kestiler) kelimesi aynı kelimedir. 12:31 ayetinde Allah’ın, kadınların ellerini tamamen kestiği şeklinde anlaşılmamaktadır ve “Allah’ın onların ellerini yaraladığı” şeklinde anlaşılmaktadır. Bu nedenle de bu ayette kullanılan kesinifadesi ile; hırsızın elinin tamamen kesilmemesi mi, hırsızın elinin yaralanması mı yoksa hırsızın elinin işaretlenmesi mi anlaşılması hususunda farklı görüşler ortaya çıkmıştır.

39. O halde kim yaptığı zulümden sonra tevbe eder ve kendini ıslah ederse, o zaman Allah şüphesiz ki onun tevbesini kabul eder. Şüphesiz ki Allah, Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları Örten ve Bağışlayandır, Merhametlidir).

40. Bilmez misin, göklerin (7 evrenin) ve yerin mülkü (egemenliği) şüphesiz ki Allah’ındır. İstediğini cezalandırır (karşılığını verir), istediğini de bağışlar. Ve Allah, her şeye Kadir’dir (her şeye gücü yetendir).

41. Ey Resul! küfürde (hakkı örtmede) yarışan kimseler seni hüzünlendirmesin! Kalpleri iman etmemişken, onlar ağızlarıyla “iman ettik” derler. Yahudilerden de yalana ve sana gelmeyenler kulak veren kimseler vardır. Başka bir topluluğa kulak verirler. Kelimeleri tahrif ederek “Eğer size bu verilirse alın ve eğer verilmezse, o zaman sakının.” derler. Allah da birini fitneye düşürmek isterse, artık sen onun için Allah’a karşı hiçbir şey yapamazsın. Allah’ın, kalplerini temizlemek istemediği kimseler işte onlardır! Onlar için de dünyada rezillik vardır, ahirette de âzîm (muazzam) bir azap vardır.

42. Yalana kulak verirler ve suht (gayrimeşru kazanç, haksız kazanç) yerler. Buna rağmen eğer sana gelirlerse, istiyorsan aralarında hüküm ver, istiyorsan da onlara aldırma!  Eğer onları umursamazsan, o zaman asla sana zarar veremezler. Ve eğer hüküm verirsen, o zaman aralarında adaletle hükmet! Şüphesiz ki Allah, adil davrananları sever.

43. İçinde Allah’ın hükmü (kısas hükmü) bulunan Tevrat da yanlarında duruyorken seni nasıl hakem yapıyorlar? Sonra, onun ardından sırtlarını dönüyorlar. Onlar, iman ediyor değillerdir.

44. Şüphesiz ki içinde hidayet (rehberlik) ve nur bulunan Tevrat’ı Biz indirdik.1 İslam olmuş (teslim olmuş) Nebiler, Allah’ın Kitabındakini gözetmekle görevlendirildikleri için Yahudi kimselere onunla hükmederler; Rabbaniler (Rabbe adanmış olanlar) ve ahbar (din bilginleri) da. O halde insanlardan korkmayın, Benden korkun! Ayetlerim ile de azıcık bir semeni (dünyalık bir değeri; parayı, malı, makamı, çıkarı) satın almayın. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.

1 Tevrat, İsa’dan önceki tüm İsrail nebileri vasıtasıyla vahyedilen tüm kutsal yazıların bir toplamıdır. Kur’an’ın da hiçbir yerinde Tevrat’ın Musa’ya verildiğine dair bir bilgi görmüyoruz.

45. Ve onda onlara şöyle yazdık: “Şüphesiz ki cana can, göze göz, burna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara kısas!”  Artık kim onu ​​(hakkını) tasadduk ederse (hakkından vaz geçerse, bağışlarsa), o zaman o kendisi için kefaret (bağışlanma) olur. Kim de Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, o zaman onlar zalimlerdir!

46. Onların ardından da yanlarındaki Tevrat’ı tasdik eden (doğruluğunu onaylayan) olarak Meryem oğlu İsa’yı gönderdik. Ona da içinde hidayet ve nur bulunan ve yanlarındaki Tevrat’ı tasdik eden ve muttakiler (Allah'a karşı gelmekten sakınanlar) için hidayet ve vaaz (öğüt, uyarı) olan İncil’i verdik.

47. İncil ehli, Allah’ın onda indirdiği ile hükmetsinler. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, o zaman işte onlar fasıklardır!

Bu ayette geçen “fasıklar” (sapkınlar, yoldan çıkanlar), 44’üncü ayette geçen “kâfirler” ve 45’inci ayette geçen “zalimler” ifadeleri, Yüce Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenlerin durumunu tarif etmektedir. Allah’ın hükümlerini kabul etmeyenler “kâfir”; o hükümleri uygulamayanlar “nankör” ve “zalim”; Allah’ın hükümleri yerine kendi arzularına göre hükmedenler ise “fasık” olurlar. Zira ilahi bir hükmü reddetmediği sürece kişi günahkâr olsa da inançsızlıkla itham edilemez.

Ayrıca dikkat edilirse Yahudi ve Nasranilerden, kendi kitaplarına (Tevrat ve İncil’e) göre hükmetmeleri istenmektedir.

48. Sana da bu Kitabı hak (doğru, gerçek) olarak, yanlarındaki Kitabı (Tevrat’ı, İncil’i) tasdik eden (doğruluğunu onaylayan) ve ona müheymin (onlar hakkında güven veren) olarak indirdik. O halde aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Sakın sana gelen hakkı (gerçeği, hakikati) bırakıp onların hevalarına (arzu ve isteklerine) uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat (hukuk sistemi) ve bir yol (hayat tarzı) belirledik. Eğer Allah isteseydi, sizi bir tek ümmet (topluluk) yapardı. Ancak size verdikleri ile sizi sınıyor.  O halde hayratta (iyi, hayırlı işlerde) yarışın! Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri size bildirecektir.

49. Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet ve onların hevalarına (arzu ve isteklerine) uyma! Allah’ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmalarından da onlardan da sakın. Eğer sırt dönerlerse, bil ki Allah, ancak bazı günahlarından dolayı onlara bir musibete uğratmak istiyordur. Şüphesiz ki insanların çoğu fasıktır.

50. Yoksa aradıkları cahiliye yasaları mıdır? Kesin olarak iman etmiş bir topluluk için Allah’tan ahsen (daha güzel, daha iyi) hüküm veren kimdir?

51. Ey iman edenler! Yahudi ve Nasarayı evliya edinmeyin! Onlar birbirlerinin velileridirler (dostudur, rehberidir, koruyup gözetenidir). O halde sizden kim onları kendine mütevelli (dost, rehber, haklarını koruyup gözeten) edinirse, şüphesiz ki onlardandır.  Şüphesiz ki Allah, zalimler topluluğuna hidayet (kılavuzluk) etmez.

52. Böylece, kalplerinde hastalık bulunanların (münafıkların), “Başımıza bir musibet gelmesinden korkuyoruz!” diyerek onlara koştuklarını görürsün. Belki de Allah bir fetih (zafer) getirir ya da kendi katından bir emir (hüküm, karar)! Böylece, içlerinde gizledikleri şeyden pişman olarak sabahlarlar!

53. İman edenler, “Sizinle beraber olduklarına dair var güçleriyle Allah ile (O’nun adıyla) yemin eden kimseler bunlar mı?” derler. Onların amelleri (yaptıkları) boşa gitti ve böylece hüsrana uğrayanlardan olarak sabahladılar.

54. Ey iman edenler! Sizden kim kendi dininden dönerse,1 o zaman yakında Kendisinin sevdiği, onların da O’nu sevdiği bir topluluk getirir. Müminlere karşı zelildirler (mütevazi, alçak gönüllüdürler), kâfirlere karşı ise izzetlidirler (güçlü ve onurludurlar). Allah yolunda cihad (mücadele) ederler2 ve kınayanların kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın fazlıdır (lütfudur, cömertliğidir)! Onu, dilediği kimseye verir. Ve Allah Vâsi’dir, Alim’dir (ilmi ve merhameti her şeyi kuşatandır; her şeyi bilendir).

1 Bu mesaj 2:217 ve 47:38 ayetleriyle birlikte okunmalıdır. Söz konusu ayetlerden de anlaşıldığı üzere, müminlere karşı bir savaşa girişmedikleri sürece İslam dininden çıkanlara (mürtetlere) dünyevi herhangi bir ceza verilemez. Onları yeniden kazanmak için çalışılmalı.

2 “Cihad/cehd” sözcüğü Arapça’da bir amaca ulaşmak için kişinin elinden gelen çabayı sarfetmesi anlamına gelir. Ancak çoğu Kur’an çevirilerinde buna genellikle savaşmak anlamı verilmektedir. “Cihad edenler” ifadesini de “Savaşanlar” biçiminde çevirmektedirler. Oysa “Cehd” kökünden gelen sözcükler, akılcı ve düşünsel çabalar anlamına gelir. Savaş ise “Kital” kökünden gelen sözcüklerle Kur’an’da bildirilmiştir. Benzer mesajlar: 4:133; 6:133; 9:39; 11:57; 14:19; 35:16; 47:38.

55. Şüphesiz ki veliniz (dostunuz, rehberiniz, koruyup gözeteniniz) ancak Allah, elçisi ve müminlerdir. Onlar, salatı doğru ve istikrarlı biçimde yapan ve zekâtı veren ve rükû eden kimselerdir.

56. Kim, Allah’ı ve Resulünü ve iman edenleri mütevelli (dost, rehber, haklarını koruyup gözeten) edinirse, şüphesiz ki onlar hizbullahtır (Allah’ın taraftarlarıdır). Galip gelenler onlardır. (Benzer ayetler: 3:139; 28:35; 37:173; 58:21)

Hizb sözcüğü; parça, kısım; cemaat ve taife anlamlarına gelir. Hizb ve çoğulu olan ahzâb sözcüğü Kur’an’da 20 yerde geçer. Bunlardan 2 yerde (5:56; 58:22) hizbullah (Allah’ın hizbi, taraftarları, grubu); 1 yerde (58:19) de hizbuşşeytan (aldatanın, saptıranın grubu, taraftarları) ifadesi geçmektedir.

57. Ey iman edenler! Sizden önce kitap verilen kimselerden dininizi alay ve oyun konusu edinen kimseleri ve kâfirleri (örtenleri) evliya (dostlar, rehberler, koruyup gözetenler) edinmeyin. Ve eğer müminler iseniz Allah’a karşı takvalı olun (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçının)!

58. Salat’a çağrıldığınız zaman da onu alay ve oyun konusu edinirler. İşte bu, onların aklını kullanmayan bir toplum olmalarındandır.

59. De ki: “Ey Ehl-i Kitap! Yalnızca Allah ile ve bize indirilen ile ve ondan önce indirilen ile iman ediyoruz diye mi bizden nefret ediyorsunuz? Şüphesiz ki çoğunuz fasıksınız (yoldan çıkmışsınız).”

60. De ki: “Allah katında bundan daha şerli bir musibeti size haber vereyim mi? Allah’ın lanetlediği ve gazaba uğrattığı ve onlardan maymunlar ve domuzlar kıldığı ve tağuta (zorbaya) kulluk eden kimseler; işte onlar, mekanı (konumu) şer (kötü) olanlardır. Düz (doğru) olan yoldan da sapmışlardır.

61. Ve size geldiklerinde “iman ettik.” dediler. Oysa onlar, yanınıza küfür ile girdiler ve onunla (küfürleriyle) çıktılar. Allah da gizliyor oldukları şeyleri en iyi bilir.

62. Onlardan çoğunu da ismde (Allah’ın yasakladığı fiillerde) ve düşmanlıkta ve suht (rüşvet, gasp veya gayrimeşru kazanç) yemede yarıştıklarını görürsün. Yapmakta oldukları şeyler ne kötüdür!

63. Rabbaniler (Rabbe adanmış olanlar) ve ahbar (din bilginleri) onları, ism (Allah’ın yasakladığı) sözler söylemekten ve suht (gayrimeşru) olan şeyleri yemekten men etmeleri gerekmez miydi? Onların yapmakta oldukları ne kötüdür!

64. Yahudiler, “Allah’ın eli bağlıdır.” dedi. Böyle dedikleri için onların elleri bağlandı1 ve lanetlendiler. Bilakis, (Allah’ın) iki eli de yayılmıştır. Nasıl istiyorsa o şekilde infak eder. Rabbinden sana indirilen, onların çoğunun tuğyanını (azgınlığını) ve küfrünü artıracaktır. Kıyamet gününe kadar da onların arasına buğz (kin, nefret) ve düşmanlık bıraktık. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür. Arḍda (yeryüzünde, egemen oldukları yerde) da fesat (bozgunculuk) çıkarmaya çalışırlar. Allah da fesatçıları sevmez.

65. Eğer Ehl-i Kitap iman etmiş olsalardı ve takvalı olsalardı, elbette ki seyyielerini onlardan küfrederdik (kötülüklerini örterdik) ve onları Naim (nimet) Cennetlerine sokardık.

66. Ve eğer onlar, Tevrat’ı ve İncil’i ve Rablerinden kendilerine indirileni (Kur’an’ı) tam olarak ikame etselerdi (uygulasalardı), o zaman hem üstlerinden hem de ayaklarının altından (yerin ve göğün bütün nimetlerinden) yerlerdi. Onlardan muktesid (orta yol tutan, iktisatlı) olan bir topluluk vardır, onlardan çoğunun ise amelleri (fiilleri, yaptıkları) kötüdür!

67. Ey Resul! Rabbinden sana indirilmiş olanı tebliğ et (duyur). Eğer yapmazsan, o zaman O’nun risaletini (mesajını) tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Şüphesiz ki Allah, kâfir topluma hidayet (kılavuzluk) etmez.

68. De ki: “Ey Ehl-i Kitap! Sizler, Tevrat’ı ve İncil’i ve Rabbinizden size indirilmiş olanı (Kur’an’ı) ikame edinceye (uygulayıncaya) kadar bir şey (bir dayanak) üzerinde olmazsınız.”1 Rabbinizden sana indirilmiş olan, onlardan çoğunun tuğyanını (azgınlığını) ve küfrünü artıracaktır. O halde sen, o kâfir topluluğa üzülme!

1 Tevrat’ı, İncil’i ve Rablerinden kendilerine indirileni yani önceki mesajları veya Kur’an’ı duydukları halde uygulamadıkları sürece hiçbir esas üzere olmayacaklarını bildirmektedir.

69. Şüphesiz ki iman eden kimseler (müminler) ve Yahudi olan kimseler ve Sabiiler1 ve Nasara2… Kim Allah ve ahir (son, ahiret) gün ile iman ederse (inanıp güvenirse) ve salih olanı (doğru, yapıcı, erdemli olan fiilleri) işlerse, o zaman onlar için korku yoktur, onlar hüzünlenecek de değildirler.3

1 Sabiiler, Güney Irak’ta Fırat ile Dicle’nin birleştiği bataklık bölgelerde, Basra ile Bağdat gibi şehirlerde ve İran’da Kârûn nehri boyunca yer alan yerleşim birimlerinde yaşarlar. Sabiiler kendi dinlerinin Adem’le birlikte başlayan ilk din olduğunu iddia etseler de gerçekte Sabiiliğin tarihçesi günümüzden yaklaşık iki binyıl önce başlar. Sabiiler tarafından büyük bir önder ve ışık nebisi diye adlandırılan Yahyâ, Yahudi olarak doğmuş, ancak nebi olunca Yahudiliğe karşı çıkıp Yeruşalim (Kudüs) dışında kendi cemaatini kurmuştur. İsa’nın, risaleti öncesinde zaman zaman Yahyâ’nın vaazlarını dinlemeye gittiği, hatta bir defasında bizzat onun eliyle suya dalıp çıkmak suretiyle vaftiz edildiği bilinmektedir (Matta, 3:13-15).

Sabiiler, Yahya Nebi’ye indiği belirtilen Ginza adı verilen kitaba inanırlar (19:12; 6:84-89).  Günümüzde 80-100.000 civarında bir topluluk olan Sabiiler gnostik (sezgi yoluyla alınan bilgiyle kurtuluşa inanılan) öğretileri ve kendilerine has dilleriyle oldukça zengin bir dinî literatüre sahiptir.

2 “Nasara”, Yardımcılar anlamına gelmektedir. İsa Nebi’ye ilk yardım edenlerin Suriye’nin Nasara yöresinde yaşayanlar olduğu için İsa’ya ‘Nasıralı İsa’ denildiği belirtilmektedir.

İsa’nın öğrencilerine ise; Antakya’da ilk defa ‘Mesihçiler’ dendiği de İncil’de belirtilmektedir. (Elçilerin İşleri, 11:26)

“Hıristiyan” terimi İsa “Mesih’i takip eden” ve “onun öğretilerine inanan” anlamına gelmektedir. Aslında bu ifadenin, ilk olarak MS 1. yüzyılda Antakya’da Romalılar tarafından, İsa Nebi’nin öğretilerine uyanları tanımlamak ve aşağılamak için kullanıldığı ancak zamanla Nasraniler tarafından da benimsendiği belirtilmektedir.

Tüm bu sürece rağmen Yüce Allah’ın, İsa Nebi’nin öğretileriyle iman edene “Nasara” şeklinde hitap ettiğini görmekteyiz. Bu öğretiyle iman eden kişiye de “Nasrani” denilmektedir.

3 Bu ayette, Allah ve ahiret günü ile iman edip salih işler yapan mümin, hidayet edilen, Nasara ve Sabii gibi Ehl-i Kitap mensuplarının Allah katında ödüllendirileceklerinin ve azap görmeyeceklerinin müjdesi verilmektedir.  Aynı mesaj Bakara, 2:62 ayetinde de tekrarlanmaktadır.

Ayrıca: Ehl-i Kitap’ın içinde müminlerin bulunduğu başka ayetlerde de belirtilmektedir: “Ehl-i Kitap iman etmiş olsaydı, kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler vardır, ama çokları fasıktır… Onlar eşit değildirler. Ehl-i Kitap’tan kıyamda duran bir topluluk vardır. Gece vakitlerinde Allah’ın ayetlerini tilavet ederler. Onlar secde de ederler. Allah ile ve ahir (son, ahiret) gün ile iman ederler. Maruf ile de emreder ve münkerden nehyederler. Hayratta (hayırlı işlerde) da yarışırlar. İşte onlar salih olanlardandırlar. Hayırdan işledikleri şeyler de asla küfredilmeyecek (üstü örtülmeyecek). Allah muttakileri Bilendir.” (Ali İmran, 3:110, 113-115)

70. Andolsun ki İsrailoğullarından misak aldık. Onlara resuller de gönderdik. Ne zaman nefislerinin (kendilerinden olanların) arzu etmediği bir şey (hüküm) ile bir resul gelse; bir kısmını yalanladılar, bir kısmını ise katlettiler.

71. Ve bir fitne (sınav, karışıklık) olmayacak sandılar. Böylece kör ve sağır kesildiler. Sonra Allah, onların tevbesini kabul etti. Sonra onların çoğu yine kör ve sağır kesildi. Allah da onların yapmakta olduklarını görendir.

72. Andolsun ki  küfreden kimseler dediler ki: “Şüphesiz ki Allah odur, Meryem oğlu Mesih’tir!” Mesih ise dedi ki: “Ey İsrailoğulları! Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk (hizmet) edin! Kim Allah’a şirk koşarsa, şüphesiz ki Allah ona cenneti haram kılmıştır! Varacağı yer de ateştir. Zalimlerin de yardımcıları yoktur.”

73. Andolsun ki  küfreden kimseler dediler ki: “Şüphesiz ki Allah, üçün üçüncüsüdür.”1 Oysa bir tek ilahtan (Yüce Olandan) başka ilah (Yüce Olan) yoktur! Ve eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse, elbette ki onlardan küfreden kimselere elem verici bir azap dokunacaktır.

1 Nasranilerin bu türden yakıştırmaları “Allah üç uknumdan (asıldan/unsurdan) birisidir.”, “Allah üçlünün üçüncüsüdür” şeklindedir ki buna teslîs yani “üçleme” denmektedir. Bu kabulün sahiplerine göre, üçlünün unsurları “Allah, İsa, Kutsal Ruh” veya “Allah, Meryem, İsa” veya “Baba, Ruhu’l-Kudüs, Oğul” ya da “Baba, Ana, Oğul” şeklindedir ve üç uknumdan yani üç unsurdan oluşan bu kabulde İsa Nebi, bu üçlünün biri olarak benimsenmektedir. Teslis inanışı, antik çağ dinlerinde ve söylencelerde değişik biçimlerde yer aldığı gibi, Hıristiyanlık tarikatlarında ve Hinduizm gibi kimi dinlerde günümüzde de varlığını sürdürmektedir.

74. Hâlâ, Allah’a tevbe etmiyorlar (O’na yönelmiyorlar) mı? Ve O’na istiğfar etmiyorlar mı? Allah, Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları Örten ve Bağışlayandır, Merhametlidir).

75. Meryem oğlu Mesih bir elçiden başka bir şey değildir. Ondan önce de elçiler gelip geçti. Onun annesi de sıddıktır (doğru sözlü, sadık bir kadındır). Her ikisi de yemek yerdi.1 Bak, onlara ayetleri nasıl açıklıyoruz, ardından bak nasıl (haktan) saptırılıyorlar!

1 Bu ayette İsa ve annesi Meryem’i ilah anlamında insanüstü bir makamda görenlere cevap verilmekte, onların da diğerleri gibi birer insan oldukları ifade edilmektedir. Benzer mesajlar: 7:70; 10:78.

76. De ki “Size zarar ya da fayda vermeye gücü yetmeyen Allah’ın dışındaki şeylere mi kulluk ediyorsunuz?” Ve Allah, Semiul- Alim’dir (Her şeyi Bilip İşitendir).

77. De ki: “Ey Ehl-i Kitap! Haksız yere dininizde aşırıya gitmeyin.1 Önceden düzgün bir yoldan sapmış (delalete düşmüş), bir çoğunu da saptırmış olan sapık bir topluluğun hevalarına (arzu ve isteklerine) uymayın!”

1 Ayetteki hitap Nasranilere yönelik olsa da Müslimler de bu konuda uyarılmaktadır. Çünkü Yahudiler, annesine iftira atarak nesebini dile dolamışlar; Nasraniler de Muhammed’i yalanlamıştır. Yine Nasraniler, İsa’yı insan olmaktan çıkarıp süreç içerisinde ilah olduğu iddiasında bulunmuşlardı. Benzer durum maalesef Müslim olduğunu söyleyen gruplarda da var. Örneğin; bir grup, Nebi’nin, Müslimlere şefaat edeceğini; bazı grupları, kendi cemaatlerine/tarikatlarına mensup olanlara şefaat edeceğini, bazı grupların ise elçilerinin veya şeyh gibi dini önderlerinin fenafillah, yani haşa Allah’ın yeryüzündeki tecellisi olduğunu iddia etmektedirler.  Benzer mesaj 4:171’de de var.

78. İsrailoğullarından küfreden kimseler, Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın lisanıyla lanetlenmiştir. Bu, isyan etmeleri ve haddi aşmalarından/saldırgan olmalarından dolayıdır.

79. Birbirlerini münkerden nehyeden (engelleyen) değildirler. Böylece yaptıkları ne kötüdür!

1 Münker, Allah’ın razı olmadığı çirkin, kötü, günah veya haram olarak bildirdikleri filler demektir. Yüce Allah, bu ayette İsrailoğullarının bir kısmının lanete uğratılmalarının diğer bir sebebini bildirmekte ve yapageldikleri kötülüklerle ilgili olarak birbirlerini engellememelerini de bu sebeplerden birisi olarak göstermektedir. Bu ayet Müslimlerin her ferdinin iyiliği emredip kötülükten menetmesi ve bunu yaparken de Yüce Allah ile inanıp güvenmesi gerektiğini hükme bağlamaktadır.

80. Onlardan (İsrailoğullarından) çoğunun, küfreden kimseleri veli (dost, rehber, koruyup gözeten) edindiklerini görürsün. Kendi nefislerinin onlar için takdim ettiği (sunduğu) şey ne kötüdür! Allah, onlara gazap etmiştir ve onlar azap içinde kalıcıdırlar.

81. Ve eğer Allah ve Nebi ve ona indirilen ile iman etselerdi, onları evliya edinmezlerdi. Fakat onların çoğu fasıktır.

82. İman eden kimselere düşmanlık bakımından insanların en şiddetlisi olarak mutlaka Yahudileri ve şirk koşan kimseleri bulursun. İman eden kimselere sevgice en yakın olanları ise “Şüphesiz ki biz Nasarayız!” diyen kimseleri bulursun. Bu, onların içinde keşişler ve rahipler bulunması ve onların kibirlenmemeleri (büyüklük taslamamaları) nedeniyledir.

83. Resul’e indirilmiş olanı işittikleri zaman, onların gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. Haktan (Allah’tan) olduğunu bildiler. Derler ki: “Rabbimiz, iman ettik! O halde bizi şahitlerle beraber yaz.

84. Rabbimizin, bizi de salihler topluluğuna dahil etmesini de temenni ediyorken, bize ne oluyor da Allah ile ve bize gelen hak olan (Kur’an) ile iman etmiyoruz?”

85. Böylece Allah, onlara, altlarından nehirler akan cennetler verdi. Onun içinde kalıcıdırlar. Muhsinlerin (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapanların) cezası (karşılığı) işte budur.

86. Ayetlerimiz ile küfreden (gerçeği örten) ve yalanlayan kimseler de, işte onlar cahim (ateş) halkıdır.

87. Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı tayyibatı (sağlıklı, faydalı, temiz, güzel, hoş olan şeyleri/yiyecekleri) haram etmeyin! Sınırı da aşmayın. Şüphesiz ki Allah, haddi aşanları sevmez.

Allah adına “şunlar helaldir, şunlar haramdır” şeklinde helali haram, haramı da helal göstermeye çalışan din adamları, Kur’an’da insanların en kötüsü olarak tanıtılır. Allah’ın dinini yaşanmaz bir angarya haline dönüştürmek isteyen şeytan, din adamlarını kullanarak bu amacına ulaşmaktadır. Bakınız: 6:21, 145; 7:17, 30, 31, 37; 42:21.

88. Allah’ın size verdiği rızıkların helal ve tayyib olanlarından da yiyin! Allah’a karşı da takvalı olun. Ki sizler O’nunla iman ediyorsunuz!

89. Allah, yeminlerinizdeki boş sözlerden ötürü sizi sorumlu tutmaz, ancak akdettiğiniz (bir şarta bağladığınız) yeminlerden sizi sorumlu tutar. Yemininizi bozarsanız, o zaman keffareti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin evsatıyla (ortalamasıyla) on miskini yedirmek veya onları giydirmek ya da bir rakabeyi özgürlüğüne kavuşturmaktır! Bulamayan (gücü yetmeyen) da o zaman kişi üç gün savm etsin (oruç tutsun). Eğer yeminlerinizi bozarsanız, yeminlerinizin kefareti işte budur. Yeminlerinizi de gözetip koruyun! Allah, ayetlerini işte böyle size açıklıyor. Umulur ki şükredesiniz!

Miskin, temel ihtiyaçlarını (beslenme, barınma, sağlık vb.) dahi karşılayamayan veya büyük zorluk çeken kişidir. Fakir ise; Temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan ancak miskine göre daha az muhtaç olan kişidir.

Rakabe: (bir boyunduruk altında olan, esir, borç nedeniyle başkalarına hizmetkarlık yapmak zorunda bırakılan anlamlarına gelmektedir ve 2:177, 4:92, 5:89, 9:60, 58:3 ile 90:13 ayetlerinde geçmektedir.

Rakabeyi özgürlüğüne kavuşturmak, boynuna geçirilmiş sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik sömürü zincirlerinin kulu (hizmetkarı) olanları gözetip onları kurtarmaktır ve bir tek Allah’a kulluk etmelerini sağlamaktır. Bu ayetlerden de anlaşılıyor ki; kulları (borç nedeniyle başkalarına hizmetkarlık yapmak zorunda bırakılanları, köleleri) özgürlüğüne kavuşturmak Allah’ın teşvik ettiği bir husustur.

90. Ey iman edenler! Hamr (alkollü içecekler) ve meysir (şans oyunları, kumar) ve ensab (dua etmek ve tapınmak için dikilmiş taşlar veya sütunlar)” ve ezlam (evlilik, ticaret, yolculuk gibi konularda rehberlik için kullanılan fal okları), şüphesiz ki şeytan işi olan birer ricstir (pisliktir). O halde onlardan kaçının! Umulur ki felaha (kurtuluşa, saadete) erersiniz.

91. Şüphesiz ki şeytan (aldatan, saptıran), hamr ve meysir ile ancak aranıza buğz (kin, nefret) ve düşmanlık sokmak ve sizi Allah’ı zikretmekten (hatırda tutmaktan, anmaktan) ve salattan (duadan, dayanışmadan) alıkoymak ister. O halde vazgeçtiniz değil mi?

92. Ve Allah’a itaat edin! Resul’e de itaat edin! Ve sakının. Eğer sırt dönerseniz, o zaman bilin ki, şüphesiz ki elçimizin görevi açıkça tebliğdir (duyurmaktır).

93. İman edenler ve salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenler, eğer takvalı olmuş ve iman etmişlerse ve salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işlemişlerse, sonra (yine) takvalı olmuşlarsa ve salihât işlemişlerse, sonra (yine) takvalı olmuşlarsa ve iyilikte bulunmuşlarsa, yediklerinden dolayı onlara bir cünah (engel, sakınca) yoktur. Allah da muhsinleri (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapanları) sever.

94. Ey iman edenler! Allah, gıyabında (gizli işlerde) kendisine karşı gelmekten sakınanları bilmek için ellerinizin ve mızraklarınızın (gücünüzün) ulaşabildiği bir kısım avla (yasak şeylerle) sizi dener. O halde kim bundan sonra haddi aşarsa, o zaman onun için elem verici bir azap vardır.

95. Ey iman edenler! İhramlıyken (hac ibadeti esnasında) av (hayvanı) öldürmeyin. İçinizden de kim onu kasten öldürürse, o zaman onun cezası (karşılığı), öldürdüğünün misli (benzeri) bir hayvandır. Sizden adil iki kişi buna hüküm verecek. Hediye Kâbe’ye ulaştırılacak ya da kefaret olarak miskinlerin yiyeceği olacak ya da ona denk siyam (oruç). Böylece kişi yaptığı işin vebalini tatsın. Allah, geçmişte yapılanı affetmiştir. Kim (küfre) de tekrar yaparsa, o zaman Allah ondan intikam alır. Ve Allah Aziz’dir, Züntikam’dır (Mutlak güç ve otorite sahibidir, zalimlerden intikam alandır).

96. Deniz avcılığı yapmak, yemek ve ondan faydalanmak size helal kılındı; hem size hem de yolculara. İhramlı olduğunuz sürece de kara avı size haram kılındı (yasaklandı). Allah’a karşı takvalı olun! Ki O’nun için toplanacaksınız!

97. Allah, Beyt-i Haram’ı1 (Kâbe’yi) ve Haram Ayı2 ve hediyeyi (kurbanlığı) ve gerdanlıkları insanlar için bir kıyam (ayağa kalkma, diriliş) kıldı. Bu, şüphesiz ki Allah’ın, göklerde (7 evrende) olanı da yerde olanı da bildiğini bilmeniz içindir. Ve şüphesiz ki Allah, her şeyi bilendir.

1 “حَرَام” (haram) sözcüğü, “yasak” veya “men edilmiş” anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da  Allah’ın yasakladığı bir fiil, davranış ya da nesneler için kullanılmaktadır. Kur’an’da haram kılınmış olan hususlar şunlardır:

ı- Ölü (leş), akıtılmış kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına ilan edilenler (sunu, adak, ziyafet gibi ikramlar): 16:115, 116.

ıı- Müminlerin zani (zina eden erkek), zaniye (zina eden kadın) ile evlenmek: 24:3.

ııı- Mescidi Haram’a müşriklerin girmesi (9:28), o bölgede  savaşmak (2:191), orayı ziyaret edenleri engellemek (22:25; 48:25), o bölgede olanlara zarar vermek veya zulmetmek (22:25; 29:67), oraya gönderilen hediyeleri (hayvan veya yiyecek sunularını) engellemek (48:25) ve ihramlıyken o bölgede avlanmak (5:95).

ıv- Haram Aylarda savaşmak: 9:5, 36, 37: 2:191.

v- Masum bir canı haksız yere katletmek: 3:21, 22; 6:151; 17:33; 25:68.

2 Günümüz İslam dünyasında yaygın olan Haram Aylar, senesinin 7, 11, 12 ve 1. ayları olan Recep, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem’dir. Halbuki 2:197, 217; 9:2, 5, 36 ayetleri ve ayların isimleri incelendiğinde, kutsal ayların, birbirlerini izleyen Zilhicce, Muharrem, Safer ve Rabiül evvel (12, 1, 2, ve 3’üncü aylar) olduğu görülecektir.

98. Bilin! Şüphesiz ki Allah’ın cezalandırması (verdiği karşılık) çetindir! Ve şüphesiz ki Allah, Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları Örten ve Bağışlayandır, Merhametlidir).

99. Resulün görevi sadece tebliğdir (duyurmaktır). Allah, açığa vurduklarınızı da gizlediklerinizi de bilir.

100. De ki: “habis (kirli, pis, kötü) ile tayyib (sağlıklı, faydalı, temiz, hoş olan) eşit olmaz; habisin çoğunu beğensen bile.” O halde ey ulü’l-elbab (duruşu sağlam olanlar), Allah’a karşı takvalı olun! Umulur ki felaha (kurtuluşa, saadete) erersiniz.

101. Ey iman edenler! Açıklandığı takdirde size kötü gelecek (sizi rahatsızlık verecek) şeyleri sormayın! Eğer Kur'an indirildiği vakit onlardan sorarsanız, size açıklanır. Allah onları affetmiştir (o konulardan sorumlu tutmaktan vazgeçmiştir). Ve Allah Gafur’dur, Halim’dir.

102. Sizden önce de bir topluluk onları sormuştu. Sonra da onlarla kafir olarak sabahladılar.

103. Allah, bahîra’dan, sâibe’den, vasîle’den, hâm’dan bir şey yapmadı.1 Fakat küfreden kimseler, yalan söyleyerek Allah’a iftira ediyorlar. Onların çoğu da aklını kullanmaz.

1 Arap geleneğine göre; ‘bahîrah’ diye adlandırdıkları deve; beş kez yavrulayıp, en sonuncu yavrusu erkek olunca, o devenin kulağını delip, ona binmeyi ve onu kesmeyi kendilerine yasaklarlar ve putları için azat ederlermiş. Putlar adına azat edilip salıverdikleri hayvana da ‘Sâibeh’ derlermiş. Kişi malından istediği kadar hayvanı azat edip putların hizmetçilerine verirmiş. Onlar da o hayvanların sütünü yolculara verirmiş. ‘Vasîleh’ adetinde ise; koyun, dişi doğurursa sahibinin, erkek doğurursa putların olurdu. Erkek ve dişi iki tane doğurursa onlar, “Bu kardeşine ulaştı” der ve erkek yavruyu putlarına kurban etmezlermiş. ‘Hâm’ ise; on yıl damızlık olarak kullanılan ve sonra salıverilen deve” demektir. Bunun da sırtına binilmesi harammış.

104. Onlara, “Allah’ın indirdiğine ve Resul’e gelin.” dendiği zaman, “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz (din) bize yeter!” derler. Babaları hiçbir şey bilmeyen ve hidayet (kılavuzluk) edilmeyenler olsalar da mı?

105. Ey iman edenler! Üzerinizde nefisleriniz var (kendinizden sorumlusunuz).  Eğer hidayet (kılavuzluk) edilirseniz, sapmış olan size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman yapmakta olduklarınızı (mahşerde) size bildirecektir.

106. Ey iman edenler! Sizden birine ölüm yaklaştığında vasiyet ettiği vakit sizden adalet sahibi iki kişi tanık olsun. Eğer yeryüzünde yolculuk ederken (gurbetteyken) ölüm size isabet ederse, sizden olmayan iki kişi (şahit olsun). Eğer şüpheye düşerseniz, o iki şahidi salattan (cenaze duasından) sonra tutun ve “akraba da olsa onunla (yeminimize karşılık) azıcık bir semeni (dünyalık bir değeri; parayı, malı, makamı, çıkarı) satın almayız. Allah’ın tanıklığını da gizlemeyiz. O takdirde biz âsiymlerden (Allah’ın yasakladığı her türlü söz, fiil ve kötü düşünceye sahip olanlardan) oluruz.” diye Allah ile yemin etsinler.

             Yüce Allah, ayetin bu kısmında ölüm döşeğinde, yani kişiler ölmeden önce sahip oldukları mal varlıklarıyla ilgili olarak vasiyette bulunmaları gerekti hususunda müminleri bilgilendirmekte ve vasiyette bulunurlarken içlerinden iki âdil şahidin buna şahitlik etmesi gerektiğini hükme bağlamaktadır.

107. Eğer onların (iki şahidin) işledikleri ism (Allah’ın yasakladığı her türlü söz, fiil ve kötü düşünce) anlaşılırsa, o zaman kendilerine haksızlık edilenlerden iki kişi onların yerine geçerler ve o halde “Bizim şahitliğimiz muhakkak ki onlarınkinden daha değerlidir ve elbette ki biz haddi aşarsak zalimlerden oluruz.” diye Allah ile yemin ederler.

108. Bu, tanıklıklarını göz önüne getirmelerinden ve yeminlerinden sonra yeminlerinin reddedilmesinden korkmaları için en uygun olanı budur. Allah’a karşı takvalı olun! Ve dinleyin! Allah fasıklar topluluğuna hidayet (kılavuzluk) etmez.

109. Allah’ın, resulleri topladığı gün onlara der ki: “Ne tür karşılık aldınız?” Dediler ki: “Bizim bir bilgimiz yok! Şüphesiz ki Sen, gaybı (bilinmeyeni) bilen Sensin.”

110. Allah şöyle demişti: “Ey Meryem oğlu İsa! Senin ve validenin üzerindeki nimetimi zikret (hatırında tut, an). Hani seni Kutsal Ruh1 ile desteklemiştim! Beşikte ve yetişkinlikte insanlarla konuşuyordun.  Ve hani sana Kitabı (Esas olan Kitabı, Levhi Mahfuzu), hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretmiştim! Hani sen benim iznimle çamurdan kuşun benzerini yaratıyordun! Ona üflediğinde de o zaman benim iznimle kuş oluyordu. Benim iznimle körü ve abraşı (alaca benekli) da (hastalıktan) arındırıyordun! Hani Benim iznimle ölüleri de çıkarıyordun (diriltiyordun).2 Hani İsrailoğullarına apaçık beyyinelerle (kanıtlarla) geldiğinde de onları senden savmıştım! Bunun üzerine onlardan küfreden kimseler dedi ki: “Bu apaçık bir sihirden başkası değildir.”

1 2:87 ayetinde yer alan “Meryem oğlu İsa’ya da beyyineler verdik ve onu Rûhulkuds (Kutsal Ruh) ile destekledik.” Şeklindeki ifade ile İsa Nebi’nin Kutsal Ruh (Rûhulkuds) ile desteklendiği belirtilmektedir.

Tevrat’ta da Ruh’tan söz edilmektedir: “Yüce meleklerin Ruhu da suların yüzü üzerinde geziniyordu.” (Başlangıç 1:2)

“Yahve de bir bulutun içinde indi ve onunla konuştu ve (Musa’nın) üzerindeki Ruh’tan arttırdı ve ihtiyar (ileri gelen, seçkin) 70 kişinin üzerine yerleştirdi. Ve öyle oldu. Ruh da üzerlerine çöker çökmez (bu kişiler) nebilik ettiler ve devam etmediler. (Sayılar, 11:25)

Ruh’un ve Kutsal Ruh’un tam olarak ne olduğu konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bazı görüşlere göre bu ifade ile Cebrail kastedilmiş olabilir. Ancak Ruh’un ve Kutsal Ruh’un, bilinen meleklerden ayrı ve özel bir varlık olduğu da düşünülmektedir.

2 İsa Nebi’nin insanları iyileştirmesi ve ölülere yeniden yaşam vermesi, İncil ayetlerinde, şöyle yazılıdır: Matta 9:35; “İsa, tüm kent ve köyleri dolaşarak havralarda öğretiyor, göksel egemenliğin müjdesini duyuruyor; her türlü hastalığı ve güçsüzlüğü iyileştiriyordu.” Luka 8:52-55; “Herkes kız için ağlıyor, dövünüyordu. İsa: ‘Ağlamayın! Kız ölmedi; uyuyor.’ dedi. Kızın öldüğünü bildikleri için İsa’yla alay ettiler. O ise kızın elini tutarak ‘Kızım, kalk!’ diye seslendi. Ruhu yeniden bedenine dönen kız hemen ayağa kalktı.”

111. Ve hani havarilere vahyetmiştim: “Benimle ve resulümle iman edin!” Dediler ki: “İman ettik. Ve şahit ol, kuşkusuz Müslimleriz (Teslim Olanlarız).”

112. Hani havariler demişti ki: “Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?” Dedi ki: “Eğer müminler iseniz Allah’a karşı takvalı olun! (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçının!)

113. Dediler ki: “İstiyoruz ki ondan yiyelim, kalplerimiz de mutmain olsun (yatışsın). Senin de bize doğru söylediğini bilelim ve buna tanık olanlardan olalım.”

114. Meryem oğlu İsa dedi ki: “Allah’ım! Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki, öncemiz ve sonramız için bir bayram, Senden de bir ayet (kanıt, mucize) olsun. Ve bizi rızıklandır. Rızık verenlerin hayırlısı Sensin.”

            Rızık: Canlıların kendisinden faydalandığı dünyevî veya uhrevî, maddî veya manevi her şey (nasip, gıda) demektir.

115. Allah dedi ki: “Şüphesiz ki onu size indireceğim. Ondan sonra sizden kim küfrederse, o zaman âlemlerde hiç kimseye vermediğim bir azapla ona azap edeceğim!”

Sofranın (maide) gönderilip, gönderilmediği konusunda Kur’an’da bir bilgi yok. Ancak İncil’de sofranın gönderilmiş olduğu belirtilmektedir (Elçilerin İşleri 10:9-16)

116. Ve hani Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu İsa!1 İnsanlara ‘Beni ve annemi, Allah’ın yanı sıra iki ilah (Yüce, kudretli olan) edinin.’ diye sen mi söyledin?” Dedi ki: “Sûbhân Olansın (her türlü noksandan münezzeh olansın). Hak (doğru, gerçek) olmayan bir şeyi söylemek bana düşmez. Eğer söylemiş olsaydım, onu elbette bilirdin. Sen nefsimde olanı (içimden geçeni) bilirsin; ben ise Sen’in nefsinde olanı bilemem! Şüphesiz ki Gaybı bilen Sensin, Sen!

1 Yüce Allah’ın İsa’yı sürekli olarak “Meryem oğlu İsa”; İncil’de ise onu “insanoğlu” şeklinde seslenmesi dikkat çekicidir. Yüce Allah, bazılarının küfre sapacağını ve onu “Allah’ın oğlu” olarak çağıracağını biliyordu. Onlar, İsa ve Ruhül Kudüs’ün yanı sıra Meryem’i de ibadet edilecek bir nesne haline getirmişlerdi. Her ne kadar İncil’de bu doktrinden söz edilmiyorsa da İsa Nebi sonra geçen ilk 300 yıl içinde Hıristiyan dünyası bu akidenin bütünüyle dışındaydı. “Allah’ın annesi” sözü ilk kez İskenderiyeli bazı ilâhiyatçılar tarafından kullanıldı. Bu kelimelerin kamu vicdanında bulduğu cevap sert olduysa da kilise önce doktrini kabul etme eğilimi göstermedi ve Meryem’e tapınmanın yanlış olduğunu ilân etti.

Fakat daha sonra İ. S. 431 Efes konsülünde “Allah’ın annesi” kelimeleri kilise tarafından resmen kullanıldı. Sonuç olarak, “Meryem’e tapıcılık” kilisenin hem içinde hem de dışında büyük adımlarla yayılmaya başladı. O kadar ki, Kur’an-ı Kerimin iniş günlerinde, Hristiyanların, Meryem’i “Allah’ın annesi” olarak  yüceltmesi Baba ve Kutsal Ruh inançlarını da gölgede bıraktı. Kiliselere heykelleri dikildi, kendisine tapınıldı, yalvarıldı ve ibadetlerde yakarıldı. Kısaca bir Hıristiyan’ın en büyük dayanak kaynağı “Allah’ın annesinin koruyuculuğunu elde edebilmek oldu. İmparator Jüstinyen kanunlarından birinde Meryem’in imparatorluğu koruyuculuğundan söz eder. Yine Jüstinyen yaptırdığı Ayasofya kilisesinin büyük mihrabına Onun ismini kazdırdı. Generali Narses savaş alanında Onun yönlendirmesine bakar. Nebimiz Muhammed’in çağdaşı İmparator Herakliyus ise bayrağında Onun resmini taşırdı ve kutlu, koruyucu niteliğinden dolayı bu bayrağın asla yere düşürülemeyeceğine inanırdı. Protestanlar reformdan sonra Meryem’e tapıcılıkla ellerinden geldiğince savaştılarsa da yine de Roma Katolik kilisesi hâlâ O’na şevkle sarılmaktadır.

117. Onlara, bana emrettiğin “Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk (hizmet) edin.”1 dışında başka bir şey demedim. Aralarında olduğum müddetçe de onlara şahit (tanık) idim. Beni vefat ettirdiğin2 zaman ise onları gözeten Sen oldun. Her şeye şahit olan da Sensin.

1 İsa Nebi, mahşerdeki sorgulanmasında Yüce Allah’ın kendisine soracağını bildirdiği “Beni ve annemi Allah’ın dışında iki ilah edinin” şeklindeki sözü söylemediğini ifade etmektedir. İsa Nebi, kavmine tebliğde bulunurken Yüce Allah’ın kendisine emrettiği şeyi yani tevhidi benimsemeleri gerektiğini onlara tebliğ ettiğini ve bunu da “Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin” cümlesiyle dile getirdiğini bildirmiş olacaktır. Benzer mesajlar: 3:51; 19:36; 43:64.

İsa Nebi, İncil’in hiçbir yerinde “Ben Allah’ım!” demez. Tam aksine Allah’ın kulu olmaktan çok memnundur. (Matta, 4:10; Luka, 4:8. Matta, 7:18)

2 Ayette geçen teveffeyte fiili “vefat ettirmek” anlamına geldiği için bu ayet İsa Nebi’nin de tıpkı diğer bütün önceki insanlar gibi vefat ettirildiğinin apaçık bir delilidir. Ölüm (mevt) vefat arasındaki fark ile ilgili açıklama 3:55 ayetinde yer alır.

118. Eğer onlara azap edersen; şüphesiz ki onlar Sen’in kullarındır! Ve eğer onları bağışlarsan; şüphesiz ki Sen, Azizul-Hâkîm’sin (Hikmetle Hüküm Veren  Mutlak Güç sahibisin).

119. Allah dedi ki: “Bu, sadıklara (doğrulara), doğruluklarının fayda sağlayacağı gündür. Onlar için, altlarından nehirler akan cennetler vardır. İçinde ebedî kalacaklar! Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlar; fevzül azîym (yüce olan kurtuluş) işte budur.”

120. Göklerin (7 evrenin) ve yerin ve içlerindeki her şeyin mülkü Allah’ındır. Ve O, Her şeye Kadirdir (Her şeye gücü yetendir).