Sure, Medine döneminde indirilmiştir ve iniş sırasına göre 112. suredir. Adını, 112 ve 114’üncü ayetlerde geçen ve ‘sofra’ anlamına gelen ‘mâide’ kelimesinden alır. Sure, 120 ayettir.
Râhmânir-Râhîm
(Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla
1. Ey iman edenler! Akitlerinize (antlaşmalarınıza) vefa gösterin.
İhramlıyken1 avlanmamak şartıyla, size tilavet edilenler (okunup
aktarılanlar) dışında kalan dört ayaklı hayvanlar size helal kılındı. Allah
istediği hükmü verir.
2. Ey iman edenler! Allah’ın şiarlarına1 ve Haram Aya2 ve hediyeye3 ve gerdanlıklara ve Rablerinin fazlını (lütfunu, cömertliğini) ve rıdvanını (rızasını,
hoşnutluğunu) arzulayarak Beyt-i Haram’a4 (Kâbe’ye)
yönelenlere saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktıktan sonra ise avlanabilirsiniz.
Mescid-i Haram’dan4 sizi alıkoymalarından dolayı bir topluma
karşı duyduğunuz öfke, sizi haddi aşmanıza sevk etmesin. Birr (iyilik,
doğruluk, erdem ve takva) ve takva (Allah’ın
emirlerine uyup, yasaklarından kaçınmak) üzerine yardımlaşın.
İsm (Allah’ın yasakladığı her türlü söz, fiil ve kötü düşünce) ve
düşmanlık üzerine yardımlaşmayın ve Allah’a karşı takvalı olun (Allah’ın emirlerine uyun,
yasaklarından kaçının)! Şüphesiz ki Allah,
cezalandırması (verdiği karşılık)
çetin olandır.
1 Allah’ın şiarları; Allah’a kulluk etmeye vesile
olan, saygı gösterilmesi ve korunması gereken belli ibadet, işaret ve semboller
anlamında terimdir. Kur’an’da şiâr kelimesi geçmemekle birlikte çoğulu olan
şeâir, hac ibadetinin konu edildiği dört yerde anılmaktadır. Bu ayetlerde hac
veya umre yaparken aralarında yürünen Safâ ve Merve ile kurban edilecek
hayvanların dinî sembollerden olduğu (2:158; 22:36), bunlara saygısızlık
edilmemesi gerektiği ve bunları yüceltmenin Allah’a bağlılıktan kaynaklandığı
(5:2; 22:32) belirtilmektedir. 2:198 ayetinde de hacıların Arafat’tan sonra
gittikleri Müzdelife’ye “meş’arü’l-harâm” (ibadet yeri) denilerek burada
Allah’ın anılması istenmektedir.
2 “حَرَام” (haram) sözcüğü, “yasak” veya “men edilmiş” anlamına
gelir ve genellikle Allah’ın yasakladığı bir fiil, davranış ya da nesneyi ifade
eder. Aynı kökten türeyen “حَرَّمَ” (harrama) fiili ise, “bir şeyi
yasaklamak,” “bir yerden veya nesneden birilerini mahrum bırakmak,” “bir durumu
birilerine engellemek” ya da “bir şeyi dokunulmaz kılmak” anlamlarında
kullanılır.
“Haram Aylar” ifadesi,
Allah tarafından yasaklar konulmuş 4 ay için kullanılmaktadır. Söz konusu
aylarda savaşmak yasaktır. Ancak bu yasak, o yasağa saygı gösterenlere
uygulanır. Bkz: 2:191; 9:5, 36, 37.
Günümüz
İslam dünyasında yaygın olan Haram Aylar, senesinin 7, 11, 12 ve 1. ayları olan
Recep, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem’dir. Halbuki 2:197, 217; 9:2, 5, 36
ayetleri ve ayların isimleri incelendiğinde, kutsal ayların, birbirlerini
izleyen Zilhicce, Muharrem, Safer ve Rabiül evvel (12, 1, 2, ve 3’üncü
aylar) olduğu görülecektir.
3 Hedy ile ilgili açıklama 2:196
ayetinde yer alır.
4 Mescid-i Haram yani Kabe ile ilgili olarak Allah’ın koymuş olduğu yasaklar şunlardır:
* Müşrikler’in Kabe’ye yaklaşması
yasaklanmıştır. Bkz: 9:28.
* Kabe bölgesinde
birilerini öldürmek, birileriyle savaşmak veya birilerine saldırmak
yasaklanmıştır. Bkz: 2:191; 29:67; 27:91.
* Kâbe’yi ziyaret etmek
isteyen müminleri engellemek yasaklanmıştır. Bkz: 48:25; 22:55.
* Kâbe’yi ziyaret etmek
isteyen müminlerin ihramlıyken avlanmaları yasaklanmıştır. Bkz: 5:95, 96.
3. Ölü
(leş) ve (akıtılan) kan ve domuz eti
ve Allah’tan başkasının adıyla ilan
edilenler (sunular; ikramlar, ziyafetler) size haram kılındı.1
Ve
boğulmuş ve vurulmuş ve yüksekten düşmüş ve boynuzlanmış ve yırtıcı hayvanın
yediği hayvanlar da. Sizin (yaralı bulup) kestikleriniz ise hariç. Nusub (dua
etmek veya tapınmak için dikilmiş taşlar, sütunlar, semboller)2
için kesilen hayvanlar ve ezlam3 (evlilik, ticaret,
yolculuk gibi konularda rehberlik için kullanılan fal okları) ile kısmet
aramanız da (haram kılındı). Bunlar fısktır (sapkınlıktır). Küfreden
(gerçeği örten) kimseler, bugün dininizden dolayı ye’se (umutsuzluğa)
düşmüşlerdir. Öyleyse onlara huşu (derin saygı, derin sevgi) duymayın;
Bana huşu duyun. Ve bugün sizin için dininizi kemale erdirdim ve size
nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı uygun gördüm.4
Kim açlıktan dolayı sıkıntıya düşerse, ism’e (Allah’ın yasakladığı her
türlü söz, fiil ve kötü düşünceye) sapmadan (biraz yiyebilir).
Şüphesiz ki Allah Gafur’dur, Rahimdir (Günahları Örten ve Bağışlayandır,
Merhametlidir).
1 “Ölü, kan, domuz eti ve Allah’tan başkasının
adına yapılanlar (sunular; yemekler, ikramlar) size haram kılındı.” İfadesi
Kur’an’da 4 yerde (2:173, 5:3, 6:145, 16:115) tekrarlanmaktadır. Domuzun eti haramdır; yağı, kılı, derisi veya
kemiği değil. Yüce Allah’ın Kur’an’da haram kıldığı etler dışında başka etlerin
de haram olduğunu söyleyenlere uymak şirktir ve puta tapmakla eşdeğerdir. Haram
etlerle ilgili ayrıntılı açıklama 6:145 ayetinde yer alır.
2 “نُّصُب”
(nusub) sözcüğü, “Belirli amaçlar veya niyetler, semboller, yapılar, dikey
yapılar” anlamlarına gelir. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 4 kez
geçer: 5:90; 70:43, 88:19; 94:7.
3 “لْزْلَامُ” (ezlam) sözcüğü, “Kesmek,
inceltmek, düzeltmek” anlamındaki zelm kökünden türemiş zelem kelimesinin
çoğuludur. Ezlam sözcüğü, sözlükte
ucunda demir parçası ve üzerinde kanat bulunmayan ince oklar demektir. Terim
olarak Araplarının, üzerine “evet” veya “hayır” gibi değişik alternatifler
yazdıkları ve bir işe girişmeden önce aralarından birini çekmek amacıyla
sakladıkları ve uğurlu saydıkları okları ifade eder. Kur’an’da iki yerde geçen
ezlamın, şeytanın işlerinden biri olarak nitelendirilen kısmet çekme işinde
kullanıldığına işaret edilmiş ve bu tür oklara başvurulması yasaklanmıştır.
(Mâide, 5/3, 90).
4 Bu cümle, Allah katında tek din olan İslam’dan
başka herhangi bir kabulün geçerli olmayacağı mesajını içeren 3:19 ve 85 ile
birlikte aynı prensibi içermektedir. Yani İslam, dinlerden herhangi biri
değildir. İlk nebi Âdem’den beri elçiler vasıtasıyla gönderilen din, tevhit
içerikli olan İslam’dır.
4. Sana, kendileri
için nelerin helal kılındığını soruyorlar. De ki: “Size tayyibat (sağlıklı, faydalı, temiz, güzel, hoş olan yiyecekler) helal kılındı. Allah’ın size öğrettiğinden kendilerine
öğretilmiş av hayvanlarının (av köpeği, şahin vb) sizin için tuttuklarından yiyin ve
üzerine Allah’ın adını zikredin (anın).1 Ve Allah’a
karşı takvalı olun (Allah’ın emirlerine uyun, yasaklarından
kaçının)!
Şüphesiz ki Allah, hesabı seri (hızlı) olandır.”
1 Bu ayete göre, yemeye-içmeye başlamadan önce
Allah’ın ismini anmalıyız. Yemeye-içmeye başlamadan önce ise “Bismillah=
Allah’ın Adıyla” veya “BismillahirRâhmânirrahim” denir.
5.
Bugün, size tayyibat
helal
kılındı.
Kendilerine kitap verilenlerin (Yahudi, Nasrani, Sabii) yemeği de size helaldir, sizin
yemeğiniz de onlara helaldir.1 Müminlerden
olan muhsanâta (korunmuş hür
kadınlara) ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden olan muhsanâta2
eğer ecirlerini (haklarını, mehirlerini) verirseniz; zina etmeyen ve
gizli (gayrimeşru) dostlar edinmeyen korunmuş hür kadınlar olmaları
şartıyla size helaldir. Kim de iman ile küfrederse (hakkı
örterse), o zaman onun amelleri boşa gitmiştir. Ve o, ahirette hüsrana
uğrayanlardan olur.2
1 Burada, Ehl-i Kitap’ın yiyeceklerinin,
dolayısıyla kestikleri hayvanların da bize helal kılındığı belirtilmiştir.
Yahudiler, hayvan kesimi sırasında mutlaka dua ederler. Hristiyanların çoğunda
böyle bir zorunluluk olmasa da bazı mezhepler özel günlerde dua edebilir.
Müslimler için önemli olan, hayvanın Allah’tan başkası adına kesilmemiş
olmasıdır.
2 Bu ayetteki hüküm, Allah’a çocuk isnat eden
müşrik olan k Ehl-i Kitap (Yahudi, Hristiyan, Sabii, Müslüman
vb) değil, tevhide bağlı kalan Ehl-i Kitap’a yöneliktir. Ayette, Ehl-i Kitap’ın
namuslu kadınlarıyla evlenmeye izin verilmektedir.
6. “Ey iman edenler! Salata (Allah’a yönelme duasına)
kalktığınız zaman, yüzlerinizi ve dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın.
Başınızı ve aşık kemiklerinize kadar ayaklarınızı da mesh edin.1
Eğer cenabetli2 iseniz, o zaman taharetlenin (temizlenin/yıkanın).
Eğer
hastaysanız ya da seferdeyseniz veya sizden biriniz tuvaletten gelmişse ya da
kadınlara (cinsel olarak) dokunmuşsanız fakat su
bulamamışsanız, o zaman tayyib (temiz, sağlıklı) bir toprağa teyemmüm
edin (yönelin) ve onunla (toprakla) yüzünüzü ve ellerinizi mesh
edin (silin).3 Allah, size güçlük (çıkarmak) istemez fakat sizi tertemiz kılmak ve size (verdiği) nimetini
tamamlamak ister ki şükredesiniz.”
Tüm vücudun yıkanması veya sadece salat için yıkanma
Tevrat’ta da bir çok yerde geçer. Örneğin; “Eğer bir adamdan (uyku veya başka
nedenlerle) meni akarsa, (akan su yoksa) tüm bedenini mikveye (en
az 332 litre su kapasitesine sahip olan küçük havuza/küvete) daldırır…” (Levililer, 15:16)
“Kazanı (mikveyi) da Mişkan (Buluşma çadırı, ibadethane) ile
sunak arasına koydu. İçine de yıkanmak üzere su koydu; Musa, Harun ve oğulları
orada ellerini ve ayaklarını yıkasınlar diye. Mişkana girdiklerinde de sunağa
yaklaştıklarında da Yahve’nin Musa’ya buyurduğu gibi yıkanmalıdırlar.” (Çıkış,
40:30-32)
“Harun, (bu iç) Kodeşe (kutsal yere) şu koşullarda gelecektir: …
Onları (elbiselerini) da bedenini mikveye daldırdıktan sonra giyecek.”
(Levililer, 16:3, 4)
2 Sözlükte “uzaklaşmak”
manasına gelen “cenabet” kelimesi, fıkıh terimi olarak cinsî
münasebette bulunan veya başka sebeplerle cinsî zevk duyarak menisi akan
kimsenin durumunu ifade eder.
3 Burada
su ile salat (Allah’a yönelme duası için) yıkanma veya cenabetli olunca tüm
vücudun yıkanılamaması durumunda toprak ile teyemmüm alınabileceği
belirtilmektedir.
“تَيَمَّمُوا”
(teyemmemû) ifadesi, kök olarak” “ي م م” (ymm)'den gelir ve genel
anlamıyla “bir şeyi kastetmek, yönelmek, amaçlamak” demektir. Bu, bağlamına
göre farklı anlamlar kazanabilir. Kur'an'da yer alan “fakat su bulamamışsanız,
o zaman tayyib (temiz, sağlıklı) bir toprağa teyemmüm edin (yönelin)
ve onunla (toprakla) yüzünüzü ve ellerinizi mesh edin (silin)” şeklindeki ifade ile de su
ile temizlenme (yıkanma, arınma) imkanı yoksa toprağa yönelerek onunla
temizlenmeyi (arınmayı) ifade etmektedir. Bu ifade Kur’an’da 3 kez geçer:
2:267; 4:43; 5:6.
Bu
cümle, aynı sözcüklerle 4:43 ayetinde de tekrarlanmaktadır. Teyemmüm, 4:43 ayetinde daha ayrıntılı
anlatılmaktadır.
7. Ve Allah’ın üzerinizdeki nimetini ve “İşittik
ve itaat ettik!” şeklinde O’nunla yaptığınız ahdi (antlaşmayı)
zikredin (hatırda tutun, anın). Ve Allah’a karşı takvalı olun (Allah’ın
emirlerine uyup, yasaklarından kaçının)! Şüphesiz ki Allah, göğüslerin özünü (içlerinden geçeni) bilendir.
8. Ey iman edenler! Allah için kavvam (adaleti ayakta tutan) olun, adaletle
şahitlik edin ve bir topluluğa olan kininiz sizi
adaletsizlik etmeye sevk etmesin. Adil olun, bu takvalı olmaya daha
yakındır. Allah’a karşı takvalı olun. Yaptıklarınızdan haberdar olan Allah’tır.
9. Allah, iman eden ve salihât (doğru,
yapıcı, erdemli fiiller) işleyen kimselere bağışlanma ve âzîm (muazzam)
bir ecir (karşılık) vadetmiştir.
10. Ayetlerimiz ile küfreden (gerçeği örten) ve yalanlayan kimseler de,
işte onlar cahim halkıdır.
11. Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini
zikredin (hatırda tutun, anın).
Hani bir topluluk ellerini size uzatmaya (saldırmaya) yeltenmişti. Bunun
üzerine onların ellerini önlemişti. Ve Allah’a karşı takvalı olun. Artık
müminler, yalnızca Allah’a tevekkül etsinler (O’na güvensinler, O’na
dayansınlar).
12. Andolsun ki Allah,
İsrailoğullarından misak almıştı. İçlerinden de on iki temsilci göndermiştik.1 Ve Allah demişti ki:
“Şüphesiz ki Ben sizinle beraberim! Eğer salatı doğru ve istikrarlı biçimde
yapar2
ve zekâtı verir ve elçilerim ile iman eder (Onların
aracılığıyla inanır, güvenir) ve onları destekler ve Allah’a da güzel borç verirseniz, o zaman
kötülüklerinizi örterim, sizi de altlarından nehirler akan cennetlere sokarım.3 Bundan sonra sizden kim
küfrederse (gerçeği örterse), o zaman düzgün (doğru)
olan yoldan sapmış olur.”
1 Yüce Allah, İsrailoğullarının 12 boyundan birer
temsilci seçmesini Musa’ya bildirmiş ve dinin doğru uygulanması anlamında
kendilerini takip etmelerini, bilgilendirmelerini, onlara örnek olmalarını
emretmiş olabilir.
2 1 “صَّلٰوةَ” (salât)
kelimesi, Arapça “ص ل و” (s-l-v) kökünden türemiştir. Bu kök, “eğilmek,
yönelmek ve bir şeyi takip etmek” gibi anlamlar taşımaktadır. Bu yönelme, hem
fiziksel hem de mecazi anlam taşır. Kur’an’da ise “salât” bağlama göre şu
anlamlarda kullanılmıştır:
Allah’a yönelik salât: “Allah’a yönelme,
Allah’a dua etme” anlamına gelir.
Allah’ın salât etmesi: “Allah’ın rahmet ve
yardım etmesi” şeklinde yorumlanır.
İnsanlar arası salât: “Birisi için dua
etmek, destek olmak, dayanışma içinde olmak” gibi anlamlar taşır.
“أَقِيمُوا” (âkîmû) kelimesi, “sağlamlık, doğruluk, istikrar ve dik
duruş” gibi anlamlara gelen 'ق و م' (k-v-m) kökünden türemiştir. “أقيموا
الصلاة” (akim us-salât) ifadesi de emir kipinde olup 'düzgün
şekilde yerine getirin', ‘doğru ve istikrarlı bir şekilde yapın’, 'istikamet
üzere uygulayın' gibi anlamlara gelir.
3 Bu ifade salat, oruç, zekât, kurban vs.
ibadetlerin eski ümmetlerden beri farz olduğunun delillerindendir. Benzer
mesajlar: 2:83, 183; 3:39; 10:87; 14:40; 18:21; 19:31, 55, 59; 20:14; 22:26-30,
34-37; 21:73; 31:17; 42:13.
13. Ve Misaklarını (sözlerini) bozmalarından dolayı onları
lanetledik ve kalplerini kaskatı ettik. Kendilerine
zikredilenden (hatırlatıcı
olan Tevrat’tan) bir pay almayı unutarak kelimeleri tahrif1
ettiler. İçlerinden azı hariç, onlardan daima bir ihanet
göreceksin. Yine de onları affet ve onlardan vazgeç. Şüphesiz ki Allah
Muhsinleri (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapanları)
sever.
1 Tahrif; Ayetlere
gerçek anlamından farklı anlamlar vererek, ayetleri anlamından saptırarak
insanları kendi amaçları doğrultusunda kandırmaktır.
14. “Bizler Nasarayız.”1 diyenlerden de misak almıştık.2
Fakat onlar, kendilerine zikredilenden (hatırlatıcı olan İncil’den) bir
pay almayı unuttular. Bu
yüzden kıyamet gününe kadar
aralarına buğz (kin, nefret) ve düşmanlık
saldık. Ve Allah, yakında onlara yapıp ettiklerini haber verecektir.
1 “Nasara”, Yardımcılar anlamına gelmektedir. İsa Nebi’ye
ilk yardım edenlerin Suriye’nin Nasara yöresinde yaşayanlar olduğu için İsa’ya
‘Nasıralı İsa’ denildiği belirtilmektedir.
Yüce Allah’ın, İsa Nebi’nin öğretileriyle iman
edene “Nasara” şeklinde hitap ettiğini görmekteyiz. Bu öğretiyle iman
eden kişiye de “Nasrani” denilmektedir.
İsa’nın öğrencilerine daha sonra Antakya’da ilk
defa ‘Mesihçiler’ dendiği de İncil’de belirtilmektedir. (Elçilerin İşleri,
11:26)
“Hıristiyan” terimi İsa “Mesih’i takip eden” ve “onun
öğretilerine inanan” anlamına gelmektedir. Aslında bu ifadenin, ilk olarak MS
1. yüzyılda Antakya’da Romalılar tarafından, İsa Nebi’nin öğretilerine uyanları
tanımlamak ve aşağılamak için kullanıldığı ancak zamanla Nasraniler tarafından
da benimsendiği belirtilmektedir.
2 Nasranilerin verdikleri söz ile kastettikleri,
2:83-84 ve 5:12’te geçtiği üzere, Yahudilerden alınan sözün içeriğinin aynısı
olabileceği gibi, 3:52 ve 61:14’te belirtildiği şekliyle İsa’nın havarilere
sorduğu “Allah’a doğru (giden yolda) kim bana yardımcı olacak?” şeklindeki soruya “Biz Allah’ın
yardımcılarıyız.” cevapları da olabilir.
15. Ey Ehl-i Kitap! Gerçekten de size elçimiz geldi!
Kitap’tan gizliyor olduğunuz şeylerin çoğunu size beyan ediyor (açıklıyor),
çoğunu da affediyor. Gerçekten
de size, Allah’tan bir nûr (ışık) ve mübin (açıklayan, açıklığa
kavuşturan, apaçık) bir kitap geldi.
16. Onunla Allah,
rıdvanına (O’nun rızasına, hoşnutluğuna) tabi olan
kimseleri selam (esenlik ve barış) yollarına yönlendirir. Kendi izni ile
de onları karanlıklardan nura çıkarır ve onları sırat-ı müstakime (dosdoğru
olan yola) doğru yönlendirir.
17. “Meryem’in oğlu
Mesih şüphesiz ki O’dur; Allah’tır!” diyen kimseler kesinlikle küfrettiler (gerçeği
örttüler). De ki: “Eğer Allah, Meryem oğlu Mesih’i ve annesini ve
yeryüzünde olan kimseleri topluca helak
etmek isterse, o zaman Allah’ın
herhangi bir şeyine kim malik olabilir (Allah’a ait olan bir şeye kim sahip
çıkabilir / O’nu engelleyebilir)? Göklerin (7 evrenin) ve yerin ve bunların
arasındakilerin mülkü (onlara hükmetme yetkisi) Allah’ındır. (O)
İstediğini yaratır. Ve Allah, her şeye Kadirdir (her şeye gücü yetendir).
18. Yahudi ve Nasara
dedi ki: “Biz, Allah’ın oğullarıyız ve O’nun sevdikleriyiz!” De ki: “O halde
size niçin günahlarınız ile azap ediyor? Hayır! Sizler, O’nun yarattıklarından
bir beşersiniz (insansınız).” (Allah), istediği
kimseyi bağışlar, istediği kimseye de azap ettirir. Göklerin (7 evrenin) ve
yerin ve onların arasındakilerin mülkü (otoritesi) Allah’ındır. Dönüş de
O’nadır.
19. Ey Ehl-i Kitap!1 “Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi.”
demeyesiniz diye, Resullere (elçilere) ara verildiği bir dönemde gerçekten
de sizlere beyanda bulunan bir resul size geldi. Bundan dolayı size bir
müjdeleyici ve bir uyarıcı geldi. Ve
Allah, her şeye Kadirdir
(her şeye gücü yetendir).
1 Kur’an’da
“Kitap” kelimesi bazen Allah tarafından indirilmiş tüm yazılı olan vahiyleri,
yani kutsal metinleri ifade eder. Bu durumda, hem Tevrat, İncil hem de Kur’an
gibi ilahî kitapları kapsar.
20. Hani Musa, kavmine demişti ki: “Ey kavmim!
Allah’ın size olan nimetini zikredin (hatırda tutun, anın). O, aranızdan nebiler
çıkardı ve sizi melikler (krallar) kıldı. Ve âlemlerde kimseye vermediği
şeyleri size verdi.
21. Ey kavmim! Allah’ın
size yazdığı kutsal toprağa1
girin ve
arkanıza dönmeyin. Yoksa hüsrana uğrayarak dönmüş olursunuz.”
1 20:12’de de geçen el-mukaddes sözcüğü “Tuvâ
Vadisi” ile ilişkilendirilmekteyken, Kur’an’da sadece bu ayette geçen
el-mukaddeseh sözcüğü ise “kutsal, mukaddes, kutsanmış”, “tertemiz”, “mübarek”
gibi anlamlar içermektedir ki müfessirlerin yorumuna göre bu topraklar
İbrahim’e vadedilmiş olan Filistin, Eriha, Şam, Ürdün diyarı olabilir.
22. “Ey Musa! Orada cebbar (çok güçlü, zorlayıcı, kuvvetli) bir toplum var! Onlar çıkmadıkça biz oraya
girmeyiz! Eğer oradan çıkarlarsa, biz de gireriz.” dediler.
23. Korkanların arasından Allah’ın kendilerine
lütufta bulunduğu iki adam1 da dedi ki: “Onlara karşı kapıdan girin. Eğer
girerseniz galip geleceksiniz. Ve eğer iman ediyorsanız (İnanıyor ve güveniyorsanız), Allah’a
tevekkül edin (Allah’a güvenin, dayanın).”
1 Bu husus Tevrat’ta şöyle anlatılmaktadır: “Ülke
hakkında bilgi toplayanlardan Nun oğlu Oşea ile Yefune oğlu Kaleb de
giysilerini yırttılar ve tüm İsrailoğulları cemaatine dediler ki: “Hakkında
bilgi toplamak gayesiyle gittiğimiz ülke, o çok iyi bir ülke! Eğer Yahve bizden memnun olursa bizi de bu
ülkeye, ki süt ve balın aktığı ülkedir, getirecek ve onu bize verecektir.
Sadece Yahve’ye isyan etmeyin! Ülkenin halkından da korkmayın. Çünkü onlar
ekmeğimizdir. Zira korumaları onlardan ayrıldı ve Yahve bizimledir; onlardan
korkmayın!” Ama tüm cemaat onları taşa tutmakla tehdit etti…” (Sayılar,
14:6-10)
24. Dediler ki: “Ey
Musa! Onlar orada oldukça şüphesiz ki oraya asla girmeyeceğiz! O halde sen ve
Rabbin gidin, o halde savaşın! Şüphesiz ki işte burada oturacağız!”
25. Dedi ki: “Rabbim! Ben, kendimden ve kardeşimden başkasına malik
değilim (söz geçiremiyorum). O
halde bizimle, fasıklar topluluğunun arasını ayır!”
26. Dedi ki: “O halde orası (vadedilen toprak) onlara kırk yıl haram
kılındı! Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Öyleyse fasıklar topluluğu için
üzülme!”
İsrailoğullarının kırk yıl dolaştırılması,
Tevrat ayetlerinde, şöyle yazılıdır: Sayılar, 32:13; “İsrailoğullarına öfkelenen Rab, kötülük
yapan o kuşak tümüyle yok oluncaya dek, 40 yıl onları çölde dolaştırdı.”
27. Onlara, iki Ademoğlunun haberini hak (doğru,
gerçek) ile tilavet et (oku, aktar). (Allah’a) birer kurban
sunmuşlardı da birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. Dedi
ki: “Seni kesinlikle katledeceğim.” (Diğeri de) dedi ki: “Şüphesiz ki
Allah, muttakilerden (Allah'a karşı gelmekten sakınanlardan) kabul eder.
Bu
husus, Tevrat’ta (Başlangıç, 4:1-6) ve İncil’de (İbraniler, 11:4) anlatılmaktadır.
Buradaki
kıyaslama, getirilen sununun türü (bitki veya hayvan) ile ilgili değil,
rastgele ve kayıtsızca getirilen (toprağın ürünlerinden) bir sunu ile seçkin
sunu (sürünün ilk doğanı; sununun özenle ve itaatle sunulduğunu gösterir)
arasındaki farkla ilgilidir. Sunu getiren kişinin amacı ve tutumu son derece
önemlidir. Allah, Habil’in sunusunu imanından ötürü kabul etmiştir.
28. Eğer sen, beni
katletmek için elini bana uzatırsan, ben de seni katletmek için elimi uzatacak
değilim. Şüphesiz ki ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.
29. Şüphesiz ki benim
ism’imi (Allah’ın yasakladığı her türlü söz, fiil ve
kötü düşüncelerimi) de kendi ism’ini de yüklenmeni isterim, böylece ateş
halkından olasın. Zalimlerin cezası (karşılığı) budur.”
30. Böylece nefsi onu,
kardeşini katletmeye kışkırttı ve böyle onu katletti. Böylece hüsrana
uğrayanlardan olarak sabahladı.
31. Derken Allah,
kardeşinin cesedini nasıl örteceğini ona göstermek için toprağı eşeleyen bir
karga gönderdi. Dedi ki: “Yazıklar olsun! Şu karga kadar olamadım, kardeşimin
mahremini (cesedini) örtmekten aciz miyim?” dedi ve
pişmanlık duyanlardan olarak sabahladı.
32. İşte bu nedenle
İsrailoğullarına yazdık: “Kim, cinayet işlememiş veya yeryüzünde bozgunculuk
yapmamış birini katlederse, o zaman insanların tümünü katletmiş gibidir. Kim de
onu yaşatırsa, o zaman insanların tümünü yaşatmış gibi olur.” Resullerimiz onlara beyyinelerle (apaçık
kanıtlarla) geldiler. Ama onların çoğu bundan sonra da arḍda (yeryüzünde, egemen oldukları yerde) israf
etmektedirler (haddi aşmaktadırlar).
33. Allah’a ve resulüne karşı savaşanların ve arḍda (yeryüzünde, egemen oldukları yerde) fesat (bozgunculuk)
çıkarmaya çalışanların cezası (karşılığı),
şüphesiz ki katletmeleri veya çarmıha gerilmeleri (asılmaları) veya
ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi veya yerlerinden
sürülmeleridir. Bu, onlar için bu dünyada bir aşağılanmadır. Ahirette ise onlar
için âzîm (muazzam) bir azap vardır.
34. Onlar hakkında karar vermeden önce tevbe
eden (O’na yönelen) kimseler
hariç. Bilin ki, şüphesiz ki Allah, Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları Örten
ve Bağışlayandır, Merhametlidir).
35. Ey iman edenler! Allah’a
karşı takvalı olun ve O’na vesile arayın.1 Ve O’nun yolunda cihad edin (fedakârlık yapın, gayret gösterin)! Umulur
ki felaha (kurtuluşa, saadete)
erersiniz.
1 Yani, “Allah’ın, yakınlığı ve rızasını
kazanmanıza yardım edecek her türlü aracın peşinden koşun.” denmektedir. Buna
“kişinin Allah ile arasına başkalarını sokması” şeklinde bir anlam vermek
kesinlikle doğru değildir. Vesile, başka varlıkları aracı edinmek olamaz; çünkü
aracılık şirktir. Ayetin devamında, Yüce Allah’ın yolunda cihat etmek yani
fedakârlık yapmak dile getirilmekte, böylece vesile ile ne kastedilmiş olduğu
da anlaşılmaktadır.
36. Şüphesiz ki küfreden kimseler, kıyamet
gününün azabından kurtulmak için yeryüzündekilerin tamamını fidye verseler
onlardan kabul edilmez. Ve onunla birlikte bir o kadarını daha... Onlar için
elem verici bir azap vardır.
37. Ateşten çıkmak isterler! Fakat oradan asla
çıkamazlar. Ve onlar için kalıcı bir azap vardır.
38. O halde hırsız erkeğin ve hırsız kadının
yaptıklarına karşılık, Allah’tan ibret olarak her ikisinin elini böylece kesin.2 Ve Allah Aziz’dir, Hakîm’dir (mutlak güç ve otorite sahibidir; hikmetle hüküm verendir).
1 Buradaki “kesin” cümlesindeki “اقْطَعُٓو” (âkta’û) kelimesi ile 12:31 ve
15:50 ayetlerindeki “قَطَّعْنَ” (kâtâ’nâ) (kestiler) kelimesi aynı
kelimedir. 12:31 ayetinde Allah’ın, kadınların ellerini tamamen kestiği
şeklinde anlaşılmamaktadır ve “Allah’ın onların ellerini yaraladığı”
şeklinde anlaşılmaktadır. Bu nedenle de bu ayette kullanılan “kesin” ifadesi
ile; hırsızın elinin tamamen kesilmemesi mi, hırsızın elinin
yaralanması mı yoksa hırsızın elinin işaretlenmesi mi anlaşılması
hususunda farklı görüşler ortaya çıkmıştır.
39. O halde kim yaptığı zulümden sonra tevbe
eder ve kendini ıslah ederse, o zaman Allah şüphesiz ki onun tevbesini kabul
eder. Şüphesiz ki Allah, Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları Örten ve Bağışlayandır,
Merhametlidir).
40. Bilmez misin, göklerin (7 evrenin) ve yerin mülkü (egemenliği)
şüphesiz ki Allah’ındır. İstediğini cezalandırır (karşılığını
verir), istediğini de bağışlar. Ve Allah, her şeye Kadir’dir (her
şeye gücü yetendir).
41. Ey Resul! küfürde (hakkı örtmede) yarışan kimseler seni
hüzünlendirmesin! Kalpleri iman etmemişken, onlar ağızlarıyla
“iman ettik” derler. Yahudilerden de yalana ve sana gelmeyenler kulak veren
kimseler vardır. Başka bir topluluğa kulak verirler. Kelimeleri
tahrif ederek “Eğer size bu verilirse alın ve eğer verilmezse, o zaman
sakının.” derler. Allah da birini fitneye düşürmek isterse, artık sen onun için
Allah’a karşı hiçbir şey yapamazsın. Allah’ın, kalplerini temizlemek istemediği
kimseler işte onlardır! Onlar
için de dünyada rezillik vardır, ahirette de âzîm (muazzam)
bir azap vardır.
42. Yalana kulak verirler ve suht (gayrimeşru kazanç, haksız kazanç) yerler.
Buna rağmen eğer sana gelirlerse, istiyorsan aralarında hüküm ver, istiyorsan
da onlara aldırma! Eğer onları
umursamazsan, o zaman asla sana zarar veremezler. Ve eğer hüküm verirsen, o
zaman aralarında adaletle hükmet! Şüphesiz ki Allah, adil davrananları sever.
43.
İçinde
Allah’ın hükmü (kısas hükmü) bulunan Tevrat da
yanlarında duruyorken seni nasıl hakem yapıyorlar? Sonra, onun ardından
sırtlarını dönüyorlar. Onlar, iman ediyor değillerdir.
44. Şüphesiz
ki içinde hidayet (rehberlik) ve nur bulunan Tevrat’ı Biz
indirdik.1 İslam olmuş (teslim olmuş) Nebiler,
Allah’ın Kitabındakini gözetmekle görevlendirildikleri için Yahudi kimselere
onunla hükmederler; Rabbaniler (Rabbe adanmış olanlar) ve ahbar (din
bilginleri) da. O halde insanlardan korkmayın, Benden korkun! Ayetlerim
ile de azıcık bir semeni (dünyalık bir değeri; parayı, malı, makamı,
çıkarı) satın almayın. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte
onlar kâfirlerin ta kendileridir.
1 Tevrat, İsa’dan önceki tüm İsrail nebileri vasıtasıyla
vahyedilen tüm kutsal yazıların bir toplamıdır. Kur’an’ın da hiçbir yerinde
Tevrat’ın Musa’ya verildiğine dair bir bilgi görmüyoruz.
45. Ve
onda onlara şöyle yazdık: “Şüphesiz ki cana can, göze göz, burna burun, kulağa
kulak, dişe diş ve yaralara kısas!”
Artık kim onu (hakkını)
tasadduk ederse (hakkından vaz geçerse, bağışlarsa), o zaman o
kendisi için kefaret (bağışlanma) olur. Kim de Allah’ın indirdiği ile
hükmetmezse, o zaman onlar zalimlerdir!
46. Onların ardından da
yanlarındaki Tevrat’ı tasdik eden (doğruluğunu onaylayan)
olarak Meryem oğlu İsa’yı gönderdik. Ona da içinde hidayet ve nur bulunan ve
yanlarındaki Tevrat’ı tasdik eden ve muttakiler (Allah'a karşı gelmekten
sakınanlar) için hidayet ve vaaz (öğüt, uyarı) olan İncil’i verdik.
Bu
ayette geçen “fasıklar” (sapkınlar, yoldan çıkanlar), 44’üncü ayette geçen
“kâfirler” ve 45’inci ayette geçen “zalimler” ifadeleri, Yüce Allah’ın
indirdikleriyle hükmetmeyenlerin durumunu tarif etmektedir. Allah’ın
hükümlerini kabul etmeyenler “kâfir”; o hükümleri uygulamayanlar “nankör” ve
“zalim”; Allah’ın hükümleri yerine kendi arzularına göre hükmedenler ise
“fasık” olurlar. Zira ilahi bir hükmü reddetmediği sürece kişi günahkâr olsa da
inançsızlıkla itham edilemez.
Ayrıca
dikkat edilirse Yahudi ve Nasranilerden, kendi kitaplarına (Tevrat ve İncil’e)
göre hükmetmeleri istenmektedir.
48. Sana da bu Kitabı hak (doğru, gerçek) olarak, yanlarındaki Kitabı (Tevrat’ı, İncil’i) tasdik eden
(doğruluğunu onaylayan) ve ona müheymin (onlar hakkında güven veren) olarak
indirdik. O halde aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Sakın sana
gelen hakkı (gerçeği, hakikati) bırakıp onların hevalarına (arzu ve
isteklerine) uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat (hukuk sistemi)
ve bir yol (hayat tarzı) belirledik. Eğer Allah isteseydi, sizi bir tek
ümmet (topluluk) yapardı. Ancak size verdikleri ile sizi sınıyor. O halde hayratta (iyi, hayırlı işlerde) yarışın!
Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri size
bildirecektir.
49. Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet ve
onların hevalarına (arzu ve isteklerine)
uyma! Allah’ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmalarından da
onlardan da sakın. Eğer sırt dönerlerse, bil ki Allah, ancak bazı günahlarından
dolayı onlara bir musibete uğratmak istiyordur. Şüphesiz
ki insanların çoğu fasıktır.
50. Yoksa aradıkları cahiliye yasaları mıdır?
Kesin olarak iman etmiş bir topluluk için Allah’tan ahsen (daha güzel, daha iyi) hüküm veren kimdir?
51. Ey iman edenler! Yahudi ve Nasarayı evliya
edinmeyin! Onlar birbirlerinin velileridirler (dostudur, rehberidir, koruyup gözetenidir).
O halde sizden kim onları kendine mütevelli (dost, rehber, haklarını
koruyup gözeten) edinirse, şüphesiz ki onlardandır. Şüphesiz ki Allah, zalimler topluluğuna
hidayet (kılavuzluk) etmez.
52. Böylece, kalplerinde
hastalık bulunanların (münafıkların), “Başımıza bir musibet
gelmesinden korkuyoruz!” diyerek onlara koştuklarını görürsün. Belki de Allah
bir fetih (zafer) getirir ya da kendi katından bir emir (hüküm,
karar)! Böylece, içlerinde gizledikleri şeyden pişman olarak sabahlarlar!
53. İman
edenler, “Sizinle beraber olduklarına dair var güçleriyle Allah ile (O’nun
adıyla) yemin eden kimseler bunlar mı?” derler. Onların amelleri
(yaptıkları) boşa gitti ve böylece
hüsrana uğrayanlardan olarak sabahladılar.
54. Ey iman edenler!
Sizden kim kendi dininden dönerse,1
o zaman yakında Kendisinin sevdiği, onların da O’nu sevdiği bir topluluk
getirir. Müminlere karşı zelildirler (mütevazi, alçak
gönüllüdürler), kâfirlere karşı ise izzetlidirler (güçlü ve
onurludurlar). Allah yolunda cihad (mücadele) ederler2
ve kınayanların kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın fazlıdır (lütfudur,
cömertliğidir)! Onu, dilediği kimseye verir. Ve Allah Vâsi’dir, Alim’dir (ilmi ve merhameti her şeyi kuşatandır;
her şeyi bilendir).
1 Bu mesaj 2:217 ve 47:38 ayetleriyle birlikte
okunmalıdır. Söz konusu ayetlerden de anlaşıldığı üzere, müminlere karşı bir
savaşa girişmedikleri sürece İslam dininden çıkanlara (mürtetlere)
dünyevi herhangi bir ceza verilemez. Onları yeniden kazanmak için çalışılmalı.
2 “Cihad/cehd” sözcüğü Arapça’da bir amaca ulaşmak için
kişinin elinden gelen çabayı sarfetmesi anlamına gelir. Ancak çoğu Kur’an
çevirilerinde buna genellikle savaşmak anlamı verilmektedir. “Cihad edenler”
ifadesini de “Savaşanlar” biçiminde çevirmektedirler. Oysa “Cehd” kökünden
gelen sözcükler, akılcı ve düşünsel çabalar anlamına gelir. Savaş ise “Kital”
kökünden gelen sözcüklerle Kur’an’da bildirilmiştir. Benzer
mesajlar: 4:133; 6:133; 9:39; 11:57; 14:19; 35:16; 47:38.
55. Şüphesiz ki veliniz (dostunuz,
rehberiniz, koruyup gözeteniniz) ancak Allah, elçisi ve müminlerdir.
Onlar, salatı doğru ve istikrarlı biçimde yapan ve zekâtı veren ve rükû eden
kimselerdir.
56. Kim, Allah’ı ve Resulünü ve iman edenleri
mütevelli (dost, rehber, haklarını koruyup gözeten) edinirse, şüphesiz ki onlar
hizbullahtır (Allah’ın
taraftarlarıdır). Galip gelenler onlardır. (Benzer
ayetler: 3:139; 28:35; 37:173; 58:21)
Hizb
sözcüğü; parça, kısım; cemaat ve taife anlamlarına gelir. Hizb ve çoğulu olan
ahzâb sözcüğü Kur’an’da 20 yerde geçer. Bunlardan 2 yerde (5:56; 58:22) hizbullah
(Allah’ın hizbi, taraftarları, grubu); 1 yerde (58:19) de hizbuşşeytan
(aldatanın, saptıranın grubu, taraftarları) ifadesi geçmektedir.
57.
Ey
iman edenler! Sizden önce kitap verilen kimselerden dininizi alay ve oyun
konusu edinen kimseleri ve kâfirleri (örtenleri) evliya (dostlar,
rehberler, koruyup gözetenler) edinmeyin. Ve eğer müminler iseniz
Allah’a karşı takvalı olun (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından
kaçının)!
58. Salat’a
çağrıldığınız zaman da onu alay ve oyun konusu edinirler. İşte bu, onların
aklını kullanmayan bir toplum olmalarındandır.
59. De ki: “Ey Ehl-i
Kitap! Yalnızca Allah ile ve bize indirilen ile ve ondan önce indirilen ile
iman ediyoruz diye mi bizden nefret ediyorsunuz? Şüphesiz ki çoğunuz fasıksınız
(yoldan çıkmışsınız).”
60. De ki: “Allah katında bundan daha şerli bir musibeti size
haber vereyim mi? Allah’ın lanetlediği ve gazaba uğrattığı ve onlardan
maymunlar ve domuzlar kıldığı ve tağuta (zorbaya) kulluk eden kimseler; işte onlar,
mekanı (konumu) şer (kötü) olanlardır. Düz (doğru) olan
yoldan da sapmışlardır.”
61. Ve size
geldiklerinde “iman ettik.” dediler. Oysa onlar, yanınıza küfür ile girdiler ve
onunla (küfürleriyle) çıktılar. Allah da gizliyor
oldukları şeyleri en iyi bilir.
62. Onlardan çoğunu da
ismde (Allah’ın yasakladığı fiillerde) ve
düşmanlıkta ve suht (rüşvet, gasp veya gayrimeşru kazanç) yemede
yarıştıklarını görürsün. Yapmakta oldukları şeyler ne kötüdür!
63. Rabbaniler
(Rabbe adanmış olanlar) ve ahbar (din bilginleri) onları, ism (Allah’ın
yasakladığı) sözler söylemekten ve suht (gayrimeşru) olan şeyleri
yemekten men etmeleri gerekmez miydi? Onların yapmakta oldukları ne
kötüdür!
64. Yahudiler, “Allah’ın eli bağlıdır.” dedi. Böyle dedikleri
için onların elleri bağlandı1 ve lanetlendiler. Bilakis, (Allah’ın) iki eli de yayılmıştır. Nasıl
istiyorsa o şekilde infak
eder.
Rabbinden sana indirilen, onların çoğunun tuğyanını (azgınlığını) ve küfrünü artıracaktır.
Kıyamet gününe kadar da onların arasına buğz (kin, nefret) ve düşmanlık
bıraktık. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür. Arḍda
(yeryüzünde, egemen oldukları yerde) da fesat (bozgunculuk)
çıkarmaya çalışırlar. Allah da fesatçıları sevmez.
65. Eğer
Ehl-i Kitap iman etmiş olsalardı ve takvalı olsalardı, elbette ki seyyielerini
onlardan küfrederdik (kötülüklerini örterdik)
ve onları Naim (nimet)
Cennetlerine sokardık.
66. Ve
eğer onlar, Tevrat’ı ve İncil’i ve Rablerinden kendilerine indirileni (Kur’an’ı)
tam olarak ikame etselerdi (uygulasalardı), o zaman hem üstlerinden
hem de ayaklarının altından (yerin ve göğün bütün nimetlerinden) yerlerdi.
Onlardan muktesid (orta yol tutan, iktisatlı) olan bir topluluk vardır,
onlardan çoğunun ise amelleri (fiilleri, yaptıkları) kötüdür!
67. Ey
Resul! Rabbinden sana indirilmiş olanı tebliğ et (duyur).
Eğer yapmazsan, o zaman O’nun risaletini (mesajını) tebliğ etmemiş
olursun.
Allah seni insanlardan korur. Şüphesiz ki Allah, kâfir topluma hidayet (kılavuzluk) etmez.
68. De ki: “Ey Ehl-i Kitap! Sizler, Tevrat’ı ve İncil’i ve
Rabbinizden size indirilmiş olanı (Kur’an’ı) ikame edinceye (uygulayıncaya) kadar bir
şey (bir dayanak) üzerinde olmazsınız.”1 Rabbinizden
sana indirilmiş olan, onlardan çoğunun tuğyanını (azgınlığını) ve
küfrünü artıracaktır. O halde sen, o kâfir topluluğa üzülme!
1 Tevrat’ı, İncil’i ve Rablerinden kendilerine
indirileni yani önceki mesajları veya Kur’an’ı duydukları halde uygulamadıkları
sürece hiçbir esas üzere olmayacaklarını bildirmektedir.
69. Şüphesiz ki iman eden kimseler (müminler)
ve Yahudi olan kimseler ve Sabiiler1 ve Nasara2…
Kim Allah ve ahir (son, ahiret) gün ile iman ederse (inanıp
güvenirse) ve salih olanı (doğru, yapıcı, erdemli olan
fiilleri) işlerse, o zaman onlar için korku
yoktur, onlar hüzünlenecek de değildirler.3
1 Sabiiler, Güney Irak’ta Fırat ile Dicle’nin birleştiği
bataklık bölgelerde, Basra ile Bağdat gibi şehirlerde ve İran’da Kârûn nehri
boyunca yer alan yerleşim birimlerinde yaşarlar. Sabiiler kendi dinlerinin
Adem’le birlikte başlayan ilk din olduğunu iddia etseler de gerçekte Sabiiliğin
tarihçesi günümüzden yaklaşık iki binyıl önce başlar. Sabiiler tarafından büyük
bir önder ve ışık nebisi diye adlandırılan Yahyâ, Yahudi olarak doğmuş, ancak
nebi olunca Yahudiliğe karşı çıkıp Yeruşalim (Kudüs) dışında kendi cemaatini
kurmuştur. İsa’nın, risaleti öncesinde zaman zaman Yahyâ’nın vaazlarını
dinlemeye gittiği, hatta bir defasında bizzat onun eliyle suya dalıp çıkmak
suretiyle vaftiz edildiği bilinmektedir (Matta, 3:13-15).
Sabiiler, Yahya Nebi’ye indiği belirtilen Ginza
adı verilen kitaba inanırlar (19:12; 6:84-89).
Günümüzde 80-100.000 civarında bir topluluk olan Sabiiler gnostik (sezgi
yoluyla alınan bilgiyle kurtuluşa inanılan) öğretileri ve kendilerine has
dilleriyle oldukça zengin bir dinî literatüre sahiptir.
2 “Nasara”, Yardımcılar anlamına gelmektedir. İsa Nebi’ye
ilk yardım edenlerin Suriye’nin Nasara yöresinde yaşayanlar olduğu için İsa’ya
‘Nasıralı İsa’ denildiği belirtilmektedir.
İsa’nın öğrencilerine ise; Antakya’da ilk defa
‘Mesihçiler’ dendiği de İncil’de belirtilmektedir. (Elçilerin İşleri, 11:26)
“Hıristiyan” terimi İsa “Mesih’i takip eden” ve “onun
öğretilerine inanan” anlamına gelmektedir. Aslında bu ifadenin, ilk olarak MS
1. yüzyılda Antakya’da Romalılar tarafından, İsa Nebi’nin öğretilerine uyanları
tanımlamak ve aşağılamak için kullanıldığı ancak zamanla Nasraniler tarafından
da benimsendiği belirtilmektedir.
Tüm bu sürece rağmen Yüce Allah’ın, İsa Nebi’nin
öğretileriyle iman edene “Nasara” şeklinde hitap ettiğini görmekteyiz.
Bu öğretiyle iman eden kişiye de “Nasrani” denilmektedir.
3 Bu ayette, Allah ve ahiret günü ile iman edip
salih işler yapan mümin, hidayet edilen, Nasara ve Sabii gibi Ehl-i Kitap
mensuplarının Allah katında ödüllendirileceklerinin ve azap görmeyeceklerinin
müjdesi verilmektedir. Aynı mesaj
Bakara, 2:62 ayetinde de tekrarlanmaktadır.
Ayrıca: Ehl-i Kitap’ın içinde müminlerin bulunduğu
başka ayetlerde de belirtilmektedir: “Ehl-i Kitap iman etmiş olsaydı,
kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler vardır, ama çokları
fasıktır… Onlar eşit değildirler. Ehl-i Kitap’tan kıyamda duran bir topluluk
vardır. Gece vakitlerinde Allah’ın ayetlerini tilavet ederler. Onlar secde de
ederler. Allah ile ve ahir (son, ahiret) gün ile iman ederler. Maruf ile
de emreder ve münkerden nehyederler. Hayratta (hayırlı işlerde)
da yarışırlar. İşte onlar salih olanlardandırlar.
Hayırdan işledikleri şeyler de asla küfredilmeyecek (üstü örtülmeyecek).
Allah muttakileri Bilendir.” (Ali İmran, 3:110, 113-115)
70. Andolsun ki
İsrailoğullarından misak aldık. Onlara resuller de gönderdik. Ne zaman
nefislerinin (kendilerinden olanların) arzu etmediği bir
şey (hüküm) ile bir resul gelse; bir kısmını yalanladılar, bir kısmını
ise katlettiler.
71. Ve bir fitne (sınav, karışıklık) olmayacak sandılar.
Böylece kör ve sağır kesildiler. Sonra Allah, onların tevbesini kabul etti.
Sonra onların çoğu yine kör ve sağır kesildi. Allah da onların yapmakta
olduklarını görendir.
72. Andolsun ki küfreden kimseler dediler ki: “Şüphesiz ki
Allah odur, Meryem oğlu Mesih’tir!” Mesih ise dedi ki: “Ey İsrailoğulları!
Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk (hizmet) edin! Kim Allah’a şirk koşarsa,
şüphesiz ki Allah ona cenneti haram kılmıştır! Varacağı yer de ateştir.
Zalimlerin de yardımcıları yoktur.”
73. Andolsun ki küfreden kimseler dediler ki: “Şüphesiz ki
Allah, üçün üçüncüsüdür.”1 Oysa bir tek ilahtan (Yüce
Olandan) başka ilah (Yüce Olan) yoktur! Ve eğer söylediklerinden
vazgeçmezlerse, elbette ki onlardan küfreden kimselere elem verici bir azap
dokunacaktır.
1 Nasranilerin bu türden yakıştırmaları “Allah üç
uknumdan (asıldan/unsurdan) birisidir.”, “Allah üçlünün üçüncüsüdür”
şeklindedir ki buna teslîs yani “üçleme” denmektedir. Bu kabulün sahiplerine
göre, üçlünün unsurları “Allah, İsa, Kutsal Ruh” veya “Allah, Meryem, İsa” veya
“Baba, Ruhu’l-Kudüs, Oğul” ya da “Baba, Ana, Oğul” şeklindedir ve üç uknumdan
yani üç unsurdan oluşan bu kabulde İsa Nebi, bu üçlünün biri olarak
benimsenmektedir. Teslis inanışı, antik çağ dinlerinde ve söylencelerde değişik
biçimlerde yer aldığı gibi, Hıristiyanlık tarikatlarında ve Hinduizm gibi kimi
dinlerde günümüzde de varlığını sürdürmektedir.
74. Hâlâ, Allah’a tevbe
etmiyorlar (O’na yönelmiyorlar) mı? Ve O’na istiğfar
etmiyorlar mı? Allah, Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları Örten ve
Bağışlayandır, Merhametlidir).
75. Meryem
oğlu Mesih bir elçiden başka bir şey değildir. Ondan önce de elçiler gelip geçti. Onun
annesi de sıddıktır
(doğru sözlü, sadık bir kadındır). Her
ikisi de yemek yerdi.1 Bak, onlara ayetleri
nasıl açıklıyoruz, ardından bak nasıl (haktan)
saptırılıyorlar!
1 Bu ayette İsa ve annesi Meryem’i ilah anlamında
insanüstü bir makamda görenlere cevap verilmekte, onların da diğerleri gibi
birer insan oldukları ifade edilmektedir. Benzer mesajlar:
7:70; 10:78.
76. De ki “Size zarar ya da fayda vermeye gücü yetmeyen Allah’ın
dışındaki şeylere mi kulluk ediyorsunuz?” Ve Allah, Semiul- Alim’dir (Her
şeyi Bilip İşitendir).
77. De ki: “Ey Ehl-i Kitap! Haksız yere dininizde aşırıya
gitmeyin.1
Önceden düzgün bir yoldan sapmış (delalete düşmüş), bir çoğunu da saptırmış
olan sapık bir topluluğun hevalarına (arzu ve isteklerine) uymayın!”
1 Ayetteki hitap Nasranilere yönelik olsa da
Müslimler de bu konuda uyarılmaktadır. Çünkü Yahudiler, annesine iftira atarak
nesebini dile dolamışlar; Nasraniler de Muhammed’i yalanlamıştır. Yine
Nasraniler, İsa’yı insan olmaktan çıkarıp süreç içerisinde ilah olduğu
iddiasında bulunmuşlardı. Benzer durum maalesef Müslim olduğunu söyleyen
gruplarda da var. Örneğin; bir grup, Nebi’nin, Müslimlere şefaat edeceğini;
bazı grupları, kendi cemaatlerine/tarikatlarına mensup olanlara şefaat
edeceğini, bazı grupların ise elçilerinin veya şeyh gibi dini önderlerinin
fenafillah, yani haşa Allah’ın yeryüzündeki tecellisi olduğunu iddia
etmektedirler. Benzer mesaj 4:171’de de
var.
79. Birbirlerini
münkerden nehyeden (engelleyen) değildirler. Böylece yaptıkları
ne kötüdür!
1 Münker, Allah’ın razı olmadığı çirkin, kötü, günah veya
haram olarak bildirdikleri filler demektir. Yüce Allah, bu ayette
İsrailoğullarının bir kısmının lanete uğratılmalarının diğer bir sebebini
bildirmekte ve yapageldikleri kötülüklerle ilgili olarak birbirlerini
engellememelerini de bu sebeplerden birisi olarak göstermektedir. Bu ayet
Müslimlerin her ferdinin iyiliği emredip kötülükten menetmesi ve bunu yaparken
de Yüce Allah ile inanıp güvenmesi gerektiğini hükme bağlamaktadır.
80. Onlardan (İsrailoğullarından)
çoğunun, küfreden kimseleri veli (dost, rehber, koruyup gözeten) edindiklerini
görürsün. Kendi nefislerinin onlar için takdim ettiği (sunduğu) şey ne
kötüdür! Allah, onlara gazap etmiştir ve onlar azap içinde kalıcıdırlar.
81. Ve
eğer Allah ve Nebi ve ona indirilen ile iman etselerdi, onları evliya
edinmezlerdi. Fakat onların çoğu fasıktır.
82. İman eden kimselere
düşmanlık bakımından insanların en şiddetlisi olarak mutlaka Yahudileri ve şirk
koşan kimseleri bulursun. İman eden kimselere sevgice en yakın olanları ise
“Şüphesiz ki biz Nasarayız!” diyen kimseleri bulursun.
Bu, onların içinde keşişler ve rahipler bulunması ve onların
kibirlenmemeleri (büyüklük taslamamaları) nedeniyledir.
83. Resul’e indirilmiş olanı işittikleri zaman, onların gözlerinin yaşla dolup taştığını
görürsün. Haktan (Allah’tan)
olduğunu bildiler. Derler ki: “Rabbimiz, iman ettik!
O halde bizi şahitlerle beraber yaz.
84. Rabbimizin, bizi de salihler topluluğuna
dahil etmesini de temenni ediyorken, bize ne oluyor da Allah ile ve bize gelen
hak olan (Kur’an)
ile iman etmiyoruz?”
85. Böylece Allah,
onlara, altlarından nehirler akan cennetler verdi. Onun içinde kalıcıdırlar.
Muhsinlerin (Allah rızası için karşılıksız iyilik
yapanların) cezası (karşılığı) işte budur.
86. Ayetlerimiz
ile küfreden (gerçeği örten) ve yalanlayan kimseler de,
işte onlar cahim (ateş) halkıdır.
87. Ey iman edenler!
Allah’ın size helal kıldığı tayyibatı (sağlıklı, faydalı, temiz,
güzel, hoş olan şeyleri/yiyecekleri) haram
etmeyin! Sınırı da aşmayın. Şüphesiz ki Allah, haddi aşanları sevmez.
Allah
adına “şunlar helaldir, şunlar haramdır” şeklinde helali haram, haramı da helal
göstermeye çalışan din adamları, Kur’an’da insanların en kötüsü olarak
tanıtılır. Allah’ın dinini yaşanmaz bir angarya haline dönüştürmek isteyen
şeytan, din adamlarını kullanarak bu amacına ulaşmaktadır. Bakınız: 6:21, 145;
7:17, 30, 31, 37; 42:21.
88. Allah’ın
size verdiği rızıkların helal ve tayyib olanlarından da yiyin! Allah’a karşı da takvalı olun.
Ki sizler O’nunla iman ediyorsunuz!
89. Allah,
yeminlerinizdeki boş sözlerden ötürü sizi sorumlu tutmaz, ancak akdettiğiniz (bir
şarta bağladığınız) yeminlerden sizi sorumlu tutar. Yemininizi bozarsanız,
o zaman keffareti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin evsatıyla (ortalamasıyla) on
miskini yedirmek veya onları giydirmek ya da bir rakabeyi özgürlüğüne
kavuşturmaktır! Bulamayan (gücü yetmeyen) da o zaman kişi üç gün
savm etsin (oruç tutsun). Eğer yeminlerinizi bozarsanız, yeminlerinizin
kefareti işte budur. Yeminlerinizi de gözetip koruyun! Allah, ayetlerini işte böyle
size açıklıyor. Umulur ki şükredesiniz!
Miskin, temel ihtiyaçlarını (beslenme, barınma,
sağlık vb.) dahi karşılayamayan veya büyük zorluk çeken kişidir. Fakir ise; Temel
ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan ancak miskine göre daha az muhtaç olan
kişidir.
Rakabe:
(bir boyunduruk altında olan, esir, borç nedeniyle başkalarına hizmetkarlık
yapmak zorunda bırakılan anlamlarına gelmektedir ve 2:177, 4:92, 5:89, 9:60,
58:3 ile 90:13 ayetlerinde geçmektedir.
Rakabeyi
özgürlüğüne kavuşturmak, boynuna geçirilmiş sosyal, siyasal, kültürel ve
ekonomik sömürü zincirlerinin kulu (hizmetkarı) olanları gözetip onları
kurtarmaktır ve bir tek Allah’a kulluk etmelerini sağlamaktır. Bu ayetlerden de
anlaşılıyor ki; kulları (borç nedeniyle başkalarına hizmetkarlık yapmak zorunda
bırakılanları, köleleri) özgürlüğüne kavuşturmak Allah’ın teşvik ettiği bir
husustur.
90. Ey
iman edenler! Hamr
(alkollü içecekler) ve meysir (şans oyunları, kumar) ve ensab (dua
etmek ve tapınmak için dikilmiş taşlar veya sütunlar)” ve ezlam (evlilik,
ticaret, yolculuk gibi konularda rehberlik için kullanılan fal okları), şüphesiz
ki şeytan işi olan birer ricstir (pisliktir). O halde onlardan kaçının! Umulur
ki felaha (kurtuluşa, saadete)
erersiniz.
91. Şüphesiz ki şeytan (aldatan,
saptıran), hamr ve meysir ile ancak aranıza buğz (kin, nefret) ve
düşmanlık sokmak ve sizi Allah’ı zikretmekten (hatırda tutmaktan, anmaktan)
ve salattan (duadan, dayanışmadan) alıkoymak ister. O halde vazgeçtiniz değil mi?
93. İman edenler ve salihât
(doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenler,
eğer takvalı olmuş ve iman etmişlerse ve salihât
(doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işlemişlerse,
sonra (yine) takvalı olmuşlarsa ve salihât işlemişlerse,
sonra (yine) takvalı olmuşlarsa ve iyilikte bulunmuşlarsa, yediklerinden
dolayı onlara bir cünah (engel, sakınca) yoktur. Allah da muhsinleri (Allah
rızası için karşılıksız iyilik yapanları) sever.
94. Ey iman edenler! Allah, gıyabında (gizli işlerde) kendisine karşı gelmekten
sakınanları bilmek için ellerinizin ve mızraklarınızın (gücünüzün)
ulaşabildiği bir kısım avla (yasak şeylerle) sizi dener. O halde kim
bundan sonra haddi aşarsa, o zaman onun için elem verici bir azap vardır.
95. Ey iman edenler! İhramlıyken (hac ibadeti esnasında) av (hayvanı)
öldürmeyin. İçinizden de kim onu kasten öldürürse,
o zaman onun cezası (karşılığı),
öldürdüğünün misli (benzeri) bir hayvandır.
Sizden adil iki kişi buna hüküm verecek. Hediye Kâbe’ye ulaştırılacak ya da
kefaret olarak miskinlerin yiyeceği olacak ya da ona denk siyam (oruç).
Böylece kişi yaptığı işin vebalini tatsın. Allah, geçmişte yapılanı affetmiştir. Kim (küfre) de tekrar yaparsa, o zaman Allah ondan
intikam alır. Ve Allah Aziz’dir, Züntikam’dır (Mutlak güç ve otorite sahibidir, zalimlerden intikam alandır).
96. Deniz
avcılığı yapmak, yemek ve ondan faydalanmak size helal kılındı; hem size hem de
yolculara. İhramlı olduğunuz sürece de kara avı size haram kılındı (yasaklandı). Allah’a
karşı takvalı olun! Ki O’nun için toplanacaksınız!
97. Allah, Beyt-i Haram’ı1 (Kâbe’yi) ve Haram Ayı2
ve hediyeyi (kurbanlığı) ve gerdanlıkları insanlar için bir kıyam (ayağa
kalkma, diriliş) kıldı. Bu, şüphesiz ki Allah’ın, göklerde (7 evrende) olanı da yerde olanı da bildiğini bilmeniz içindir. Ve şüphesiz ki
Allah, her şeyi bilendir.
1 “حَرَام” (haram) sözcüğü, “yasak” veya “men edilmiş” anlamına
gelir. Bu ifade Kur’an’da Allah’ın
yasakladığı bir fiil, davranış ya da nesneler için kullanılmaktadır. Kur’an’da
haram kılınmış olan hususlar şunlardır:
ı- Ölü (leş), akıtılmış
kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına ilan edilenler (sunu, adak, ziyafet
gibi ikramlar): 16:115, 116.
ıı- Müminlerin zani (zina eden erkek), zaniye
(zina eden kadın) ile evlenmek: 24:3.
ııı- Mescidi Haram’a
müşriklerin girmesi (9:28), o bölgede
savaşmak (2:191), orayı ziyaret edenleri engellemek (22:25; 48:25), o
bölgede olanlara zarar vermek veya zulmetmek (22:25; 29:67), oraya gönderilen
hediyeleri (hayvan veya yiyecek sunularını) engellemek (48:25) ve ihramlıyken o bölgede avlanmak (5:95).
ıv- Haram Aylarda
savaşmak: 9:5, 36, 37: 2:191.
v- Masum bir canı haksız yere katletmek: 3:21, 22; 6:151; 17:33; 25:68.
2 Günümüz İslam dünyasında yaygın olan Haram
Aylar, senesinin 7, 11, 12 ve 1. ayları olan Recep, Zilkade, Zilhicce ve
Muharrem’dir. Halbuki 2:197, 217; 9:2, 5, 36 ayetleri ve ayların isimleri
incelendiğinde, kutsal ayların, birbirlerini izleyen Zilhicce, Muharrem,
Safer ve Rabiül evvel (12, 1, 2, ve 3’üncü aylar) olduğu görülecektir.
98. Bilin! Şüphesiz ki Allah’ın
cezalandırması (verdiği karşılık) çetindir!
Ve şüphesiz ki Allah, Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları Örten ve Bağışlayandır,
Merhametlidir).”
99. Resulün görevi sadece
tebliğdir (duyurmaktır). Allah, açığa vurduklarınızı da
gizlediklerinizi de bilir.
100. De ki: “habis (kirli, pis, kötü) ile tayyib (sağlıklı, faydalı, temiz,
hoş olan) eşit olmaz; habisin çoğunu beğensen bile.” O
halde ey ulü’l-elbab (duruşu sağlam olanlar), Allah’a karşı takvalı olun! Umulur
ki felaha (kurtuluşa, saadete)
erersiniz.
101. Ey iman edenler! Açıklandığı takdirde size kötü
gelecek (sizi rahatsızlık verecek)
şeyleri sormayın! Eğer Kur'an indirildiği vakit onlardan sorarsanız, size
açıklanır. Allah onları affetmiştir (o konulardan sorumlu tutmaktan
vazgeçmiştir). Ve Allah Gafur’dur, Halim’dir.
102. Sizden önce de bir topluluk onları sormuştu.
Sonra da onlarla kafir olarak sabahladılar.
103. Allah, bahîra’dan, sâibe’den, vasîle’den, hâm’dan bir şey
yapmadı.1
Fakat küfreden kimseler, yalan söyleyerek Allah’a iftira ediyorlar. Onların
çoğu da aklını kullanmaz.
1 Arap geleneğine göre; ‘bahîrah’ diye
adlandırdıkları deve; beş kez yavrulayıp, en sonuncu yavrusu erkek olunca, o
devenin kulağını delip, ona binmeyi ve onu kesmeyi kendilerine yasaklarlar ve
putları için azat ederlermiş. Putlar adına azat edilip salıverdikleri hayvana
da ‘Sâibeh’ derlermiş. Kişi malından istediği kadar hayvanı azat edip putların
hizmetçilerine verirmiş. Onlar da o hayvanların sütünü yolculara verirmiş. ‘Vasîleh’
adetinde ise; koyun, dişi doğurursa sahibinin, erkek doğurursa putların
olurdu. Erkek ve dişi iki tane doğurursa onlar, “Bu kardeşine ulaştı” der ve
erkek yavruyu putlarına kurban etmezlermiş. ‘Hâm’ ise; on yıl damızlık
olarak kullanılan ve sonra salıverilen deve” demektir. Bunun da sırtına
binilmesi harammış.
104. Onlara,
“Allah’ın indirdiğine ve Resul’e gelin.” dendiği zaman,
“Atalarımızı üzerinde bulduğumuz (din) bize yeter!” derler.
Babaları hiçbir şey bilmeyen ve hidayet (kılavuzluk)
edilmeyenler olsalar da mı?
105. Ey iman edenler! Üzerinizde nefisleriniz var (kendinizden sorumlusunuz). Eğer hidayet (kılavuzluk)
edilirseniz, sapmış olan size zarar
veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman yapmakta olduklarınızı (mahşerde) size bildirecektir.
106. Ey iman edenler! Sizden birine ölüm
yaklaştığında vasiyet ettiği vakit sizden adalet sahibi iki kişi tanık olsun. Eğer yeryüzünde yolculuk ederken (gurbetteyken) ölüm size isabet ederse, sizden
olmayan iki kişi (şahit olsun). Eğer şüpheye düşerseniz, o iki şahidi
salattan (cenaze duasından) sonra tutun ve “akraba da olsa onunla (yeminimize
karşılık) azıcık bir semeni (dünyalık bir değeri; parayı, malı, makamı,
çıkarı) satın almayız. Allah’ın tanıklığını da gizlemeyiz. O takdirde biz
âsiymlerden (Allah’ın yasakladığı her türlü söz,
fiil ve kötü düşünceye sahip olanlardan) oluruz.” diye Allah ile yemin etsinler.
Yüce Allah, ayetin bu kısmında ölüm döşeğinde, yani
kişiler ölmeden önce sahip oldukları mal varlıklarıyla ilgili olarak vasiyette
bulunmaları gerekti hususunda müminleri bilgilendirmekte ve vasiyette
bulunurlarken içlerinden iki âdil şahidin buna şahitlik etmesi gerektiğini
hükme bağlamaktadır.
107. Eğer onların (iki şahidin) işledikleri ism (Allah’ın yasakladığı her türlü söz, fiil ve
kötü düşünce) anlaşılırsa, o zaman
kendilerine haksızlık edilenlerden iki kişi onların yerine geçerler ve o halde
“Bizim şahitliğimiz muhakkak ki onlarınkinden daha değerlidir ve elbette ki biz
haddi aşarsak zalimlerden oluruz.” diye Allah ile yemin ederler.
108. Bu, tanıklıklarını göz önüne getirmelerinden ve
yeminlerinden sonra yeminlerinin reddedilmesinden korkmaları için en uygun
olanı budur. Allah’a karşı takvalı olun! Ve dinleyin! Allah fasıklar
topluluğuna hidayet (kılavuzluk) etmez.
109. Allah’ın, resulleri topladığı gün onlara der ki:
“Ne tür karşılık aldınız?” Dediler ki: “Bizim bir bilgimiz yok! Şüphesiz ki
Sen, gaybı (bilinmeyeni) bilen
Sensin.”
110. Allah şöyle demişti: “Ey Meryem oğlu İsa! Senin
ve validenin üzerindeki nimetimi zikret (hatırında tut, an). Hani
seni Kutsal Ruh1 ile desteklemiştim! Beşikte ve yetişkinlikte
insanlarla konuşuyordun. Ve hani sana
Kitabı (Esas olan Kitabı, Levhi Mahfuzu), hikmeti, Tevrat’ı ve
İncil’i öğretmiştim! Hani sen benim iznimle çamurdan kuşun benzerini yaratıyordun!
Ona üflediğinde de o zaman benim iznimle kuş oluyordu. Benim iznimle körü ve
abraşı (alaca benekli)
da (hastalıktan)
arındırıyordun! Hani Benim
iznimle ölüleri de çıkarıyordun (diriltiyordun).2 Hani İsrailoğullarına apaçık
beyyinelerle (kanıtlarla) geldiğinde de onları senden savmıştım! Bunun
üzerine onlardan küfreden kimseler dedi ki: “Bu apaçık bir sihirden başkası
değildir.”
1 2:87 ayetinde yer alan “Meryem oğlu İsa’ya da
beyyineler verdik ve onu Rûhulkuds (Kutsal Ruh) ile destekledik.” Şeklindeki ifade ile İsa Nebi’nin Kutsal Ruh
(Rûhulkuds) ile desteklendiği belirtilmektedir.
Tevrat’ta da Ruh’tan
söz edilmektedir: “Yüce
meleklerin Ruhu da suların yüzü üzerinde geziniyordu.” (Başlangıç 1:2)
“Yahve
de bir bulutun içinde indi ve onunla konuştu ve (Musa’nın) üzerindeki Ruh’tan
arttırdı ve ihtiyar (ileri gelen, seçkin) 70 kişinin üzerine yerleştirdi. Ve öyle oldu. Ruh da üzerlerine çöker çökmez
(bu kişiler) nebilik ettiler ve devam etmediler. (Sayılar, 11:25)
Ruh’un ve Kutsal Ruh’un tam olarak ne olduğu
konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bazı görüşlere göre bu ifade ile
Cebrail kastedilmiş olabilir. Ancak Ruh’un ve Kutsal Ruh’un, bilinen
meleklerden ayrı ve özel bir varlık olduğu da düşünülmektedir.
2 İsa Nebi’nin insanları iyileştirmesi ve ölülere yeniden yaşam
vermesi, İncil ayetlerinde, şöyle yazılıdır: Matta 9:35; “İsa, tüm kent ve
köyleri dolaşarak havralarda öğretiyor, göksel egemenliğin müjdesini duyuruyor;
her türlü hastalığı ve güçsüzlüğü iyileştiriyordu.” Luka 8:52-55; “Herkes kız
için ağlıyor, dövünüyordu. İsa: ‘Ağlamayın! Kız ölmedi; uyuyor.’ dedi. Kızın
öldüğünü bildikleri için İsa’yla alay ettiler. O ise kızın elini tutarak
‘Kızım, kalk!’ diye seslendi. Ruhu yeniden bedenine dönen kız hemen ayağa
kalktı.”
111. Ve hani havarilere vahyetmiştim: “Benimle ve
resulümle iman edin!” Dediler ki: “İman ettik. Ve şahit ol, kuşkusuz
Müslimleriz (Teslim Olanlarız).”
112. Hani havariler demişti ki: “Ey Meryem oğlu İsa,
Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?” Dedi ki: “Eğer müminler iseniz
Allah’a karşı takvalı olun! (Allah’ın emirlerine uyup,
yasaklarından kaçının!)”
113. Dediler ki: “İstiyoruz ki ondan yiyelim,
kalplerimiz de mutmain olsun (yatışsın). Senin de bize doğru söylediğini bilelim ve buna
tanık olanlardan olalım.”
114. Meryem oğlu İsa dedi ki: “Allah’ım!
Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki, öncemiz ve sonramız için bir bayram,
Senden de bir ayet (kanıt, mucize) olsun. Ve bizi rızıklandır. Rızık
verenlerin hayırlısı Sensin.”
Rızık:
Canlıların kendisinden
faydalandığı dünyevî veya uhrevî, maddî veya manevi her şey (nasip, gıda)
demektir.
115. Allah dedi ki: “Şüphesiz ki onu size
indireceğim. Ondan sonra sizden kim küfrederse, o zaman âlemlerde hiç kimseye
vermediğim bir azapla ona azap edeceğim!”
Sofranın (maide) gönderilip, gönderilmediği konusunda
Kur’an’da bir bilgi yok. Ancak İncil’de sofranın gönderilmiş olduğu
belirtilmektedir (Elçilerin İşleri 10:9-16)
116. Ve hani Allah demişti
ki: “Ey Meryem oğlu İsa!1 İnsanlara ‘Beni ve annemi, Allah’ın yanı sıra iki
ilah (Yüce, kudretli olan) edinin.’
diye sen mi söyledin?” Dedi ki: “Sûbhân Olansın (her türlü noksandan münezzeh olansın). Hak (doğru, gerçek) olmayan bir şeyi söylemek bana düşmez. Eğer
söylemiş olsaydım, onu elbette bilirdin. Sen nefsimde olanı (içimden
geçeni) bilirsin; ben ise Sen’in nefsinde olanı bilemem! Şüphesiz ki Gaybı
bilen Sensin, Sen!
1 Yüce Allah’ın İsa’yı sürekli olarak “Meryem
oğlu İsa”; İncil’de ise onu “insanoğlu” şeklinde seslenmesi dikkat çekicidir.
Yüce Allah, bazılarının küfre sapacağını ve onu “Allah’ın oğlu” olarak
çağıracağını biliyordu. Onlar, İsa ve Ruhül Kudüs’ün yanı sıra Meryem’i de ibadet
edilecek bir nesne haline getirmişlerdi. Her ne kadar İncil’de bu doktrinden
söz edilmiyorsa da İsa Nebi sonra geçen ilk 300 yıl içinde Hıristiyan dünyası
bu akidenin bütünüyle dışındaydı. “Allah’ın annesi” sözü ilk kez İskenderiyeli
bazı ilâhiyatçılar tarafından kullanıldı. Bu kelimelerin kamu vicdanında
bulduğu cevap sert olduysa da kilise önce doktrini kabul etme eğilimi
göstermedi ve Meryem’e tapınmanın yanlış olduğunu ilân etti.
Fakat daha sonra İ. S. 431 Efes konsülünde “Allah’ın
annesi” kelimeleri kilise tarafından resmen kullanıldı. Sonuç olarak, “Meryem’e
tapıcılık” kilisenin hem içinde hem de dışında büyük adımlarla yayılmaya
başladı. O kadar ki, Kur’an-ı Kerimin iniş günlerinde, Hristiyanların, Meryem’i
“Allah’ın annesi” olarak yüceltmesi Baba
ve Kutsal Ruh inançlarını da gölgede bıraktı. Kiliselere heykelleri dikildi,
kendisine tapınıldı, yalvarıldı ve ibadetlerde yakarıldı. Kısaca bir
Hıristiyan’ın en büyük dayanak kaynağı “Allah’ın annesinin koruyuculuğunu elde
edebilmek oldu. İmparator Jüstinyen kanunlarından birinde Meryem’in
imparatorluğu koruyuculuğundan söz eder. Yine Jüstinyen yaptırdığı Ayasofya
kilisesinin büyük mihrabına Onun ismini kazdırdı. Generali Narses savaş
alanında Onun yönlendirmesine bakar. Nebimiz Muhammed’in çağdaşı İmparator
Herakliyus ise bayrağında Onun resmini taşırdı ve kutlu, koruyucu niteliğinden
dolayı bu bayrağın asla yere düşürülemeyeceğine inanırdı. Protestanlar
reformdan sonra Meryem’e tapıcılıkla ellerinden geldiğince savaştılarsa da yine
de Roma Katolik kilisesi hâlâ O’na şevkle sarılmaktadır.
117. Onlara, bana emrettiğin “Rabbim ve Rabbiniz olan
Allah’a kulluk (hizmet) edin.”1
dışında başka bir şey demedim. Aralarında olduğum müddetçe de onlara şahit (tanık)
idim. Beni vefat ettirdiğin2 zaman ise onları gözeten Sen
oldun. Her şeye şahit olan da Sensin.
1 İsa Nebi, mahşerdeki sorgulanmasında Yüce Allah’ın kendisine
soracağını bildirdiği “Beni ve annemi Allah’ın dışında iki ilah edinin”
şeklindeki sözü söylemediğini ifade etmektedir. İsa Nebi, kavmine tebliğde
bulunurken Yüce Allah’ın kendisine emrettiği şeyi yani tevhidi benimsemeleri
gerektiğini onlara tebliğ ettiğini ve bunu da “Benim de Rabbim, sizin de
Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin” cümlesiyle dile getirdiğini bildirmiş
olacaktır. Benzer mesajlar: 3:51; 19:36; 43:64.
İsa Nebi, İncil’in hiçbir yerinde “Ben Allah’ım!”
demez. Tam aksine Allah’ın kulu olmaktan çok memnundur. (Matta, 4:10; Luka,
4:8. Matta, 7:18)
2 Ayette geçen teveffeyte fiili “vefat ettirmek” anlamına geldiği
için bu ayet İsa Nebi’nin de tıpkı diğer bütün önceki insanlar gibi vefat
ettirildiğinin apaçık bir delilidir. Ölüm (mevt)
vefat arasındaki fark ile ilgili açıklama 3:55 ayetinde yer alır.
118. Eğer onlara azap edersen; şüphesiz ki onlar
Sen’in kullarındır! Ve eğer onları bağışlarsan; şüphesiz ki Sen, Azizul-Hâkîm’sin
(Hikmetle Hüküm Veren Mutlak Güç
sahibisin).
119. Allah dedi ki: “Bu, sadıklara (doğrulara), doğruluklarının fayda sağlayacağı
gündür. Onlar için, altlarından nehirler akan cennetler vardır. İçinde ebedî
kalacaklar! Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlar; fevzül
azîym (yüce olan kurtuluş) işte budur.”
120. Göklerin (7
evrenin) ve yerin ve içlerindeki her şeyin mülkü Allah’ındır. Ve O, Her şeye Kadirdir (Her şeye gücü yetendir).