17. İsra Sûresi

             Sure, Mekke döneminde indirilmiş ve iniş sırasına göre 50. sıradadır. Adını, ilk ayetinde geçen ve “gece yürüyüşü” anlamına gelen “İsrâ” kelimesinden almıştır. Bir diğer adı ise “İsrail”dir. Sure 111 ayettir.

 

Rahmânir-Râhîm (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla

1. Bir gece, kulunu Mescid-i Haram’dan1 (Kabe’den), çevresini bereketli (faydalı, kutsal, bolluk kaynağı) kıldığımız Aksa Mescidine2 yürüten Allah Sûbhân Olandır (her türlü noksandan münezzeh olandır). Böylece kendisine apaçık ayetlerimizden (kanıtlardan) gösterdik. Şüphesiz ki O, Her Şeyi Görendir, İşitendir.

1 “حَرَام” (haram) sözcüğü, “yasak” veya “men edilmiş” anlamına gelir. Kur'an'da genellikle Allah tarafından yasaklanmış fiiller, davranışlar veya nesneler için kullanılır. Kur’an’da haram kılınmış olan hususlar şunlardır:

ı- Ölü (leş), akıtılmış kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına ilan edilenler (sunu, adak, ziyafet gibi ikramlar): 16:115, 116.

ıı- Müminlerin zani (zina eden erkek), zaniye (zina eden kadın) ile evlenmek: 24:3.

ııı- Mescidi Haram’a müşriklerin girmesi (9:28), o bölgede  savaşmak (2:191), orayı ziyaret edenleri engellemek (22:25; 48:25), o bölgede olanlara zarar vermek veya zulmetmek (22:25; 29:67), oraya gönderilen hediyeleri (hayvan veya yiyecek sunularını) engellemek (48:25) ve ihramlıyken o bölgede avlanmak (5:95).

ıv- Haram Aylarda savaşmak: 9:5, 36, 37: 2:191.

v- Masum bir canı haksız yere katletmek: 3:21, 22; 6:151; 17:33; 25:68.

2 “Aksa Mescidi,” milyarlarca ışık yılı uzaklıktaki “secdenin olduğu en uzak yer” anlamındadır. Bu ayet, Peygamberimizin Kur'an'ın indirilişi için en yüksek makama götürüldüğünü ifade eder. (Bkz: 2:185, 44:3, 53:1-18 ve 97:1).

Nebimiz Muhammed’in, söz konusu gece ilk önce Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’ya gittiği, sonra gökyüzünde Allah’ın karşısına çıktığı biçiminde, “Miraç yolculuğu” ismiyle çok sayıda öyküler anlatılmaktadır. Oysa Süleyman Nebi tarafından Yeruşalim’de (Kudüs’te) yapılmış olan mabet, Nebimiz Muhammed döneminde “Beytü’l-Makdis” olarak anılıyordu ve yalnızca kalıntıları kalmıştı.

Ancak Nebimiz Muhammed’in vefatından yaklaşık 70 yıl sonra Emevi halifesi 1. Velid b. Abdülmelik, “Beytü’l-Makdis’in kalıntıları üzerine, 709-714 yıllarında bir mescit yaptırmış ve adını “Mescid-i Aksa” koymuştur. Söz konusu mescidin, Nebimizin miraçta götürülmüş olduğu gerçek Aksa Mescidi ile bir ilgisi yoktur. Jerusalem’e 11. yüzyıldan itibaren “Kudüs” denilmeye başlanıyor. 

Muhammed Hamidullah da “Aziz Kur’an” isimli çevirisinde; İsra Suresi’nin 1’inci ayette geçen “en uzak mescit” anlamındaki “Mescidi Aksâ”nın Kudüs’teki yapı olamayacağını, çünkü Kur’an’da Filistin’den “en yakın yer” (Rum, 30/3) şeklinde bahsedildiğini, bu nedenle bunun semavî bir mescit olması gerektiğini savunmuştur.

2. Musa’ya Kitabı (Tora’yı) verdik ve onu İsrailoğullarına bir hidayet (kılavuz) kıldık. “Benim dışımda bir vekil (yönetici, güven kaynağı, dayanak) edinmeyin.”

3. (Musa), Nuh ile (gemide) taşıdığımız kimselerin neslindendi. Şüphesiz ki o, şükreden (minnettar olan) bir kuldu.

4. İsrailoğulları hakkında da Kitap’ta şunu kararlaştırdık: “Arḍda (yeryüzünde, bölgenizde) iki kez fesat çıkaracaksınız. Büyük bir üstünlükle de büyüklük taslayacaksınız.”

5. Birincisinin vakti geldiğinde, üzerinize kuvvetli kullarımızdan gönderdik. Böylece evlerine kadar araştırdılar. Bu da yerine getirilmiş bir vaatti.

6. Sonra onlara karşı bir kez daha size (zaferi) döndürdük. Ve sizi, mallarla ve çocuklarla destekledik, neferlerinizi (sizden olan canları) de çoğalttık.

7. Eğer ahsen (en güzel, en iyi) şeyler yaparsanız, o zaman nefsiniz (kendiniz) için yapmış olursunuz. Kötülük de yaparsanız yine onun için... Sonuncunun (ikinci vaadin) vakti geldiği zaman da oraya ilk girdikleri gibi mescide (Beytül Makdise) girsinler ve yücelttikleri  her şeyi bir yıkışla yıksınlar.

8. Umulur ki Rabbiniz size merhamet eder. Siz dönerseniz, Biz de döneriz. Cehennemi kafirler (hakkı bilerek inkar edenler; onun üstünü örtenler) için kuşatma yeri kıldık.

9. Şüphesiz ki bu Kur’an, hidayete (en doğru yola) iletir, salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyen müminlere de muhakkak ki büyük bir ecri (karşılığı) müjdeler.

10. Ahiret ile iman etmeyenlere ise şüphesiz ki elem verici bir azap hazırladık.

11. İnsan, hayra dua ettiği gibi şerre de dua eder. İnsan acelecidir.

12. Geceyi ve gündüzü iki ayet (delil, işaret) kıldık. Gecenin ayetini (ayı) de böylece sildik. Rabbinizin fazlından (nimet, lütuf ve rahmetinden) arayasınız diye de gündüzün ayetini (güneşi) de aydınlatıcı kıldık. Yılların sayısını ve hesabı bilesiniz diye de her şeyi ayrıntılı olarak açıkladık.

13. Her insanın boynuna da kuşunu (yaptıklarını kaydedip) bağladık. Kıyamet Günü de her şeyi teşhir eden bir kitap onu karşılayacak.

14. “Kitabını oku! Bugün hesap görücü olarak kendi nefsin yeter!”

15. Kime  hidayet (kılavuzluk) edilirse şüphesiz ki kendi yararı için hidayet (kılavuzluk) edilmiş olur. Kim de sapmışsa, o zaman elbette ki kendi aleyhine sapmış olur. Hiçbir yüklü (günahkâr), başkasının vizrini (günahını, yükünü, borcunu) yüklenmez. Biz, bir resul göndermedikçe de (kimseye) azap edecek değiliz.

16. Bir memleketi helâk etmek istersek, onun şımarıklarına emrederiz. Böylece onlar da orada haddi aşarlar, o zaman da onun üzerine söz (azap) hak (doğru, gerçek) olur. O zaman da orayı tam bir helak edişle helak ederiz.

17. Nuh’tan sonra da nesillerden nicesini helâk ettik. Basir (Gören) olan Rabbinin, kullarının zenblerinden (günahlarından, suçlarından) haberdar olması yeter!

18. Kim acele olanı dilerse; istediğimiz kimseye, istediğimiz kadarını çabuklaştırırız. Sonra ona Cehennemi mekân yaparız; kınanmış ve dışlanmış olarak ona yaslanır.

19. Kim de ahireti isterse ve onun için çalışıp çabalarsa ve mümin (Allah ile iman etmiş ve güvenmiş) ise; işte bunların gayreti teşekküre değer.

20. Hepsine, onlara da öbürlerine de Rabbinin verdiklerinden yayarız. Rabbinin verdikleri kısıtlanmış değildir.

21. Bak, nasıl da kimini kimine faziletli (ayrıcalıklı, üstün özellikli) kıldık. Ahiretin dereceleri ve fazileti ise daha büyüktür.

22. Allah’ın dışında başka bir ilah (Yüce olan) edinme. O zaman kınanmış ve terkedilmiş olarak kalırsın.

23. Rabbin, kendisinin dışında bir şey kulluk (hizmet) etmemenizi ve ebeveyne ihsanda bulunmanızı (en güzeliyle davranmanızı, gerekenden daha güzelini yapmanızı) emretti. İkisinden biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, o zaman onlara “Öf!” bile deme. Onları azarlama ve kendilerine kerim (onurlu, saygın) sözler söyle!

24. Ve onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim! Onlar beni küçükken besleyip büyüttükleri gibi, Sen de onlara merhamet et!”

25. Rabbiniz, içinizden geçenleri en iyi Bilendir. Eğer salih (ahlaklı ve erdemli) olursanız; Şüphesiz ki O, geri dönenler için Gafur’dur (günahlarını Örten ve Bağışlayandır).

26. Akrabaya, miskine ve yol oğluna hakkını (hakkı olan zekâtı) ver ve saçıp savurma.

 Miskin: Temel ihtiyaçlarını (beslenme, barınma, sağlık vb.) dahi karşılayamayan veya büyük zorluk çeken kişi. Burada sayılan kişiler, zekâtın verileceği kişilerdendir. Zekât ile ilgili açıklama 6:141 ayetinde yer alır.

27. Şüphesiz ki saçıp savuranlar, şeytanların (aldatanların, saptıranların) kardeşleridir. Şeytan da Rabbine karşı çok nankördür.

28. Ve eğer umduğun bir rahmeti Rabbinden beklediğin için onlara aldırmıyorsan, o zaman onlara yumuşak (gönül alıcı) bir söz söyle.

29. Ve elini boynuna bağlı kılma (cimri olma); tamam bir açışla da açma2 (savurgan olma). O zaman kınanmış, mahsur (kısıtlanmış, hasret içinde kalmış bir halde) kalırsın.

30. Şüphesiz ki Rabbin, rızkı istediğine açar veya kısar. Şüphesiz ki O, kendi kullarından Haberdardır, Görendir.

31. Yoksulluk endişesiyle de evlatlarınızı katletmeyin! Onları da sizi de Biz rızıklandırıyoruz. Onları katletmek şüphesiz ki büyük bir suçtur.

32. Zinaya da yaklaşmayın. Çünkü o, bir fuhuştur ve kötü bir yoldur.

 Zina; meşru olmayan, yani dine ve ilkelerine uygun olmayarak yapılan cinsel ilişki demektir. Fuhuş ise, her türlü gayrimeşru ve sapık ilişkilerdir.

33. Allah’ın haram (yasak) kıldığı canı da haksız yere katletmeyin. Kim haksız yere katlederse, muhakkak ki onun velisine (dostuna, rehberine, koruyup gözetenine) bir sultan (yetki) verdik. Fakat katletmede israf etmesin (velisi haddi aşmasın, ille de kısas istemesin)! Çünkü kendisine (öldürülene katımızda) yardım edilmiştir.

34. Yetimin malına da, rüşt (olgunluk) çağına erişinceye kadar, ahsen (en güzel, en iyi) olan dışında yaklaşmayın ve ahde vefa gösterin! Çünkü verilen ahit sorumluluktur.

35. Ölçtüğünüz zaman da ölçüyü tam tutun ve doğru teraziyle tartın. Hayırlı olan işte budur, sonuç itibariyle de ahsendir.

36. Hakkında bilgi sahibi olmadığın şeyin de ardına düşme. Çünkü işitme de görme de fuad (algılama, akıl yürütme, gönül) da bunların hepsi ondan sorumludur.

37. Yeryüzünde de büyüklük taslayarak yürüme! Çünkü sen, yeri de  yaramazsın, boyca dağlara da erişemezsin!

38. Bunların hepsi Rabbin tarafından hoş görülmeyen kötü şeylerdir.

39. Bunlar, Rabbinin (efendinin) sana hikmetten (derin ve yararlı bilgiden, bilgelikten) vahyettiği şeylerdendir. Allah’ın dışında da başka bir ilah (Yüce olan) edinme. O zaman kınanmış ve dışlanmış olarak Cehenneme atılırsın.

40. Rabbiniz, oğulları size seçti de kendisine meleklerden dişiler mi edindi? Sizler, gerçekten de âzîm (büyük, muazzam) söz ediyorsunuz!3

41. Ve andolsun ki zikretmeleri (hatırlarında tutmaları, anmaları) için bu Kur’an’da her türlü açıklamayı yaptık. Ancak bu, onların nefretlerinden başkasını artırmıyor.

42. De ki: “Dedikleri gibi O’nun dışında ilahlar olsaydı, onlar da Arş’ın Sahibine (Allah’a varmak için) bir yol ararlardı.

43. Sûbhân Olan (her türlü noksandan münezzeh olan) O’dur. Büyük ulu dediklerinden de Teâla’dır (daha yüksektir, daha üstündür).

44. Yedi sema (gök) ve yeryüzü ve bunların içindeki ne varsa O’nun (Allah’ın) hamdi ile tesbih eder (yüceltir). O’nu tesbih etmeyen bir şey de yoktur. Ancak onların O’nu nasıl tesbih ettiklerini (nasıl yücelttiklerini) anlamazsınız. Şüphesiz ki O, Halim’dir, Gafur’dur (Yumuşak huylu, sabırlı olan ve öfkesini kontrol  edendir. Günahları örten ve bağışlayandır).

45. Ve Kur’an’ı kıraat ettiğinde (okuduğunda, bildirdiğinde), ahiret ile iman etmeyen kimseler ile senin arana gizli bir örtü çekeriz.

46. Ve kalplerinin üzerine onu (ayetleri) anlamalarını engelleyen perdeler, kulaklarına da ağırlık koyarız. Rabbinin (efendinin) vahdaniyetini (birliğini, bir ve tek olduğunu) Kur’an’da zikrettiğin (andığın) zaman, nefretle arkalarını dönüp kaçarlar.

47. Bizler, seni, ne amaçla dinlediklerini biliyoruz; zalimlerin, kendi aralarında fısıldaşırlarken “Siz, büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz.” dediklerini de.

48.  Bak, senin hakkında nasıl misaller (benzetmeler) verdiler, bu nedenle delalete düştüler. Artık bir yol bulamazlar.

49. Ve dediler ki: “Kemiklere ve ufak parçalara dönüştükten sonra biz mi yeniden diriltileceğiz?”

50. De ki: “Taş olun ya da demir;

51. Veya göğsünüzde büyüyen (abarttığınız varlıklardan) herhangi bir yaratık!” Ardından diyecekler ki: “Bizi kim döndürecek?” De ki: “Sizi önceden yoktan var eden!” Ardından (alaylı bir şekilde) başlarını sallayacaklar ve “Ne zaman?” diyecekler. De ki: “Umulur ki de çok yakında!”

52. Sizi çağırdığı gün, o zaman O’nun hamdi ile karşılık verirsiniz ve (dünyada) kısa bir süre kaldığınızı sanırsınız.

53.  Kullarıma da de ki, ahsen olanı (en güzel, en iyi sözü) söylesinler. Çünkü şeytan (aldatan, saptıran) onların arasını açmak ister. Şüphesiz ki şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.

54. Rabbiniz, sizi bilendir. Eğer isterse size merhamet eder, eğer isterse de size azap eder. Seni de onlara vekil (güven kaynağı, koruyucu) olarak göndermedik.

55. Rabbin, semalarda (göklerde, 7 evrende) ve arḍda (yerde) olanları da bilendir. Andolsun ki  nebilerin kimini kimine faziletli (ayrıcalıklı, üstün özellikli) kıldık. Davud’a da Zebur’u verdik.

 Zebûr, (çoğulu zübur) “yazılı metin, kitap” demektir. Zebur, İbranice yazılmış şiirsel bir yapıya sahip olup, 150 adet mezmurdan (sureden) oluşmaktadır.

56. De ki: “O’nun dışında (ilah) sandıklarınıza dua edin.” O zaman sizden bir zararı gidermeye malik olmazlar (güçleri yetmez), onu döndürmeye de.

57. İşte dua ettikleri o kimseler de Rablerine (efendilerine) bir vesile (yakın olmanın yolunu) ararlar. Ve O’nun rahmetini umarlar, azabından da korkarlar. Çünkü Rabbinin (efendinin) azabı korkulandır.

58. Beldelerden yoktur ki, Kıyamet Gününden önce onu yok etmeyelim veya onu şiddetli bir azap ile cezalandırmayalım. Bu, Kitap’ta kayıtlıdır.

59. Ayetler ile (kanıtlarla) (elçi) göndermekten Bizi men edebilen2 yoktur. Ancak onu, önceki nesiller yalanladı. Semûd’a da açık bir biçimde dişi deve verdik, bunun üzerine onunla zulmettiler. Ve ayetler ile korkutmak dışında (elçi) göndermeyiz.

60. Sana da demiştik ki: “Şüphesiz ki Rabbin insanları kuşatmıştır. Sana gösterdiğimiz o rüyayı da Kur’an’daki lanetlenmiş ağacı da insanlar için fitneden (sınavdan) başka bir şey yapmadık. Ve onları korkutuyoruz. O zaman da onların büyük azgınlığından başkasını artırmıyor.

 Burada sözü edilen “lanetlenmiş ağaç” ile kastedilen 37:62, 44:43-44 ve 56:52’de belirtildiği gibi nasıl olduğunu tam olarak bilemediğimiz zakkum ağacıdır. Cehennem ateşi içinde biten Zakkum ağacına değiniliyor (37:62-66) “Cehennem ateşi” ifadesini mecazi olarak anlamak istemeyenler, “ateşin içinde ağaç mı yetişir?” diyerek inkârlarında fanatikleştiler. Allah, ikiyüzlülere ve inkâr etmek isteyenlere özellikle bahane verir (2:26; 3:7; 17:82; 74:31).

61. Biz, meleklere de “Adem’e secde edin.” dedik. Böylece iblis (saptıran) hariç, hepsi secde ettiler. (İblis) dedi ki: “Çamurdan yarattığın kimseye secde mi edeceğim!”

Secde: İtaat etmek, emrine hazır olmak, değerini takdir etmek, üstünlüğünü kabul etmek ve saygı göstermektir. Secde, içtenlikle boyun eğmeyi ve Allah’ın evrene koyduğu işleyiş yasalarına tabi olmayı ifade eder.

            Bu ayet, ateşten yaratılan İblis’in, yaratılış kaynağı itibariyle kendisini topraktan yaratılan insandan üstün görmesinin onu kibre ve haddini bilmezliğe sürüklediğini ortaya koymaktadır.

62. Dedi ki: “Şu benden kerim (saygın, onurlu) kıldığını görüyor musun? Eğer beni kıyamet gününe kadar ertelersen (bana izin verirsen), çok azı hariç onun soyunu buyruğum altına alacağım.”

63. Dedi ki: “Haydi git! Onlardan kim sana uyarsa, şüphesiz ki cehenneme… Cezanız (karşılığınız) bolca ve eksiksiz bir cezadır.

64. Haydi onlardan gücünün yettiğini sesinle (vesvesenle) ayart.  Piyadelerini ve süvarilerini de (bütün gücünü de) onlara karşı seferber et. Onların mallarında ve evlatlarında da ortakları ol1 ve onlara vaatlerde bulun. Şeytan (aldatan, saptıran), onlara aldanmaktan başka bir şey vadetmez. (Benzer mesaj: 4:120)

1 Mal ve evlatlarını onlara karşı kullan, kötülük yaptır, günah işlet.

65. Şüphesiz ki kullarımın üzerinde senin bir sultanın (gücün, yetkin, otoriten) yoktur. Vekil (koruyan, gözeten) olarak da Rabbin yeter.

66. Rabbiniz odur ki, kendi fazlından (nimet, lütuf ve rahmetinden) arayasınız diye sizin için gemileri denizde sürükleyendir. Şüphesiz ki O, size karşı Rahim’dir (Merhamet edendir).

67. Denizde size bir sıkıntı dokunduğu zaman yalvardıklarınız da sapar. Sadece O (Allah) kalır. Buna rağmen sizi kurtarıp karaya çıkardığında ise (Allah’ın gücü ve kudretini) görmezden gelirsiniz. Ve insan, kafur (örten, nankör) olandır.

68. Sizi karanın bir tarafına karanlığa gömmeyeceğinden ya da üzerinize taş savuran bir kasırga göndermeyeceğinden emin misiniz? Sonra kendiniz için hiçbir vekil (koruyan, gözeten) bulamazsınız.

69. Ya da sizi tekrar oraya döndürerek bir kez daha üzerinize fırtına göndermeyeceğinden, küfretmenizden (örtmenizden, inkarınızdan) dolayı da sizi suya gömmeyeceğinden emin misiniz? Sonra kendinize Bize karşı tabi olacağınız (korumasına gireceğiniz) birini bulamazsınız.

70. Ve andolsun ki Ademoğlunu kerem sahibi (saygın, onurlu) kıldık. Ve onları karada ve denizde taşıdık. Ve onları tayyibat (sağlıklı, faydalı, temiz, güzel ve hoş şeyler) ile rızıklandırdık. Yarattıklarımızın çoğunun üzerine de faziletli (ayrıcalıklı, üstün özellikli) kıldık.

 İnsanın, eşref-i mahlukat (yaratılanların en şereflisi) veya yaratılanların en üstünü olduğu şeklindeki ifadeler bu ayete aykırıdır. Bu söylemlerin tersine, Allah’ın yarattığı varlıklar arasında, insandan daha faziletli (ayrıcalıklı, üstün özellikli) varlıkların da olduğu bu ayetten anlaşılmaktadır. Bu ayet 2:136, 253, 286; 3:84 ve 4:152 ayetleriyle okunmalıdır.

71. Bütün insanları imamlarıyla (önderleriyle) çağırdığımız gün, kimin kitabı (amel defteri) sağıyla verilirse; işte onlar, kendi kitaplarını kıraat ederler (okurlar). Ve onlara bir kıl kadar da haksızlık edilmez.

            “Sağın halkı” ifadesi, 17:71, 69:19 ve 84:7’de belirtildiği gibi mahşerde amel defteri kendisine sağdan verilecek iyi kişiler, yaptıkları kulluk yeminlerine sadık kalanlar; “solun halkı” ise 69:25 ve 84:10’da verilen bilgiler gereği bu defter kendisine sol ve arka taraftan verilecek kötü kişiler demektir.

72. Burada (dünyada) kör olan kimse ise, bundan dolayı ahirette de kördür. Yolu da daha sapkındır.

73. Ve eğer Bize iftira atman için sana yaklaşarak vahyettiğimiz şeyden (Kur’an’dan) seni fitneye düşürebilselerdi, o takdirde seni halil (dost) edinirlerdi.

74. Ve eğer seni dirençli (kararlı) kılmasaydık, neredeyse onlara azıcık meyledecektin.

75. İşte o zaman, hayatın sıkıntılarını da ölümün sıkıntılarını da sana tattırırdık. Sonra, Bize karşı kendine bir yardımcı bulamazdın.

76. Ve o yerden (yurdundan) çıkarmak için seni neredeyse tedirgin ediyorlardı. Böyle olursa ardından az bir süre dışında kalamazlar.

Nitekim Nebimiz Muhammed, Medine’ye göç ettikten yaklaşık 10 yıl sonra Mekke kan dökülmeden fethedildi ve İslam’ı reddedenler orayı terk etmek zorunda kaldı.

77. Senden önce resul olarak gönderdiğimiz kimseler hakkındaki sünnetimiz (ilahi yasamız) budur. Sünnetimizle (yasalarımızda) de asla bir dönüşüm bulamazsın.

78. Zevalden ğasaka (kararan geceye) kadar salatı (Allah’a yönelme duasını) doğru ve istikrarlı biçimde yap.1 Fecrin Kur’anı’nı2 da (yerine getir). Çünkü fecrin Kur’an’ı2 tanık olandır/tanıklık edilendir.

            1 Zevalden (güneşin batı tarafına yönelmesinden) geceye kadar ifadesiyle öğle, ikindi, akşam ve yatsı salatının  kastedildiği belirtilmektedir. Fecrin, yani sabah şafağının iyice yoğunlaştığı zaman fecir vaktinde fecir salatının yapılacağı söylenmektedir. Yönelme dualarının vakitleriyle ilgili benzer mesajlar: 2:238; 11:114; 20:130; 30:17-18; 50:39.

            2 Bu ayette geçen “fecrin kur’anı” ifadesi: “Şafak duası yani fecir salatı”, şafak çağrısı/daveti”, “şafak bildirisi”, “şafak vaktinde toplanma”, şafak vaktinde Kur’an/vahiy okuma” ve “fecir ışıklarının toplanması” anlamlarına gelir.

79. O halde gecenin bir kısmında da kendin için fazladan gece uykusundan uyan. Umulur ki Rabbin seni Makam-ı Mahmud’a (övgüye değer makama) ulaştırır.

 Bu ayet ile 33:50’nci ayet, Muhammed’e bildirilen her vahyin Kur’an’da yer aldığının delilidir. Zira sadece ona özel olarak inen bir hükmün Kur’an’da bulunuyor olması bunun göstergesidir.

80. De ki: “Rabbim, gireceğim yere sıdk (sadakatle, doğrulukla) girdir; çıkacağım yerden de sıdk (sadakatle, doğrulukla) ile çıkar. Katından da benim için yardımcı bir sultan (güçlü bir delil, yetki ve otorite) ver.

81. Ve de ki: “Hak1 geldi ve batıl2 yok oldu. Şüphesiz ki batıl yok olmaya mahkumdur.

                1 “الْحَقّ” (el-hakk) sözcüğü, “doğru, gerçek, hakikat, hakkaniyet” anlamlarına gelir.

2 “بَاطِلَ” (batıl) sözcüğü, “geçersiz, yalan, dayanağı olmayan, haksız” anlamlarına gelir.

82. Kur’an’dan da müminler için şifa ve rahmet olan şeyler indiriyoruz. (Kur’an), zalimlerin de hüsranından (kaybından, zararından) başkasını artırmaz.

83. Ve insana nimet verirsek onu görmezden gelir ve yana çekilir. Ve bir şer (sıkıntı, kötülük) ona temas ederse ümitsizliğe düşer.

84. De ki “Herkes kendi karakterine göre amel (iş, hareket) eder.” Bundan dolayı Rabbiniz, O, kimin hidayet (kılavuzluk) yolunda olduğunu en iyi bilendir.

85.  Sana ruhtan soruyorlar. De ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir. Onun ilminden de pek azı dışında size (bilgisi) verilmemiştir.”

2:87 ayetinde yer alan “Meryem oğlu İsa’ya da beyyineler verdik ve onu Rûhulkuds (Kutsal Ruh) ile destekledik.” Şeklindeki ifade ile İsa Nebi’nin Kutsal Ruh (Rûhulkuds) ile desteklendiği belirtilmektedir.

Tevrat’ta da Ruh’tan söz edilmektedir: “Yüce meleklerin Ruhu da suların yüzü üzerinde geziniyordu.” (Başlangıç 1:2)

“Yahve de bir bulutun içinde indi ve onunla konuştu ve (Musa’nın) üzerindeki Ruh’tan arttırdı ve ihtiyar (ileri gelen, seçkin) 70 kişinin üzerine yerleştirdi. Ve öyle oldu. Ruh da üzerlerine çöker çökmez (bu kişiler) nebilik ettiler ve devam etmediler. (Sayılar, 11:25)

Ruh’un ve Kutsal Ruh’un tam olarak ne olduğu konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bazı görüşlere göre bu ifade ile Cebrail kastedilmiş olabilir. Ancak Ruh’un ve Kutsal Ruh’un, bilinen meleklerden ayrı ve özel bir varlık olduğu da düşünülmektedir.

86. Ve eğer istersek, sana onunla vahyettiğimizi kesinlikle gideririz (sileriz, geri alırız). Ardından onunla ilgili olarak, Bize karşı kendin için bir vekil de bulamazsın.

87. Ancak Rabbinden olan rahmet hariç. Şüphesiz ki senin üzerindeki fazlı (lütfu, rahmeti) büyüktür.

88. De ki: “Eğer insanlar ve cinler, bu Kur’an’ın benzerini getirmek için toplansalar, birbirlerine de destek olsalar, onun benzerini getiremezler.”

Kur’an’da meydan okuma (tahaddi) içeren ayetler, indiriliş sırasına göre kademeli bir şekilde yer alır:

            İlk olarak, tüm Kur’an’ın benzerini getirmeye yönelik meydan okuma yaklaşık 60–70 surelik bir birikimden sonra gelir. Bu ifade İsrâ Suresi 88. ayette ve Tûr Suresi 34. ayette yer alır.

Ardından gelen meydan okuma, on surelik benzer bir metin getirme şeklindedir ve bu, Hûd Suresi 13. ayette geçer.

Kur’an’ın edebi yönden taklit edilemez oluşunu ileri sürmek, kanıtlanması olanaksız bir savdır. Zira edebi yönden iki metinden hangisinin üstün olduğunu kanıtlayabilecek objektif ve evrensel bir kriter yoktur.  Kur’an’ın Allah kelamı oluşunun delili, Arapça bilenlerin edebi zevkine göre değişen subjektif bir değerlendirmeye bağlanamaz. Bu nedenle bu meydan okuma ayetleri ile Kur’an’ın matematiksel mucizesine işaret ediliyor. Yüce Allah’ın, kod görevi gören Huruf-u Mukatâ denilen harflerle; surelerin, ayetlerin hatta kodlanan harflerin sayılarının dahi Allah tarafından korunduğunun bir göstergesidir.

89. Andolsun ki bu Kur’an’da insanlar için tüm örneklerden açıkladık. Buna rağmen insanların çoğu sadece küfürde diretti.

90. Ve dediler ki: “Bizim için yerden bir pınar fışkırtıncaya kadar sana iman etmeyiz.

91. Ya da hurmalıklardan ve üzümlerden bir bahçen olmalı. Aralarından da fışkıran nehirler fışkırtırsın.

92. Ya da  iddia ettiğin gibi göğü parça parça üzerimize indir. Ya da Allah ile ve meleklerle karşımıza gelirsin.

93. Ya da süslerden bir evin olmalı veya göğe yükselmelisin. Kıraat edeceğimiz (okuyacağımız, bildireceğimiz) bir kitap indirmedikçe de yükselişine asla iman etmeyiz!” De ki: “Sûbhân Olan (her türlü noksandan münezzeh olan) Rabbimdir; resul (elçi) olan bir beşer (insan) başka neyim ki!”

94. Kendilerine hidayet (rehber, vahiy) geldiğinde, insanları iman etmekten meneden şey, sadece “Allah, bir beşeri, resul mü gönderdi?” demeleridir.

95. De ki: “Eğer yeryüzünde dolaşanlar melek olsaydı, elbette ki onlara gökten bir meleği resul (elçi) gönderirdik.”

96. De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Şüphesiz ki O, kendi kullarından Haberdardır, Görendir.

97. Ve Allah, kime hidayet (kılavuzluk) ederse, mühtedi (hidayete eren) odur. Kimi de saptırırsa, o zaman onlar için O’nun dışında bir evliya (dostlar, rehberler, koruyup gözetenler) bulamazsın. Kıyamet Günü de onları kör ve sağır ve dilsiz bir halde yüzüstü haşrederiz. Varacakları yer Cehennemdir. Ne zaman söndüyse, onlar için yakıcı ateşi artırdık.

98. Onların cezası (karşılığı) işte budur. Çünkü onlar ayetlerimiz ile küfrettiler (gerçeği örttüler) ve dediler ki: “Bizler, kemik haline gelmişken ve ufak parçalara dönüşmüşken mi, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltilecek olanlarız?”

99. Yoksa görmüyorlar mı? Şüphesiz ki Allah, O, semaları (gökleri, 7 evreni) ve arḍı yarattı. Onların benzerini yaratmaya da Kadirdir. Onlar için de kendisinde reyb (kuşku, belirsizlik) bulunmayan bir ecel (ölüm zamanı) belirlemiştir. Buna rağmen zalimler küfürden (inkârdan) başkasını istemezler.

100. De ki: “Eğer sizler, Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, o zaman tükenir korkusuyla infak etmez (kimseye vermez), tutardınız.” İnsan da çok cimrilik edendir.

101. Andolsun ki Musa’ya beyyineler (apaçık deliller, açık kanıtlar) olan dokuz ayet1 verdik. O halde İsrailoğullarına sor. (Musa) onlara geldiği zaman  firavun ona demişti ki: “Ey Musa! Şüphesiz ki ben, senin büyülenmiş olduğunu zannediyorum (inanıyorum).”

1 İsrailoğullarını salıvermeyi reddeden firavunu ikna etmesi için Yüce Allah’ın, firavuna ve halkına gösterdiği 9 ayetin (kanıt, işaret, mucize) neler olduğu Tevrat’ta “bela” şeklinde açıkça belirtilmektedir.

Bunlar sırasıyla şöyledir: Kan (Çıkış, 7:14-25), kurbağa (Çıkış, 8:1-15), bit (Çıkış, 8:16-19), haşere (Çıkış, 8:20-32), salgın hastalık (dever) (Çıkış, 9:1-7), çıban (Çıkış, 9:8-12), dolu (Çıkış, 9:13-35), çekirge (Çıkış, 10:1-20) ve zifiri karanlık (Çıkış, 10:21-29)

Bu ayetler (belalar) firavuna haber verilerek gösterilen işaretlerdir. Bu belalar, firavun ve halkı için büyük felaketlere neden oldu.

Firavun ve halkının yaşadığı en büyük felaket ise; insanların ve hayvanlarının İbranice’de “behor” adı verilen ilk doğan erkek çocuklarının aynı gece ölmesidir. Bu olay Tevrat’ta Çıkış Kitabı’nda ayrıntılı olarak anlatılmaktadır (Çıkış, 11:1-10; 12:1-32).

Bu belanın (felaketin) diğerlerinden farkı; öncekiler İsrailoğullarını bırakması için firavuna gösterilen işaretler (uyarılar) idi. Bu defa firavundan İsrailoğullarını serbest bırakması da istenmemiştir. İsrailoğullarını serbest bırakmayan firavuna ve ona uyan halkına verilen cezadır.

Bu cezadan sonra firavuna ve yandaşlarına son bir ceza daha verilecek ve hepsi suda boğulacak.

Kur’an’da ise Musa’ya verilen 9 ayetten (kanıt, işaret, mucize) söz edilmekte, ancak bunların hepsinden söz edilmemektedir (Araf, 7:101; Neml, 27:12) Kur’an’da Araf, 7:133 ayetinde “tufan (sel), çekirge, haşere, kurbağa ve kan” şeklinde sadece 5 ayetten (kanıt, işaret, mucize) söz edilmektedir. Tevrat’ta söz edilmeyen, ancak Kur’an’da belirtilen “tufan” (sel) mucizesi, büyük bir ihtimalle Tevrat’ta sözü edilen “dolu” mucizesi neticesinde oluşan bir felakettir.

Ancak maalesef bu husus ile ilgili olarak Tevrat’ta neler yazılmış olduğunu araştırmayanlar, diğer 4 ayet için Musa Nebi’nin göstermiş olduğu şu mucizelerden bir kısmını sayarlar: 1- Musa’nın, elini koynuna sokunca beyaz ele dönüşmesi, 2- Asanın yılana (ejderhaya) dönüşmesi ve diğer yılanları yutması, 3- Asa ile Kızıldeniz’i yarması, 4- Firavun ve ordusunun boğulması, 5- Asa ile kayadan on iki su fışkırtması, 6- Sina Dağı’nı İsrailoğullarının üzerlerine kaldırması, 7- Çölde bıldırcın eti ve selva yağması, vb.

Yüce Allah, Neml suresi 27:12’nci ayetinde bu 9 ayetin firavun ve halkına gösterildiğini belirtmektedir. Oysa bunlar, Tevrat’ta sayılan ve firavun ve halkına haber verilerek gösterilen ve her biri onlar için felakete dönüşen 9 ayet (delil, işaret, mucize) değildir.

102. (Musa) dedi ki: “Andolsun ki, Semaların (göklerin, 7 evrenin) ve arḍın (yerin) Rabbinden (efendisinden) başkasının bunları indirmediğini biliyorsun. (Bunlar) gerçekleri ortaya koyan delillerdir. Ey firavun, şüphesiz ki ben de senin mahvolduğuna inanıyorum.”

103. Böylece onları yurtlarından çıkarmak istedi. Bunun üzerine Biz de onu (firavunu) ve beraberindekileri topluca suya gömdük.

104. Onun ardından da İsrailoğullarına dedik ki: “Yeryüzünde yerleşin. Ahiretin (sonuncunun) vaadi geldiği zaman da sizleri bir araya toplayıp getireceğiz.”

105. Onu (Kur’an’ı) da hak (bir amaç) ile indirdik, o da bir hak ile indi. Seni de bir müjdeci ve bir uyarıcı olman dışında (bir amaçla) göndermedik.

106. Ve bir Kur’an (okunan, bildirilen) olarak onu insanlara uzun bir süre kıraat etmen (bildirmen, ilan etmen) için ayırdık ve bölümler halinde indirdik.

Bu ayette Kur’an’ın topluca değil de art arda indirilmesinin gerekçesinin, hayata okunması ve hayata dokunması olduğuna dikkat çekilmektedir. Benzer mesaj: 25:32.

107. De ki: “İster onunla iman edin ister iman etmeyin. Önceden kendilerine ilim verilmiş olan kimselere tilavet edildiğinde (okunup uyulduğunda) elbette ki çeneleri üzerine secdeye kapanırlar.

108. Ve derler ki: “Rabbimiz, Sûbhân Olandır (her türlü noksandan münezzeh olandır). Şüphesiz ki Rabbimizin vaadi kesin olarak gerçekleşti.”

109. Ve çeneleri üzerine kapanarak ağlarlar ve bu, onların huşularını (saygılarını, içtenliklerini) artırır.

110. De ki: “İster ‘Allah’ diye dua edin ister ‘Râhmân’ (lütufkâr, rahmeti alemlerdeki tüm varlıkları kaplayan) diye dua edin! Hangisiyle dua ederseniz edin, nihayetinde en güzel isimler1 O’nundur.” Salatınla Allah’a yönelme duanla; elçiye ve müminlere yardımla, onlara destek olmakla) da gösteriş yapma, Onunla da gizlenme (yaptığını gizleme); ikisi arasında bir yol amaçla.

1 “Esma’ul Husna” ifadesi 4 yerde (7:180, 17:110, 20:8, 59:24) geçmektedir. Bu ifade ile ilgili açıklama 7:180 ayetinde yer alır.

111. Ve de ki: “Hamd (övgü ve şükür) Allah’a aittir. O ki, evlat edinmez, Kendi mülkünde de ortağı yoktur. O’nun, zülden (zillet içinde olandan, aşağı olanlardan, acizden) bir velisi (dostu, rehberi, koruyup gözeteni) olmaz. Ve O’nu yücelterek tekbir getir.