Râhmânir-Râhîm
(Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla
1. Elif, Lam, Mim.
‘Elif, Lam, Mim’
başlangıç harfleri (huruf-u Mukatâ) ile başlayan 6 surede (2:1, 3:1, 29:1, 30:1,
31:1, 32:1) toplam; 8944 tane ‘Elif’, 6494 tane ‘Lam’, 4436
tane de ‘Mim’ harfi vardır. Hepsinin de toplamı 19874’tür. Bu da 19’un 1046
katıdır.
2. Allah (Yüce Olan Yüce), O’ndan başka ilah (Yüce olan) yoktur; O, Hayyul- Kayyum’dur
(Evrenlerdeki hayatın kaynağıdır ve hayatı elinde tutandır; Evrenleri düzene
sokan ve yönetendir).
3. Yanındakileri hak (bir
amaç) ile tasdik eden (doğrulayan)
olarak Kitabı sana indirdi. Tevrat’ı ve İncil’i de indirmişti;
4. Bundan önce insanlara hidayet (kılavuz) olarak! Ve
Furkân’ı (Hak ile batılı, doğru ile yanlışı ayıran
ölçüyü) indirdi. Allah’ın ayetleri ile küfredenler (gerçeği örtenler)
için şüphesiz ki çetin bir azap vardır. Ve Allah,
Aziz’dir,
Züntikam’dır (Mutlak Güç Sahibidir, Zalimlerden İntikam Alandır).
5. Kuşkusuz ki gökte ve yerde hiçbir şey Allah’a
gizli kalmaz.
6. Sizi istediği gibi rahimlerde şekillendiren
O’dur. Kendisinden başka ilah (Yüce olan) yoktur. Azizul-Hâkîm’dir
(Hikmetle Hüküm Veren
Mutlak Güç sahibidir).
7. Sana Kitabı indiren O’dur. Onun bazı ayetleri
muhkemdir. Onlar Kitabın anasıdır (esasıdır). Diğerleri ise müteşabihtir.1 Bundan dolayı da kalplerinde eğrilik bulunanlar, fitne2 (karışıklık) çıkarmak ve tevil etmek (sözleri
eğip bükmek) için müteşabih olanlarının peşine düşerler. Oysa onların
tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde rasih olanlar (bir ilimde sağlam
bilgi sâhibi olanlar) da derler ki: “Biz, ona (Kitaba) iman ettik (inandık
ve güvendik), hepsi Rabbimizin yanındandır. Ulü’l-elbabtan (duruşu
sağlam olanlardan)4 başkası ise (bunu) zikretmez (hatırında
tutmaz, anmaz):
1 Muhkem, doğrudan anlaşılan ve hüküm içeren ayetler muhkem ayetlerdir. Müteşâbih
ise, benzetmeli olarak yorum gerektiren ve çok anlamlılığa açık ayetlerdir.
8. Rabbimiz! Sen bize hidayet (kılavuzluk) ettikten sonra
kalplerimizi eğriltme. Katından da bize rahmet et. Şüphesiz ki Vehhab (Karşılıksız
Çokça Bağışlayan) Sensin.
9. Rabbimiz! Gelmesinde
kuşku bulunmayan günde, insanları toplayacak olan Şüphesiz ki Sensin. Şüphesiz ki Allah vadinden (sözünden) dönmez.”
Arap edebiyatında iltifat sanatı vardır;
anlatımı canlı tutmak ve konunun önemini vurgulamak için sözün akışı
beklenmedik bir şekilde değiştirilerek üçüncü şahıstan birinci şahsa, ikinci
şahıstan birinci veya üçüncü şahsa, birinci şahıstan ikinci veya üçüncü şahsa
vs. geçilir. Geçmiş zamandan şimdiki veya gelecek zamana; gelecek zamandan
geçmiş zamana ya da geçmiş zamandan emir kipine geçiş yapılabiliyor.
10. Şüphesiz ki küfreden kimselerin malları da
evlatları da onlara Allah’a karşı bir fayda sağlamaz! Cehennemin yakıtı işte
onlardır.
11. Firavunun
ailesinin (yandaşları)
adeti gibi kendilerinden önceki kimseler de ayetlerimiz ile yalanladılar. Allah
da onları zenbleri (suçları, günahları) nedeniyle yakaladı. Ve Allah, cezalandırması (verdiği karşılık) çetin olandır.
12. Küfreden kimselere de ki: “Yenileceksiniz ve
cehennemde toplanacaksınız! Orası ne de kötü bir hazırlanmış bir yerdir.”
13. (Bedir’de) Karşılaşan iki grupta sizin için elbette bir ibret
vardır. Bir topluluk Allah yolunda savaşıyordu, diğeri ise kafirler (hakkın üstünü örtenler) idi. Onları (müminleri),
gözleriyle kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah da istediğini yardımıyla
destekler. Basiret (öngörü) sahipleri için bunda bir ibret vardır.
14. Kadınlara ve evlatlara ve yığınla altına ve gümüşe, soylu atlara
ve sürülere ve ekinlere olan şehvetlerin muhabbeti (zevklerin tutkusu) insanlara süslü gösterildi.
Bunlar, dünya hayatının metâıdır. Dönülecek güzel yer ise Allah’ın yanıdır!
Bu ayette dikkat çeken husus; kadınların, erkek-kadın
tüm insanlara çekici (alımlı) gösterildiği hususudur.
15. De ki: “Bunlardan hayırlısını size
bildireyim mi? Takvalı olanlar (Allah’ın emirlerine uyup,
yasaklarından kaçınan) için Rablerinin yanında altlarından nehirler akan ve içlerinde
sürekli kalacakları cennetler ve mutahhar (tertemiz,
iyi, faydalı) eşler ve Allah’ın rıdvanı (O’nun rızası) vardır. Ve
Allah, kullarını (hizmet edenleri) Görendir.
16. Onlar, “Rabbimiz! Biz
iman ettik, bizim için zenblerimizi (günahlarımızı) bağışla ve bizi ateşin
azabından koru!” derler.
17. Sabredenler de sadıklar (doğru,
güvenilir olanlar) da boyun eğenler ve infak
edenler (karşılıksız
yardım, harcama ve destek olanlar) ve seherlerde istiğfar edenler.
18. Allah, kendisinden başka ilah (Yüce olan) olmadığına şahitlik eder.
Melekler ve adaleti gözeten ilim sahipleri de… O’ndan başka ilah (Yüce
olan) yoktur. O, Azizul-Hâkîm’dir (Hikmetle Hüküm Veren
Mutlak Güç sahibidir).
Allah’tan
sonra en güvenilir şahitler evrendeki işleri yöneten meleklerdir. Onların
delili kendi kişisel bilgilerine dayanır; yani “Bu ülkenin tek Hakimi
Allah’tır, dolayısıyla gök ve yerle ilgili işlerde O’ndan başka emir
verebilecek kimse yoktur.” Daha sonra Hak bilgisiyle donanan herkes, dünyanın
başlangıcından bugüne dek, tüm evrende sadece Allah’ın Hâkim ve düzenleyici
olduğuna şahitlik etmektedir.
19. Allah katında din İslam’dır. Kendilerine
kitap verilenler, kendilerine
ilim geldikten sonra aralarındaki azgınlık ve kıskançlık yüzünden ayrılığa
düştüler. Kim Allah’ın ayetleri ile küfrederse (gerçeği
örterse); Şüphesiz ki Allah, hesabı seri (hızlı) olandır.
20. Ve eğer delil sunarak seninle
iddialaşırlarsa de ki: “Ben, kendimi Allah’a teslim ettim, bana uyanlar da…”
Kitap verilenlere ve ümmilere (vahiy kitaplarından habersiz olanlara) de ki: “Siz de teslim
(İslam) oldunuz mu?” Teslim olurlarsa hidayet
(kılavuzluk) edilmişlerdir. Dönerlerse, sana düşen sadece tebliğdir (vahyi bildirmektir).
Allah da kullarını Görendir.
21. Şüphesiz ki Allah’ın ayetleriyle küfredenler ve
haksız yere nebileri katledenler ve insanlar arasında adaleti emredenleri
katledenler. Bundan dolayı onları elem verici bir azap ile müjdele!
22. Onların
dünyada ve ahirette yaptıkları boşa gitmiştir. Onların bir yardımcısı da
yoktur.
23. Kitap’tan
kendilerine bir pay verilenleri (Ehl-i Kitap’ı) görmedin mi? Allah’ın
Kitabına göre aralarında hüküm vermesi için (Nebi) çağrıldıktan sonra
onlardan bir topluluk sırtını dönüyor. Onlar umursamıyorlar da.
24. Bu, “Bize, birkaç günden başka ateş
dokunmayacak.” demelerindendir. Uydurmakta oldukları şeyler kendilerini dinleri
hakkında kandırmaktadır.
25. Öyleyse hakkında kuşku bulunmayan bir günde
onları bir araya topladığımızda (halleri) ne olacak? Ve her nefise kazandığının karşılığı tam
verilir. Ve onlara zulmedilmez.
26. De ki: “Ey mülkün sahibi
Allah’ım! Sen, istediğine mülk verirsin, istediğinden de mülkü geri alırsın;
istediğini
izzetli kılar, istediğini de zelil edersin. Hayr (hayır, iyilik, fayda) senin
elindedir. Her şeye kadir olan (her şeye gücü yeten) da Sensin.
27. Geceyi, gündüzün üzerine
yuvarlarsın; gündüzü de gecenin üzerine yuvarlarsın. Ölüden diriyi
çıkarırsın; diriden de ölüyü çıkarırsın. İstediğini de hesapsız
rızıklandırırsın.”
28. Müminler, müminlerin dışında kafirleri (hakkı
bildiği halde inkar edenleri, onun üstünü bilerek örtenleri) evliya (dostlar,
rehberler, koruyup gözetenler) edinmesin. Onlardan korunmanız dışına
kim böyle yaparsa, Allah ile bir şeyi (bağı) kalmaz. Allah da sizi nefsine (zatına)
karşı
sakındırıyor. Dönüş de Allah’adır.”
29. De ki: “Göğsünüzdekileri gizleseniz de
açıklasanız da Allah onu bilir. Göklerde (7 evrende) ve yerde olanı da bilir. Ve Allah, her şeye kadir
olandır (her şeye gücü yetendir).”
30. O gün nefislerin (canların)
hepsi, hayırdan işledikleri ne varsa onu bulacak, kötülükten de işledikleri ne
varsa... (Herkes) onunla (işlediği kötülükle) kendi arasında da
kendi ile onun (o kötülük) arasında da uzak bir mesafe olmasını arzular.
Allah
da sizi nefsine (zatına) karşı sakındırıyor.
Ve Allah, kullarına Rauf’tur
(çok
lütufkar ve şefkatlidir).
Bu
ayet, Yüce Allah’ın sevgisini kazanmak ve kurtuluşa ermek için elçilerin okuyup
aktardığı vahye uymanın gerekliliğinin apaçık delilidir.
32. De ki: “Allah’a ve Resul’e itaat edin. (Sözlerinden) Dönerlerse; Allah, kâfirleri
sevmez.”
33. Şüphesiz ki Allah,
Adem’i de Nuh’u da İbrahim’in ailesini de İmran
ailesini de alemlere seçkin kıldı.
İmran, Musa’nın ve Harun’un babalarının ismidir ve
Tevrat’ta “Emren” olarak geçer.
34. Birbirlerinin soylarındandırlar. Ve
Allah Semi’dir, Alim’dir.
35. İmran’ın hanımı demişti ki: “Rabbim,
karnımda olanı (bebeği) hür olarak
sana adadım, benden kabul buyur. Şüphesiz ki Sen,
Semiul-Alim (Her şeyi Bilip
İşiten) olansın.
Burada
sözü edilen “İmran’ın kadını” ile Musa’nın ve Harun’un anneleri kastedilmiyor.
Buradaki “İmran’ın kadını”, Meryem’in annesi, yani İsa’nın anneannesi olan
Hanne’dir. Bu hitap ile Meryem’in annesinin İmran soyundan gelen bir kadın
olduğu vurgulanmak istenmektedir. Bazı Hıristiyan kaynaklarında Meryem’in
babasının adı Iaachim olarak geçmesine rağmen, tarih, Meryem’in babasının kim
olduğunu ve annesinin hangi aileye mensup olduğunu bildirmez. Ancak İncil’de,
Meryem ile Yahya’nın annesi Elisabeth’in kuzen oldukları belirtilmektedir (Luka
1;36).
36. Onu doğurduğu zaman da dedi ki: “Rabbim, şüphesiz ki ben, onu kız olarak doğurdum.” Allah
da onun ne doğurduğunu biliyordu. “Erkek de kız gibi değildir. Şüphesiz ki ben,
onu Meryem diye isimlendirdim. Ve şüphesiz ki ben, onu ve soyunu recmedilmiş
şeytandan Seninle (yardımınla) korurum.”
37. Rabbi de onu (Meryem’i) en güzel bir şekilde kabul etti ve
onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya da onun bakımını üstlendi.
Zekeriya, mihraba (odaya) yanına her girdiğinde onun yanında bir rızık
bulurdu. Dedi ki: “Ey Meryem, bu sana nereden (geliyor)?” Dedi ki:
“Allah’ın yanındandır.2 Allah, istediğini hesapsız rızıklandırır.”
İnsanın
insan olması için hücre oluşumuna gereksinim vardır ve bütün hücrelerin de
doğrudan veya dolaylı, organik veya inorganik olarak topraktan meydana geldiği
bilinen bir gerçektir. Bu haliyle, her insanın topraktan tıpkı bir bitki gibi
bir süreç halinde meydana getirildiği anlaşılmaktadır. Özel olarak sadece
Meryem için kullanılan “güzel bitki” ifadesi ise onun mucize yaratılışıyla
ilgilidir. (Bkz: “Kur’an’da Meryem Mucizesi”, https://docplayer.biz.tr/52032028-Kur-an-da-hz-meryem-mucizesi.html).
Allah’ın katından, Meryem’e yiyecekler
gönderilmesi, babasız çocuk doğurmasını sağlamak üzere özel bir beslenme
yöntemi uygulanması olarak yorumlanabilir. Ayrıca, 19:23-26 ayetlerinde doğum
sırasındaki beslenmesine ilişkin bilgiler verilmesi ve “Artık, ye, iç; gözün
aydın olsun!” söylemi, Meryem’in beslenmesine, Allah tarafından büyük önem
verildiğini göstermektedir.
38. Zekeriya orada Rabbine dua etti ve dedi ki: “Rabbim! Bana katından tayyib (iyi,
yararlı) bir nesil ver. Duamı işiten Sensin.”
Bu hadise İncil’de şöyle anlatılmaktadır:
“Yahudiye kralı Herodes’in zamanında, Abiya takımından Zekeriya
adında bir kâhin vardı; karısı Harun kızlarındandı ve adı Elizabet’ti.
İkisi de Yahve’nin gözünde doğru kişilerdi; Yahve’nin tüm
emir ve yasalarına uyarak temiz bir yaşam sürerlerdi. Fakat çocukları
yoktu; Elizabet kısırdı ve ikisi de çok yaşlanmıştı. Zekeriya, kendi
takımı görevde olduğundan Yahve’nin önünde kâhin olarak hizmet ediyordu.
Kâhinlik geleneği uyarınca, Yahve’nin kutsal mekânına girip buhur sunma
sırası ondaydı. Bütün halk buhur sunma saatinde dışarıda dua
ediyordu. Bu sırada Yahve’nin meleği Zekeriya’ya göründü. Buhur sunağının
sağında duran meleği görünce, Zekeriya telaşlanıp korkuya kapıldı. Fakat
melek, “Korkma Zekeriya” dedi, “Çünkü yakarışın duyuldu, karın Elizabet
sana bir oğul doğuracak ve onun adını Yahya koyacaksın. Sevincin ve
mutluluğun büyük olacak; birçokları da onun doğumundan sevinç
duyacak. Çünkü o Yahve’nin önünde büyük olacak. Ancak hiç şarap ve içki
içmemeli. Daha annesinin karnındayken kutsal ruhla dolacak. İsrailoğullarından
birçoğunu ilahları Yahve’ye döndürecek. Babaların yüreklerini çocuklara
döndürmek, asileri doğruların hikmetine yöneltmek ve Yahve’ye uygun bir
halk hazırlamak üzere, onun önünde İlya’nın ruhu ve gücüyle
yürüyecek.” Zekeriya meleğe “Bundan nasıl emin olabilirim? Ben yaşlı bir
adamım, karım da çok yaşlı” dedi. O zaman melek ona şöyle dedi: “Ben
Yüce Olan’ın huzurunda duran Cebrail’im; bunları sana müjdelemek ve anlatmak
için gönderildim. Bunlar olana dek dilin tutulacak ve konuşamayacaksın,
çünkü vakti geldiğinde gerçekleşecek sözlerime inanmadın.” Bu arada,
insanlar Zekeriya’yı beklemeye devam ediyordu ve onun kutsal mekândan neden
hâlâ çıkmadığını merak etmeye başlamışlardı. Fakat Zekeriya dışarıya
çıktığında onlarla konuşamadı. İnsanlar onun kutsal mekânda doğaüstü bir görüntü gördüğünü anladılar. Zekeriya onlarla işaretlerle
anlaşıyordu, dili açılmamıştı. Hizmet süresi tamamlanınca evine
döndü. Ardından da karısı Elizabet gebe kaldı. Elizabet beş ay
boyunca eve kapandı. “Yahve yüzüme baktı, şimdi bana bu iyiliği yaparak
insanların önündeki utancımı kaldırdı” dedi. (Luka, 1:5-25)
39. Mabette
salat ederken (Allah’a yönelme
duası yaparken, elçiye ve müminlere yardım ederken, onlara destek olurken) ederken melekler ona sesleniverdi: “Allah, sana
Yahya’yı müjdeliyor. Allah’tan gelen kelimeler (ayetler) ile tasdik eden (doğrulayan),
seyyid (efendi, önderlik eden) ve nefsine hâkim olan salihlerden (erdemlilerden)
bir
nebi.
40. Dedi ki: “Rabbim1, ben iyice yaşlanmışken, üstelik karım da kısır iken benim
nasıl bir delikanlım olabilir ki?”. (Melek) dedi ki: “Öyledir, Allah istediği şeyi yapar.”
1 “Rab”,
efendi, sahip, yönetici ve bey anlamlarına gelir. Dolayısıyla, İbrahim Nebi’nin
burada “Rabbim” diyerek meleği kastettiğini görüyoruz. Bir sonraki ayette melek
için kullanıldığı daha net olarak anlaşılmaktadır. Benzer ifade, bu surede
47’nci ayette Meryem tarafından da kullanılmaktadır. “Rab” ile ilgili açıklama
Fatiha, 1:2 ayetinde yer alır.
41. (Zekeriya) dedi ki:
“Efendim, bana bir işaret göster.” (Melek) dedi ki: “Senin ayetin,
işaretlerden başka insanlarla üç gün (ve üç gece) konuşmamandır. Rabbini
çokça zikret (hatırında tut, an). Akşam ve fecir (tan) vakitlerinde
de tesbih et (yücelt).”
Bu bölümün en önde
gelen amacı Nasranilerin, İsa’yı Allah’ın oğlu kabul edip, Ona karşı ibadet
ederek yaptıkları büyük hatayı anlamalarını sağlamaktır. Yahya’nın mucizevi
doğumu da onların bu yanlış inançlarını savunmalarına karşı bir delil olarak
Kur’an’da anlatılıyor. İsa’nın mucizevi doğumu Onu ilah (Yüce olan) olarak
kabul etmeye yol açmamalıdır. Çünkü aynı ailede yetişen ve çok değişik bir
şekilde yetiştirilen Yahya da bir mucize sonucu dünyaya gelmiştir. Tevrat,
Yahya’dan John the Babtist olarak bahseder. (Matta: böl. 3, 11, 14, Markos,1,6,
Luka,1,3).
42. Melekler demişti ki: “Ey Meryem, Allah seni seçti ve tertemiz kıldı ve âlemlerin
kadınlarına seçkin kıldı.
Bu husus, İncil, Luka 1:41,42 ayetlerinde, şöyle
yazılıdır: “Elizabet, Meryem’in selamını duyunca rahmindeki çocuk hopladı.
Kutsal Ruh’la dolan Elizabet yüksek sesle şöyle dedi: “Kadınlar arasında
kutsanmış bulunuyorsun, rahminin ürünü de kutsanmıştır!”
43. Ey Meryem, Rabbine gönülden itaat et ve
secde et ve rükû edenlerle birlikte rükû et!”
44. Bunlar, sana bildirmekte olduğumuz bilinmeyen haberlerdendir. (Ey Muhammed!) “Meryem’e
kim kefil olacak (kim himayesine alacak)?” diye kalemlerini attıklarında
(kura çektiklerinde) sen yanlarında değildin! Onlar (bu konuda)
çekiştiklerinde de yanlarında değildin!
Meryem, annesi tarafından Allah yolunda mabede
adanmış bir kız olduğu için cinsiyeti nedeniyle onun koruyuculuğunu kimin
yapacağı konusu, mabetteki görevliler için bir problem oldu. Bu nedenle
görevliler problemi çözmek için kura çekiyorlardı.
45. Melekler demişti ki: “Ey Meryem! Allah, seni kendisinden bir
kelime ile müjdeliyor. Adı Meryem oğlu Mesih İsa’dır; Dünyada da ahirette de (itibar
gören) bir
yüzdür ve mukarrebindir (Allah’a yaklaştırılanlardır).
1 İsa, Allah’ın ‘ol’ sözüyle babasız doğduğu için Allah’ın
Kelimesi olarak adlandırılmıştır. Kur’an, İsa’yı putlaştıranları uyarmak
için İsa’yı çoğunlukla “Meryem oğlu İsa” diye anar.
46. O, beşikte de yetişkinliğinde de insanlara
konuşacak ve erdemlilerden olacak.
47. (Meryem) dedi ki: “Efendim, bana bir insan dokunmamışken
nasıl evladım olur?” (Melek) dedi ki: “Böyledir, Allah istediği şeyi
yaratır. Bir şeyin olmasına karar verdiğinde ona ‘Ol!’ der, o da oluverir.
48. Ve ona Kitabı ve hikmeti (yargıda bulunma (hüküm verme) kabiliyetini,
bilgeliği) ve Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek;
49. İsrailoğullarına da bir elçi…1 (İsa, halka dedi ki), “Ben size Rabbinizden bir ayet (delil)
ile geldim. Size, çamurdan kuş yaratırım ve ona üflerim, (o da) Allah’ın
izni ile kuş oluverir. Allah’ın izniyle körü de alacalıyı (cüzzamlıyı)
da (hastalıktan) arındırırım; ölüleri de diriltirim. Evlerinizde ne
yediğinizi de ne biriktirdiğinizi de size bildiririm. İman edenlerden iseniz
bunda sizin için bir ayet (kanıt) vardır.2
1 İsa’nın
Elçi olarak gönderilmesi İncil’de şöyle anlatılmaktadır: “İsa kalabalığı
görünce dağa çıktı. Yere oturdu ve sonra öğrencileri yanına geldi. O da
söze başlayıp şunları öğretti: “Ne mutlu ruhi ihtiyacının farkında olanlara,
çünkü göklerin krallığı onlarındır. Ne mutlu yaslı olanlara, çünkü onlar
teselli edilecekler. Ne mutlu yumuşak başlı olanlara, çünkü onlar
yeryüzünü miras alacaklar. Ne mutlu doğruluğa aç ve susamış olanlara,
çünkü onlar doyurulacaklar. Ne mutlu merhametli olanlara, çünkü onlar merhamet
görecekler. Ne mutlu temiz yürekli olanlara, çünkü onlar Allah’ı
görecekler. Ne mutlu barışçı olanlara, çünkü onlara ‘Allah’ın oğulları’
denecek. Ne mutlu doğruluk yolunda zulüm görenlere, çünkü göklerin
krallığı onlarındır. Benim yüzümden insanlar sizi kınadıkları, size
zulmettikleri ve aleyhinizde her türlü yalanı söyledikleri zaman ne mutlu
sizlere! Sevinin ve sevinçten sıçrayın, çünkü göklerdeki
ödülünüz büyüktür. Onlar sizden önce peygamberlere de böyle
zulmettiler. Siz yeryüzünün tuzusunuz, fakat tuz özelliğini
kaybederse, ona nasıl yeniden tat verilir? Artık hiçbir işe yaramadığından
dışarı atılır ve ayaklar altında çiğnenir. Siz dünyanın ışığısınız. Dağ
üzerine kurulmuş şehir gizlenemez. İnsanlar kandil yakınca, onu
sepet altına değil, şamdana koyarlar. Böylece ışık evdeki herkesi
aydınlatır. Benzer şekilde sizin ışığınız da insanların önünde
parlasın ki, iyi işlerinizi görsünler ve göklerdeki Babanızı
yüceltsinler. Kanunu ya da Peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için
geldiğimi düşünmeyin. Ben bunları geçersiz kılmaya değil, yerine getirmeye
geldim. Gerçek şu ki, gök ve yer silinip gitse de, Kanunun en küçük bir
harfi, hatta bir noktası bile silinmeyecek ve her sözü gerçekleşecektir.
Öyleyse, kim bu emirlerin en küçüklerinden birini bile çiğner ve insanlara bu
şekilde öğretirse, göklerin krallığı için o ‘küçük’ sayılacak. Fakat kim
onları tutar ve öğretirse, göklerin krallığı için o ‘büyük’ sayılacak.
(Matta, 5:1-19) “Sonra onlara şöyle dedi: “Tüm dünyaya gidin ve iyi haberi
bütün âleme duyurun.” (Markos, 16:15)
2 Yaratma iki türlüdür. Birincisi, maddesi ve benzeri olmayan bir şeyi
yaratmadır. Onu Allah’tan başkası yapamaz. “O, gökleri ve yeri, bir örneği
yokken yaratmıştır.” (13:16).
İkincisi, bir şeyden bir başka şey yaratmaktır.
Bunun için sadece maddenin görüntüsü veya yapısı değiştirilir. Bu tür yaratmayı
insan da yapabilir. İsa Nebi ikincisini yapmıştır. Benzer mesaj: 5:110.
İncil’de de şöyle bir ayet vardır: “Bir şeyi
oluşturmanız, Allah’ın da o şeyi oluşturmasıyla mümkün olur.” (Tekvir 81:29)
Bu ayette belirtilen mucizelerden; doğuştan kör
ile ilgili olanı, Yuhanna, 9:1-34’te; alacalı ile ilgili olanı, Matta 8:1-4’te;
ölüleri diriltmekle ilgili olanı ise, Luka, 7:11-17 ve Yuhanna, 11:17-46’da yer
alır.
50. Önünüzdeki Tevrat’ı da tasdik edici (doğrulayıcı)
ve size haram kılınan (yasaklanan) bazı şeyleri helâl kılmak için
Rabbinizden apaçık deliller getirdim. O hâlde Öyleyse Allah’a karşı takvalı olun,
bana da itaat edin.
Bu
mesaj İsrailoğullarının azgınlığı nedeniyle onlara özel bir ceza olarak haram
kılınan (yasaklanan) bazı yiyeceklerin aslına döndürülmesi, yani helal
kılınmasıyla ilgilidir.
İncil’de İsa’ya ait şöyle bir söz geçer: “Kutsal
Yasa’yı (Tevrat’ı) ya da elçilerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi
sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim. Size doğrusunu
söyleyeyim, gök ve yer ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal
Yasa’dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile eksilmeyecek. Bu nedenle, bu
buyrukların en küçüklerinden birini kim çiğner ve başkalarına öyle yapmayı
öğretirse, Göklerin Egemenliğinde en küçük sayılacak. Ama bu buyrukları kim
yerine getirir ve başkalarına öğretirse, Göklerin Egemenliğinde büyük
sayılacak.” (Matta 5:17-19)
51. Şüphesiz ki Allah,
benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O’na kulluk edin. Sırat-ı müstakim (doğru, istikametli yol) işte budur.”
52. Onlardaki küfrü sezince de İsa dedi ki: “Ensarullah
(Allah’ın yardımcıları) kimlerdir?” Havariler1 dedi ki: “Allah’ın yardımcıları
bizleriz! Allah ile iman ettik (O’nun
aracılığıyla inanıp güvendik). Ve şahit ol, bizler Müslimleriz (Teslim Olanlarız)2.
1 Havari kelimesi “beyaz giyenler”, “beyazlara
bürünenler”, “doğrulayıcılar”, “samimi olanlar”, “tertemiz kişiler” anlamlarına
gelir.
İsa Nebi’nin Havarileri Şunlardır:
1- Balıkçı olan Petrus (Simun):
Kilisesini üzerine inşa edeceği kayaya ithafen “Petrus” adı İsa tarafından
verilmiştir. İsa tarafından kendisine diğer havarilerin önderliği mevkii layık
görülmüştür (Matta 16:18, Yuhanna 21:15-16). Roma’da öldürülmüştür. Roma
Katolik Kilisesi’nin ilk piskoposu kabul edilir. 29 Haziran Aziz Petrus
Günü’dür. İsa, Romalılar ve kendisinin Mesih olduğuna inanmayan Yahudiler
tarafından çarmıha gerilmek üzere yakalandığında Petrus onun bir havarisi
olduğunu üç defa inkâr etmiştir. İnkâr edeceği İsa tarafından Son Yemek’te
kendisine bildirilmiştir ancak Petrus buna inanmamıştır. Dört incil’de de bu
olay aynı şekilde anlatılır.
2- Petrus’un kardeşi balıkçık Andreas: Çarmıha
gerilerek şehit edilmiş.
3- Yakovos (Büyük Yakub): Şehit edilen
ilk havaridir. Yahudi kralı Herod Agrippa tarafından katledilmiş.
4- Yuhanna: Büyük Yakub’un kardeşidir ve Yuhanna
İncili’ni yazmış.
5- Filipus: Sezar’a karşı geldiğinden
dolayı Roma askerlerince Pamukkale’de şehit edilmiş.
6- Vartolomeos (Bartalmay): Ermenistan’da
çarmıha gerilip, canlı canlı derisinin yüzüldüğü söylenmektedir.
7- Tomas: Şüpheci Tomas olarak da
bilinir.
8- Matta: İbrani kökenli bir vergi
memurudur ve Matta İncili’nin yazarıdır.
9- Yakovos o Mikros (Küçük Yakub):
10- Yahuda (Taday): Küçük
Yakub’un kardeşidir.
Pers topraklarında Simon ile birlikte şehit edilmiş.
11- Simon (Yurtsever): Pers topraklarında Yahuda (Taday) ile birlikte
şehit edilmiş.
12- Yahuda: Nasranilerce 30 gümüş dinar
için İsa’ya ihanet ederek yakalattığına inanılır. Vicdan azabından intihar
etmiştir.
13- Mattiya (Mathias): Yahuda’nın yerine seçilmiş.
2 Yüce Allah’ın bütün elçilere gönderdiği mesajların
ortak adı İslam’dır. 3:19, 85, 21:92 ve 23:52 gibi ayetlerde dikkat çekilen
husus da budur. 3:52’de İsa ile iman eden havarilerin Müslim (Teslim Olan)
olduklarını ilan ettikleri haber verilmektedir. Firavuna karşı mücadelede
Musa’nın yanında yer alan büyücülerin dile getirdiği duadaki ifadeleri 7:126’da
yer aldığı üzere “Müslimler olarak vefat ettirilmek” şeklinde ifade
edilmektedir. Ayrıca firavunun ölümü esnasında söylediği, ancak iddiasını
ispata zamanı kalmadığı için kendisinden kabul edilmeyen itirafında dile
getirdiği ifadesi de “Ben de Müslimlerdenim” şeklinde 10:90’da
hatırlatılmaktadır.
53. Rabbimiz!
İndirdiğin şey ile (vahiy ile) iman ettik ve Resul’e tabi olduk.
Bizi
de şahitlerle birlikte yaz.”
54. Ve bir plan yaptılar, Allah da bir plan
yaptı. Ve Allah, plan yapanların hayırlısıdır.
55. Allah demişti ki: “Ey İsa! Ben, seni vefat
ettireceğim ve seni Bana (katıma)
yükselteceğim ve seni, kafirlerden arınmış kılacağım. Sana tabi olanları da
Kıyamet Gününe kadar küfredenlerin üzerinde tutacağım. Ardından dönüşünüz Bana
olacak. Ayrılığa düştüğünüz hakkında de aranızda hükmedeceğim.
Bu ayetlere bakınca İsa Nebi’nin, ölmeden (yani
bedenen henüz ölmeden) önce vefat ettirildiği (ruhunun alındığı, görevinin
tamamlattırıldığı) kanaatine varılmaktadır.
Ayrıca: Kur’an’da bilinçli olarak öldürme eylemi için de “katl” sözcüğü
kullanılmaktadır. Bu nedenle çeviride “mevt” kelimesi “ölüm” şeklinde
çevrilmiş, “vefat” ile “katl” kelimesi ise aynen bırakılmıştır.
56. Kafir kimselere gelince, dünyada da ahirette
de çetin bir azapla onlara azap ettireceğim. Onların yardımcıları da olmayacak.
57. İman edip doğru
işler yapanlara gelince, (Allah) ecirlerini (yaptıklarının karşılığı) tam olarak verecektir. Allah,
zalimleri sevmez.
58. İşte bu, sana onu tilavet ediyoruz;
ayetlerden ve hâkim (hikmet sahibi) olan zikirdendir (hatırlatıcıdandır,
anmadandır).
1 İsa
ile Adem arasındaki benzerlik, matematiksel olarak da desteklenmiştir. Her iki
isim Kur’an boyunca 25’er defa olmak üzere eşit sayıda tekrarlanır.
İncil’de de bu ayete benzer ifadeler yer alır: “ölüm
bir insan aracılığıyla geldiğinden, ölülerin dirilişi de bir insan aracılığıyla
gelir. Herkes Adem'de nasıl ölüyorsa, Mesih'te de herkes diriltilecektir.” (1. Korintliler, 21,22)
“Nitekim
şöyle yazılmıştır: “İlk adem (adam, insan) yaşayan bir ruh (can) oldu. Son adem (adam,
insan) de hayat veren bir ruh (can) oldu. Ancak, ruhsal (manevi)
olan ilk değil, doğal (biyolojik) olandı. Ve sonra manevi (olandır).
İlk adem yerden, yani topraktandır. İkinci adem (adam, insan) göktendir.
Topraktan olan nasılsa, yeryüzündekiler de öyledir; göksel olan da nasılsa,
göksel olanlar da öyledir. Ve dünyevi olanın suretini taşıdığımız gibi, göksel
olanın da suretini taşıyacağız.” (1. Korintliler, 45-49)
“Çünkü,
eğer bir'in (bir
insanın) suçuyla ölüm o bir'in (bir insanın) aracılığıyla hüküm
sürdüyse, (Allah’tan) bol lütfu ve doğruluk armağanını alanlar, bir’in,
yani İsa Mesih aracılığıyla yaşamda hüküm süreceklerdir.” (Romalılar, 5:17)
60. Hak (gerçek) olan, Rabbindendir. O halde kuşkulananlardan olma!
61. Bu nedenle kim, sana gelen ilimden sonra
delil sunarak onun hakkında seninle iddialaşırsa de ki: “Gelin, oğullarımızı da
oğullarınızı da kadınlarımızı da kadınlarınızı da nefislerimizi (sizden olan adamları) de nefislerinizi (sizden
olan adamları) de çağıralım. Sonra da Allah’ın lanetinin yalancıların
üzerine olmasını içtenlikle dileyelim.”
62. Şüphe yok ki bu, elbette ki hak (doğru, gerçek) olan kıssadır.
Allah’tan başka ilah (Yüce olan) yoktur.
Şüphesiz ki Allah, muhakkak ki Azizul-Hakîm (Hikmetle hükmeden Mutlak Güç
Sahibi) olandır.
63. Ve eğer dönerlerse; şüphesiz ki Allah, fesatçıları Bilendir.
64. De ki: “Ey Ehl-i Kitap! Bizimle sizin
aranızda eşit (ortak)
olan bir kelimeye gelin. Asla Allah’tan başkasına kulluk (hizmet)
etmeyelim ve O’nunla bir şeyi ortak koşmayalım. Kimimiz de kimimizi (bazı
insanları) Allah’ın dışında rabler edinmesin.” Eğer dönerlerse, o zaman
“Şahit olun, kesinlikle bizler Müslimleriz (Teslim Olanlarız)” deyin.
Bu
ayet, “İbrahim, bir Yahudi miydi, yoksa bir Nasrani miydi?” diye kendi
aralarında tartışan Yahudi ve Hıristiyanlara verilen bir cevaptır. Benzer husus, Kur’an yerine, hadis ve
sünnete göre yaşayan gelenekçi Müslümanlar için de geçerlidir.
66. İşte sizler,
hakkında bilgi sahibi olduğunuz konuda delil sunarak iddialaştınız! O halde
hakkında bilgi sahibi olmadığınız konularda neden delil sunarak
iddialaşıyorsunuz? Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.
67. İbrahim, Yahudi veya Nasrani değildi, lakin hanif
bir Müslim (Teslim
Olan) idi; müşrik olanlardan da değildi.
"Hanîf"
kavramı, Kur’an’da hem putperestliğe hem de ilahi kitaplara mensup
toplulukların bozulmuş inançlarına karşıt olarak, tevhid inancını ifade etmek
için kullanılır.
68. İnsanların İbrahim’e en yakın olanı, şüphesiz ki ona tabi
olan kimseler ve bu Nebi ve iman eden kimselerdir. Allah
da müminlerin velisidir (dostudur, rehberidir, koruyup gözetenidir).
Bu ayete benzer
ifadeler, İsa Nebi ile onu öldürmeye çalışan İsrailoğulları arasındaki
diyalogda geçmektedir: “Sizin İbrahim’in soyundan olduğunuzu biliyorum; fakat
beni öldürmeye çalışıyorsunuz, çünkü sözlerim içinize
işlemiyor. Ben Babamın yanındayken gördüklerimi söylüyorum, siz
de kendi babanızdan duyduklarınızı yapıyorsunuz.” Onlar, “Bizim
babamız İbrahim” diye cevap verdiler. İsa da dedi ki: “İbrahim’in
çocuklarıysanız, İbrahim’in yaptıklarını yapın. Fakat siz şimdi
beni, Allah’tan işittiği hakikati size anlatan kişiyi öldürmeye
çalışıyorsunuz. İbrahim böyle bir şey yapmadı. Siz babanızın yaptıklarını
yapıyorsunuz.” Onlar da “Biz gayri meşru çocuklar değiliz; bizim tek Babamız
var, O da Allah” dediler. İsa onlara şöyle dedi: “Eğer babanız (Rabbiniz)
Allah olsaydı, beni severdiniz. Çünkü ben, Allah’ın yanından geldim ve
buradayım. Kendiliğimden gelmedim; beni O gönderdi. Söylediklerimi
neden anlamıyorsunuz? Çünkü sözlerime katlanamıyorsunuz. Siz babanız
İblistensiniz ve babanızın arzularını yerine getirmek istiyorsunuz. O
kendi yolunda yürümeye başladığında katil oldu; hakikat yolunda kalmadı.
Çünkü içinde hakikat yoktur. Yalan söylediği zaman, karakterine uygun davranır;
çünkü hem yalancıdır hem de yalanın babasıdır. Oysa ben hakikati
söylediğim için bana inanmıyorsunuz. Günah işlediğimi hanginiz
kanıtlayabilir? Hakikati söylüyorsam neden bana inanmıyorsunuz? Allah’tan
olan, Allah’ın sözlerini dinler. Oysa siz Allah’tan olmadığınız için O’nu
dinlemiyorsunuz.” (Yuhanna, 8:37-47)
69. Ehl-i Kitap’tan bir grup sizi delalete (sapkınlığa) düşürmeyi arzular. Ancak
yalnızca nefislerinden (kendilerinde olanları) başkasını saptıramazlar,
ama şuurunda (bilincinde) değildirler.
70. Ey
Ehl-i Kitap! Sizler şahit olduğunuz hâlde niçin Allah’ın ayetleriyle
küfrediyorsunuz? (Allah’ın ayetlerini kanıt göstererek neden
vahyi ve elçileri örtüyorsunuz/inkar ediyorsunuz?)
71. Ey Ehl-i Kitap! Neden hak (gerçek,
hakikat) olanı batıl ile örtbas ediyorsunuz ve sizler, bile bile hak olanı
gizliyorsunuz!
72. Ehl-i Kitap’tan bir grup dedi ki: “Müminlere
indirilmiş olanla günün başında iman edin, sonrasında ise küfredin (gerçeği
örtün); Umulur ki onlar (müminler) da dönerler.
73. Dininize uyanlardan başkasına da iman etmeyin (inanmayın,
güvenmeyin).” De ki: “Hidayet (kılavuzluk), elbette ki Allah’ın
hidayetidir. Size verilmiş olanın benzerinin bir kimseye (Resul’e)
verilmesinden ya da Rabbinizin huzurunda size delil ile karşılık
vereceklerinden dolayı mı (böyle söylüyorsunuz)?” De ki: “Fazl (lütuf,
cömertlik) elbette ki Allah’ın eliyledir; onu istediği
kimseye verir. Ve Allah, Vâsi’dir, Alim’dir (ilmi ve merhameti her
şeyi kuşatmıştır; her şeyi bilendir).
74. Rahmetini,
istediğine tahsis eder. Ve Allah, Zu’l-Fadli’l-Âzîm’dir (Muazzam
bir lütuf, ihsan ve kerem sahibidir).”
75. Ehl-i Kitap’tan bazılarına yüklerle mal
emanet etsen, onu sana öder. Onlardan bazılarına da bir dinar (altın
para) emanet etsen, başına dikilmediğin sürece onu sana ödemez. Bu, onların
‘Ümmiler (vahiy kitaplarından bir kısmına uymayanlar veya onlardan habersiz
olanlar) hakkında bizim için bir yol (sorumluluk, vebal) yoktur’
demeleri ve bile bile Allah hakkında yalan söylemeleri nedeniyledir.
Bazıları “Ümmi” kelimesinin “okuma-yazma
bilmeyen” anlamına geldiğini iddia ederek anlamını tahrif ettiler. Oysa bu
ayet, “Ümmiyyin” kelimesinin “Allah’tan gelen vahiy kitaplarından bir veya
ikisine uymayanlar veya habersiz olanlar” anlamına geldiğini ispatlıyor.
76. Bilakis, kim ahdine vefa gösterir ve takvalı
olursa (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınırsa); Allah, takva sahibi olanları sever.
77. Şüphesiz ki, Allah’a verdikleri ahit ve
yeminlerine karşılık azıcık bir semen (dünyalık bir değer;
para, mal, makam, çıkar) satın alanların, işte onların ahirette hiçbir payı
yoktur. Kıyamet gününde de Allah onlara konuşmayacak ve onlara bakmayacak ve
onları temize çıkarmayacak! Onlar için elem verici bir azap da vardır.
78. Şüphesiz ki onlardan bir grup, (söylediklerini) Kitap’tan sanasınız diye
Kitap ile dillerini eğip bükerler. O (söyledikleri), Kitap’tan değildir.
O, Allah’ın katındandır derler. (Oysaki) O, Allah’ın katından değildir.
Onlar, Allah hakkında bile bile yalan söylüyorlar.
79. Allah’ın kendisine Kitap, hüküm (hikmetle
hüküm verme yetkinliği, bilgelik) ve nübüvvet verdiği bir beşerin (insanın),
insanlara “Allah’ın dışında bana da kulluk (hizmet) edin” demesi mümkün
değildir. Hayır! Okuyor olduğunuz ve ders yaptığınız (öğrettiğiniz)
Kitap gereği Rabbaniler (Rabbe bağlı olanlar) olun!
80. (O nebi), melekleri
ve nebileri rabler edinmenizi de emretmez. Müslim (Teslim Olan) olduktan
sonra size küfrü emreder mi?
81. Allah,
nebilerden “Ben, size Kitap ve hikmet (yargıda bulunma kabiliyeti, bilgelik)
verdikten sonra sizde olanı (Tevrat’ı, İncil’i, Kur’an’ı) tasdik eden (doğrulayan)
bir resul geldiğinde mutlaka onunla iman edecek (inanıp güvenecek) ve
ona yardım edeceksiniz.” diye misak (söz) aldı. “Bunu ikrar (kabul) ettiniz
mi ve bu ağır yükü üstlendiniz mi?” dediğinde, “Kabul ettik.” dediler. (Allah)
“O halde şahit olun, Ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim!” dedi.
82. Artık bundan sonra kim dönerse, işte onlar
fasıklardır.
83. Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Göklerde
(7 evrende) ve yerde
olanların hepsi isteyerek veya istemeyerek O’na boyun eğmiştir. O’na
da döndürülecekler.
84. De
ki: “Allah ile iman ettik (O’nun aracılığıyla inanıp güvendik); Ve bize indirilen (Kur’an ile), ve İbrahim’e ve İsmail’e ve
İshak’a ve Yakub’a ve torunlarına indirilen ile ve Rablerinden Musa’ya ve
İsa’ya ve nebilere verilen ile iman ettik (inandık, güvendik). Onların
arasında kimseye ayırım yapmayız ve biz O’na Müslimleriz (teslim olanlarız).”
85. Ve kim, İslam’dan (Teslimiyetten) başka bir din ararsa,
kendisinden asla kabul edilmeyecek! O,
ahirette de hüsrana uğrayanlardandır.
86. İman
ettikten ve resulün hak (doğru,
gerçek) olduğuna şahit olduktan ve kendilerine apaçık deliller
geldikten sonra küfreden (hakkı örten) bir topluma Allah nasıl hidayet (kılavuzluk) eder?
Allah, o zalimler
topluluğuna hidayet (kılavuzluk) etmez.
87. İşte onların cezası (karşılığı), Allah’ın ve meleklerin ve bütün
insanların lanetinin üzerlerine olmasıdır.
88. Orada kalıcıdırlar. Azapları onlardan
hafifletilmez. Onlara mühlet de verilmez!
89. Bundan sonra tevbe edenler ve kendilerini
ıslah edenler hariç! Şüphesiz ki Allah, Gafur’dur, Rahim’dir (günahları örten ve bağışlayandır, merhamet
edendir).”
90. Şüphesiz ki iman ettikten sonra küfreden
kimselerin, sonra da küfürde ileri gidenlerin tevbeleri kabul edilmeyecektir.
İşte onlar da sapkın olanlardır.
91. Şüphesiz ki küfreden ve kafir olarak ölen
kimseler, dünya dolusu altını olsa ve onu fidye (bedel) olarak verseler de onların
hiçbirinden kabul edilmeyecektir. İşte onlar için elem verici bir azap vardır,
onların yardımcıları da yoktur!
92. Sevdiğiniz
şeylerden infak
edinceye kadar (Allah için karşılıksız olarak harcayıncaya kadar) birr’e (iyiliğe, doğruluğa, erdeme ve takvaya) asla erişemezsiniz. Her
neyi infak ederseniz Allah onu bilir.
93. İsrailoğullarına tüm yiyecekler helal idi;
Tevrat indirilmeden önce, İsrail’in1 kendi nefsi için haram
kıldığı (kendisine yasakladığı) şeyler hariç. De ki:
“Öyleyse Tevrat’ı getirin2 ve sadıklar (doğru, güvenilir)
iseniz onu tilavet edin (okuyup aktarın)!”
1 Bu
ayette yer alan “İsrail” kelimesi ile Yakup Nebi değil, İsrailoğulları
kastedilmektedir. Çünkü, İsrailoğullarının daha Tevrat nazil olmadan yaklaşık
400 yıl önce Yakup Nebi ile insan görünümündeki melek arasında geçen güreşteki
hadise nedeniyle Yakup Nebi’ye olan saygılarından dolayı İsrailoğullarının
kendilerine hayvanların uyluk başındaki eti kendilerini haram kıldıklarını Yüce
Allah Tevrat’ta da belirtmektedir: “Ve
(böylece)
Yakup yalnız kaldı. Bir yabancı da (ortaya çıkıp) şafak sökene kadar
onunla güreşti. (Yabancı) üstün
gelemediğini görünce (Yakup’un) uyluk yuvasına vurdu. Yakup’un kalçası
da onunla güreşirken yerinden çıktı… Peniel’den ayrılırken güneş onun (Yakup’un)
üzerine ışıdı. Uyluğundan dolayı da aksıyordu.
Bu nedenle İsrailoğulları, bugüne kadar uyluk çukuru üzerinde bulunan
uyluk damarındaki siniri (tendonu, siyatik siniri) yemezler. Zira (yabancı)
Yakup’un uyluk yuvasına, yerinden oynamış sinirin olduğu yere dokundu.” (Başlangıç, 32:24,25, 31,32)
Ayette bulunan “Tevrat indirilmeden önce … İsrailoğullarına tüm yiyecekler helaldi.” şeklindeki ifadeyi yine Tevrat’ta da görebiliyoruz: “Ve
Yüceler, Nuh’u ve oğullarını bereketli kıldı ve
onlara dedi ki: “Verimli olun ve çoğalın ve yeryüzünü doldurun ve yeryüzündeki
canlılar da gökteki kuşlar da debelenenler de denizdeki balıklar da sizden
korku ve dehşet duyacak. Onları da sizin yönetiminize bıraktık. Yaşayan ve
hareket eden her şey de sizin için yiyecek olacak ve yeşil bitkiler gibi
hepsini size verdik.
Ancak
hiçbir eti, kanı canındayken (canlı iken) yemeyeceksiniz.” (Başlangıç, 9:1)
2 Bu olayın gerçek olduğunu göstermek için de Yüce Allah,
Yahudilerden yanlarındaki Tevrat’ı getirmelerini istemektedir.
94. Artık kim bundan sonra Allah’a iftira ederse
(Allah adına yalan
uydurursa); işte onlar zalimlerdir.
95. De ki: “Allah, doğruyu
söyledi, öyleyse siz de hanif
olarak İbrahim’in milletine (dinine) uyun! O, müşriklerden değildi!”
"Hanîf"
kavramı, Kur’an’da hem putperestliğe hem de ilahi kitaplara mensup
toplulukların bozulmuş inançlarına karşıt olarak, tevhid inancını ifade etmek
için kullanılır.
96. Şüphesiz ki insanlar için kurulan ilk ev
Bekke’de1 olandır; mübarektir (kutsanmış, bereketli) ve alemler için
bir hidayettir (kılavuzdur).
1 Kur’an’da
kod görevi gören Başlangıç Harfleri ile; sureleri, surelerin ayetlerini, hatta
kodlanan harflerin sayılarını dahi Yüce Allah tarafından korunduğunun bir
göstergesidir.
Başlangıç
harflerindeki 19 kodlu matematiksel sistem ile bağlantılı
olarak bazı surelerde dikkat çekici “harf oyunları”
yapılmıştır. Bu ayet de onlardan bir tanesidir. 48:24 ayetinde Mekke şehrinin ismi doğru olarak
“Mekke” şeklinde yazılmasına rağmen burada “Bekke” şeklinde yazılması
ilginçtir. Surenin başındaki harflerin 19 kodlu matematiksel sistemdeki rolü
düşünülürse, “Mim” harfi yerine “B” harfinin kullanılmasının “Elif, Lam, Mim”
harfleriyle ilişkisi kolaylıkla anlaşılır.
Eski Ahit’te de kutsal Bakka vadisinden
bahsedilmekte olduğunu görüyoruz: Ne mutlu senin evinde oturanlara, Seni
sürekli överler! Sela. Ne mutlu gücünü senden alan insana! Aklı hep Siyon’u
ziyaret etmekte. Baka Vadisi’nden geçerken, Pınar başına çevirirler
orayı, İlk yağmurlar orayı berekete boğar.” (Mezmurlar, 84:4-6)
Bakka, İbranice’de ağlama anlamına gelmektedir. Arapça’da da aynı
anlama gelmektedir. Nasranilerin yaptığı Tevrat çevirilerinde ise farklı
anlamlar verilmişse de daha çok göz yaşı şeklinde çevrilip, göz yaşı vadisi
olarak adlandırılmıştır. Nedense Yahudiler ve Nasraniler ağlama vadisinin
nerede olduğunu bulamamakta ve İsrail topraklarında olduğunu tahmin
etmektedirler. Halbuki Hacer’in ve İsmail’in, İbrahim tarafından Mekke
vadisinde bırakıldığı; Hacer’in su için ağladığı ve onlar için zemzemin yerden
çıkarıldığı Tevrat’ta da mevcuttur (Başlangıç 21:15-19). Arap yarımadasının kuzeyinde Batnımekke adı
verilen bir vadi üzerinde kurulmuştur. Buna Bekke de zamanla denmiş olabilir.
Tevrat’taki ayet ile diğer ayetleri tetkik
ettiğimizde bu yerin Mekke vadisine uyduğunu görürüz. Bunlardan da anlaşıldığı üzere, İsrailoğulları,
eski zamanlarda ve muhtemelen Babil sürgününe kadar olan zamana kadar
Mekke’deki Kâbe’de hac yapmaktaydılar. Bugün ağlama duvarının önünde yaptıkları
davranışın sebebi de bu hac zamanlarından kaynaklanıyor da olabilir.
97. Onda, İbrahim’in Makamı ve açık deliller
olan işaretler vardır. Kim oraya girerse güvende olur. Onun yoluna gücü yeten
herkesin Beyt’i haccetmesi, Allah’ın, insanlar üzerindeki bir hakkıdır.1 Kim de küfrederse (örterse),
şüphesiz ki Allah, tüm alemlerden (tüm varlıklardan) Ğani’dir (Zengindir,
hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Her şey O’nundur).
1 Hac kelimesi, Arapça’daki
“bir şeyin etrafında dönmek, dolanmak” manasındaki hvc kökünden türetildiği
belirtilir. Hac kelimesi, Arapça’da da “gitmek, yönelmek; ziyaret etmek”
anlamlarında kullanılır. Ancak benzer bir kelime olan İbranice’deki “hag”
kelimesi ise “bayram” anlamına gelmektedir.
Hac ibadeti Müslimler (Teslim Olanlar) için farzdır.
Ayrıca Allah’ın, bütün insanlara haccı emretmiş olduğu da belirtilmektedir.
98. De
ki: “Ey Ehl-i Kitap! Neden Allah’ın ayetleri ile (onları delil göstererek) küfrediyorsunuz? (hakkı
örtüyorsunuz?) Allah da yapmakta olduklarınıza şahittir.
99. De ki: “Ey Ehl-i Kitap! Neden Allah’ın
yolunu (vahyi)
eğri (çarpık) göstermeye çalışıp iman eden kimseleri engelliyorsunuz?
Sizler de şahitsiniz, Allah da yaptıklarınızdan gafil (habersiz)
değildir.”
100. Ey iman edenler! Kendilerine kitap
verilen kimselerden bir gruba uyarsanız, sizi imanınızdan sonra küfre
döndürürler.
101. Ve Allah’ın ayetleri size tilavet
ediliyorken (okunup uyuluyorken), Resulü de aranızda iken
nasıl küfredersiniz (hakkı örtersiniz)? Kim de Allah ile (O’nun
vahyiyle) sarılırsa, o zaman müstakim (dosdoğru) yolda ona hidayet (kılavuzluk)
edilmiştir.
102. Ey iman edenler! Allah için hakkıyla
takvalı olun (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçının) ve sizler Müslimler (Teslim Olanlar) olmaktan başka (bir
şekilde) ölmeyin!
103. Ve topluca Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın ve sakın
ayrılmayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini de zikredin (hatırda tutun,
anın). Siz, birbirinize düşman iken, kalplerinizi birbirine uzlaştırdı.
Böylece O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Bir ateş çukurunun3
da eşiğindeydiniz, sizi ondan kurtardı. Allah, ayetlerini size işte böyle
açıklıyor. Umulur ki hidayet (kılavuzluk)
edilirsiniz.4
104. Ve sizden hayra çağıran
ve maruf (faydalı ve doğru olan iş ve tutum) ile
emreden, münkerden de nehyeden (Vahye aykırı şeylerden sakındıran) bir
topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler de işte onlardır.
105. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra
ayrılığa düşüp bölünenler gibi de olmayın!1 İşte onlar için muazzam bir
azap vardır.
106. O gün (bazı) yüzler ağarır, (bazı) yüzler ise kararır.
Bundan dolayı “yüzleri kararan kimselere, “imanınızdan sonra küfür mü ettiniz (hakkı
mı örttünüz)? Öyleyse küfrünüze karşılık azabı tadın!” (denilecek).
107. Yüzleri ağaranlar ise Allah’ın rahmeti
içindedirler. Onlar da orada kalıcıdırlar.
108. Bunlar, sana hak (doğru, gerçek) olarak tilavet ettiğimiz (okuyup
aktardığımız) Allah’ın ayetleridir. Allah, âlemlere zulmetmek istemez!
109. Göklerde (7 evrende) ve yerde ne
varsa Allah’ındır. Bütün işler de Allah’a döndürülür.
110. İnsanlar
için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz (topluluksunuz);
maruf (faydalı ve doğru olan iş ve tutum) ile emreder ve
münkerden nehyedersiz (vahye aykırı olandan sakındırırsınız) ve Allah
ile iman edersiniz. Ehl-i Kitap da iman etmiş (inanıp
güvenmiş) olsaydı, elbette ki kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan
müminler vardır, onların çoğu ise fasıktır (vahye aykırı davranırlar).
111. (Onlar),
size eziyet etmek dışında asla bir zarar veremezler. Sizinle
kital yapmaları (savaşmaları)
durumunda da size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra onlara yardım
edilmez.
112.
Allah'tan bir ipe (Kur’an’a) ve insanlardan bir ipe (destek,
koruma) tutunmaları dışında yakalandıkları yerde onlara aşağılanma damgası
vuruldu. Allah’tan bir gazaba da uğradılar. Üzerlerine de miskinlik damgası
vuruldu. Böyledir! Çünkü onlar Allah’ın ayetleri ile küfrediyorlar ve nebileri
haksız yere katlediyorlar! Böyledir! Çünkü isyan ettiler ve haddi
aştılar!
Miskin (yoksul), temel
ihtiyaçlarını (beslenme, barınma, sağlık vb.) dahi karşılayamayan veya büyük
zorluk çeken kişidir. Fakir ise, temel ihtiyaçlarını karşılamakta
zorlanan ancak miskine göre daha az muhtaç olan kişidir.
113. Onlar (Ehl-i
Kitap) eşit değildirler. Ehl-i Kitap’tan kıyamda duran bir topluluk vardır.
Gece vakitlerinde Allah’ın ayetlerini tilavet ederler (okuyup aktarırlar).
Onlar secde de ederler.
114. Allah ile ve ahir (son, ahiret) gün ile iman ederler. Maruf (faydalı,
doğru olan iş ve tutum) ile de emreder ve münkerden nehyederler (vahye
aykırı olandan sakındırırlar). Hayırlı işlerde de yarışırlar. İşte onlar
salih (dürüst, erdemli) olanlardandırlar.
115. Hayırdan
işledikleri şeyler de asla küfredilmeyecek (üstü
örtülmeyecek). Allah muttakileri (Allah'a karşı gelmekten sakınanları) Bilendir.
116. Şüphesiz ki küfreden kimselere malları da
evlatları da Allah’tan gelen bir şeye karşı onlara bir fayda sağlamayacak. Ateş
halkı da işte onlardır. Onlar orada kalıcıdırlar!
117. Bu dünya hayatında infak
ettikleri şeylerin durumu,
kendi nefislerine (kendilerinden olanlara) zulmeden bir
topluluğun ekinine isabet eden ve onu mahveden kavurucu rüzgâr gibidir. Allah,
onlara zulmetmedi; fakat onlar kendi nefislerine (kendilerine/kendilerinden
olanlara) zulmediyorlar.
118. Ey iman edenler! Sizden
olmayanı iç çevreniz (yakın dostlar, sırdaş) edinmeyin! Onlar, size fenalık
etmekten asla geri kalmazlar ve sürekli size sıkıntı verecek2
şeyleri arzularlar. Kin ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinde gizledikleri ise
daha büyüktür. Ayetleri elbette ki size açıkladık! Eğer aklınızı
kullanıyorsanız…
.
119. Sizler, işte böylesiniz! Onları seversiniz,
onlar ise sizi sevmezler! Kitabın tümü ile de iman
edersiniz. Sizinle karşılaştıkları zaman da “iman ettik.” dediler. Yalnız
kaldıkları zaman da size olan kinlerinden dolayı parmak uçlarını ısırırlar. De
ki: “Kininizle ölün! Şüphesiz ki Allah, göğüslerin özünü (kalplerinden geçeni) bilendir.”
120. Size bir iyilikler dokunursa üzülürler.
Başınıza bir kötülük gelirse de ona sevinirler. Sabreder ve takvalı (Allah’ın
emirlerine uyup, yasaklarından kaçınan) olursanız onların tuzakları size zarar vermez. Şüphesiz ki
Allah, onların yaptığı şeyleri kuşatmıştır.
121. Ve sabahın erken vakitlerinde müminleri
savaş mevzilerine yerleştirmek üzere ailenden ayrılmıştın. Ve Allah Her şeyi İşitendir,
Bilendir.
122. O vakit, aranızdan iki grup
korkuya kapılmış ve geri çekilmeye yeltenmişti. Halbuki Allah, onların
velisiydi (dostu, rehberi, koruyup gözeteniydi). Müminler sadece Allah’a tevekkül etsin (O’na güvensin, O’na dayansın).
123. Andolsun ki Bedir’de zillet (aşağılanma, zayıflık) içinde olduğunuz hâlde
Allah size yardım etmişti. Öyleyse Allah’a karşı takvalı olun (Allah’ın
emirlerine uyup, yasaklarından kaçının)! Umulur ki şükredersiniz!
125. Evet! Eğer sabreder (direnç gösterir, zorluklara dayanır) ve
Allah’a karşı takvalı olursanız, (düşmanlarınız) şu
anda ansızın üzerinize gelseler de Rabbiniz nişanlı (seçkin) beş bin
melekle sizi destekler
Bu
ayette ve 8:9 ayetinde, Bedir’deki 1000 melekle gerçekleştirilen yardım
hatırlatılmaktadır.
126. Allah, sizin için bir müjde olsun ve onunla
kalpleriniz yatışsın diye onu yaptı! Nusret (yardım ve zafer), Azizil-Hâkîm (Hikmetle hükmeden Mutlak Güç Sahibi) Allah’tandır.
127. Küfreden kimselerden bir kısmını yok etmek
veya onları sindirip, umutsuz ve bozguna uğramış bir hâlde geri dönsünler diye (onu yaptı).
128. Hüküm konusunda sana ait hiçbir şey yoktur.
(Allah) ya onların
tevbesini kabul eder ya da onlara azap eder. Şüphesiz ki onlar zalimlerdir.
129. Göklerde ve yerde ne varsa
Allah’ındır. İstediğine mağfiret eder (bağışlar), istediğine de azap eder. Ve Allah, Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları Örten ve Bağışlayandır,
Merhametlidir).
130. Ey iman edenler! Katlanarak artan ribayı
yemeyin.1 Ve Allah’a karşı
takvalı olun! Umulur
ki felaha (kurtuluşa, saadete) erersiniz.
1 Riba ile ilgili diğer açıklamalar
Bakara, 2:275 ayetinde yer alır. Bu ayette de Bakara Suresi 2:275-278, Nisa
Suresi 4:161 ve Rum Suresi 30:39 ayetlerinde de yüksek faiz verenlerden, yani
borçlananlardan değil, yüksek faizle borç verenlerden söz edildiği görülmektedir.
“Katlanarak artan riba” da
“bileşik faiz” olabilir mi? Çünkü Bileşik faiz, her dönem kazanılan faizin ana paraya
ilave edilerek, bu miktara tekrar faiz işletilmesi usulüdür.
Banka mevduatlarındaki faizler ve
kredilerden alınan faizler aşırı değilse (%5-15) helaldir. Bankalar yatırım
yapar ve kârları mevduat sahiplerine aktarılır. Tüm taraflar mutlu ve kimse
mağdur olmadığı sürece bankadan faiz almak tamamen helaldir.
131. Kâfirler için
hazırlanmış olan ateşten korunmak için de takva sahibi (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından
kaçınan) olun!
132. Ve Allah’a ve Resul’e itaat edin. Umulur
ki size merhamet edilir!
133. Ve Rabbinizden bir mağfirete (bağışlanmaya) ve muttakiler için hazırlanmış
olan, genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun!
134. Onlar, bollukta da darlıkta da infak
(karşılıksız olarak yapılan yardım, harcama,
destek) ederler. Ve öfkeyi yutar (öfkelerini
yener, tutar, kontrol eder) ve insanları affederler. Allah da muhsinleri (Allah
rızası için karşılıksız iyilik yapanları) sever.
135. Ve işte onlar (muttakiler),
bir fahşa (çirkin bir iş, büyük bir günah) yaptıklarında
veya kendi nefislerine (kendilerine/kendilerinden olanlara)
zulmettiklerinde, Allah'ı zikrederler (hatırda tutarlar, anarlar) ve
böylece günahları için istiğfar ederler. Allah'tan başka kim günahları affedebilir ki? Ve
onlar, işledikleri şeylerde (kötülükte) bile bile ısrar etmezler!
136. İşte onların cezası (karşılığı), Rablerinden bağışlanma ve altından nehirler akan
cennetlerdir. Orada kalıcıdırlar. Böyle yapanların ecri (yaptıklarının
karşılığı) de güzeldir!
137. Sizden önce de nice sünnetler (ilahi yasalar) gelip geçti. O halde
yeryüzünde gezip dolaşın ve yalancıların akıbetinin nasıl olduğunu görün!
138. Bu, insanlar için bir beyandır (açıklamadır) ve hidayettir (rehberdir).
Muttakiler için de bir vaazdır (öğüttür, uyarıdır).
139. Gevşemeyin ve hüzünlenmeyin! Eğer müminler (inanıp güvenenler) iseniz, üstün olanlar
sizlersiniz!
140. Eğer size (Uhud’da) bir acı isabet ettiyse, o zaman
benzer bir acı o topluluğa da (Bedir’de) isabet etmişti. İşte o günleri
de insanlar arasında döndürürüz. Bu da Allah’ın, iman edenleri bilmesi ve
sizden şahitler edinmesi içindir. Ve Allah, zalimleri sevmez.
141. Ve (bu sıkıntı) Allah’ın, iman eden kimseleri sınayıp açığa
çıkarması, kâfirleri de mahvetmesi içindir.
142. Yoksa Allah, sabredenleri bilmeden ve
sizden cihad edenleri bilmeden cennete gireceğinizi mi hesap ettiniz?
“Cihad” sözcüğü Arapça’da bir amaca ulaşmak için
kişinin elinden gelen çabayı sarfetmesi anlamına gelir. Ancak çoğu Kur’an
çevirilerinde buna genellikle savaşmak anlamı verilmektedir. “Cihad edenler”
ifadesini de “Savaşanlar” biçiminde çevirmektedirler. Oysa “Cehd” kökünden
gelen sözcükler, akılcı ve düşünsel çabalar anlamına gelir. Savaş ise “Kital”
kökünden gelen sözcüklerle Kur’an’da bildirilmiştir.
143. Andolsun ki siz de onunla (savaş ile) karşılaşmadan önce ölümü
arzulamıştınız. İşte, onu gördünüz ve sizler bakakaldınız.
144. Muhammed, bir resulden başkası değildir (Sadece bir elçidir). Ondan önce de resuller
gelip geçti. Ölür ya da katledilirse, topuklarınız üstünde dönecek misiniz? Kim
dönerse, Allah’a zerre kadar zarar veremez. Ve Allah, şükredenlere cezalarını2
(karşılıklarını) verecektir.
145. Allah’ın izni olmadan da hiçbir nefis için
ölmek yoktur! Bir ecele (belirlenmiş
ölüm zamanına) göre yazılmıştır. Ve kim dünya sevabını isterse, kendisine
ondan veririz. Kim de ahiret sevabını isterse, kendisine ondan veririz!
Şükredenlere de cezalarını (karşılıklarını) vereceğiz.
146. Nice nebiler vardır ki, nice rabbilerle (Rabbe bağlı olanlar) birlikte çarpıştılar
(savaştılar). Allah yolunda başlarına bir musibet gelince de yılmadılar.
Zayıflık da göstermediler, boyun da eğmediler. Ve Allah, sabredenleri (zorluklara
dayanıp, onlara karşı direnenleri) sever.
147. Onların sözleri “Rabbimiz!
Günahlarımızı ve işimizdeki israfımızı bağışla. Ayaklarımızı sabit kıl ve
kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!” demekten
ibaretti.
“israf”
sözcüğü “haddi aşma, aşırı gitmek, savurganlık” gibi gibi anlamlara
gelir.
Kur’an’da israf kavramının başlıca kullanıldığı anlamlar:
1. Bazı ayetlerde israf; şirk, küfür, zulüm gibi terimlerle
semantik bir ilişki içinde din bakımından temel gerçek olan tevhidinancından
sapmak, Allah hakkında ve diğer dinî konularda gerçekle ilgisi bulunmayan
iddialar ileri sürmekle kalmayıp İslâm’a ve Müslimlere karşı kibirli, alaycı,
inatçı, kaba, saldırgan olmayı ve yıkıcı davranışlar sergilemeyi ifade eder.
(Örnek: 7:81; 10:83; 26:151-152; 36:19).
2. Bir ayette israf; Bir kimsenin isyankârlığa saparak günahlara
boğulmak suretiyle kendisine kötülük etmesi, anlamında kullanılmıştır. (Örnek:
39:53)
3. Bazı ayetlerde israf; helâl kılınmış güzel nimetlerin haram
sayarak haddi aşmak anlamında kullanılmaktadır. (Örnek: 6:141; 7:81)
4. Bir ayette israf; Masum bir kimsenin haksız yere öldürülmesi
gibi dinî hükümlere muhalefet veya tecavüz ederek haddi aşmak anlamında
kullanılmaktadır. (Örnek: 17:33)
5. Bir ayette israf; savurmak anlamında kullanılmıştır. (Örnek:
3:152).
6. Bazı ayetlerde de israf; Kişinin kendine ait veya sorumluluğu
altındaki malları ve diğer imkânları haddi (sınırı) aşarak, oburluk veya
savurganlık yaparak harcaması anlamında kullanılmıştır. (Örnek: 4:6; 6:141;
25:67).
Ancak söz konusu kavram; fıkıh, tasavvuf ve ahlâk literatüründe
genellikle ferdî harcamalardaki aşırılığı ifade etmek için kullanılmaya
başlanmıştır.
148. Böylece Allah, onlara dünya sevabını verdi,
ahiret sevabının da güzellini verdi. Ve Allah, muhsinleri (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapanları)
sever.
149. Ey iman edenler! Eğer küfreden kimselere
itaat ederseniz, sizi topuklarınız üzere (küfre geri) döndürürler. O zaman hüsrana uğrarsınız.
150. Hayır! Sizin Mevla’nız (Efendimiz,
sahibimiz, koruyucumuz)
Allah’tır ve O, yardım edenlerin hayırlısıdır.
151. Haklarında hiçbir sultan (güçlü bir delil, yetki) indirmediği şeyleri (varlıkları)
Allah’a ortak koşmalarından dolayı küfreden kimselerin kalplerine şiddetli bir
korku salacağız! Kalacakları yer de ateştir! Zalimlerin son
yurdu ne kötüdür!
152. Andolsun ki Allah, düşmanlarınızı kırıp
geçiriyorken, size olan vaadini yerine getirdi. Ancak, sevdiğiniz (istediğiniz) şeyi size gösterdikten sonra
gevşediniz. Böylece durum hakkında birbirinizle tartıştınız ve (emre
uymayarak) isyan ettiniz! Kiminiz dünyayı istiyordu, kiminiz de ahireti
istiyordu. Sonra denemek için sizi onlarla israf etti (savurdu).
Andolsun ki (yine de) sizi bağışladı.3 Ve Allah, müminlere
karşı fazl (lütuf, cömertlik) sahibidir.
1 Yüce Allah Uhud’da Müslimlerin kendi aralarında yaşadığı
tartışmaları hatırlatmakta, 3:125 ayetinde de belirtildiği gibi
sabretmediklerini, sorumlu ve duyarlı davranmadıklarını ifade ederek durum
hakkında birbirleriyle tartıştıklarını, dolayısıyla öncelikle istediklerine
nail olduktan hemen sonra ganimet hırsına kapılarak 3:121 ayetinde de
belirtildiği üzere, Muhammed’in ayrılmamalarını tembihlediği yeri terk
ettiklerini, emre isyanda bulunduklarını, sonuçta savaşın gerektirdiği
ciddiyeti kaybedip gevşediklerini dile getirmektedir.
153. Hani a zaman yukarı (tepelere)
çıkıyordunuz! Kimseyle de ilgilenmiyordunuz! Oysa Resul sizi
arkanızdan çağırıyordu! Bunun üzerine (Allah)
size, bir kederin ardından başka bir kederle karşılık verdi ki kaçırdığınız
şeye (zafere) hüzünlenmeyesiniz! Size isabet edenden (yenilgiden)
dolayı da kederlenmeyesiniz. Ve Allah, yapıyor olduklarınızdan haberdardır.
154. Derken, o kederden sonra, sizden bir
kısmınızı kuşatan bir güven, bir uyuklama indirdi. Sizden bir taife (grup) de nefislerinin (canlarının)
kaygısına düşmüş, Allah’a karşı hak (doğru) olmayan cahiliye zannıyla
“Bizim bu işle ne alakamız var?” diyorlardı. De ki: “Şüphesiz ki emirlerin (kararların,
hükümlerin) tümü Allah’ındır!” (Onlar) sana açıklayamadıklarını
içlerinde gizliyorlar. Diyorlar ki “Bu emirden bize bir fayda olsaydı şuracıkta
katledilmezdik.” De ki: “Evlerinizde bile olsaydınız katledilmesi
kararlaştırılmış olanlar, (savaş meydanında) yatacakları yere mutlaka
çıkarılırlardı! Bu, Allah’ın, göğüslerinizdekileri sınayıp açığa çıkarması ve
göğüslerinizdekileri arındırması içindir.” Ve Allah, göğüslerde (kalplerde)
olanı bilendir.
Yüce Allah, Uhud günü
Müslimlerin içinde yer alan bir grubun samimiyetsiz insanlardan oluştuğunu,
kendi dertlerinin ve menfaatlerinin ötesinde herhangi bir düşüncelerinin
bulunmadığını, bu yüzden de devam eden cümlede yer verildiği üzere Allah
hakkında cahiliye zannı türünden haksız zanlarda bulunduklarını haber vermekte,
bir anlamda toplumun tahlilini yaparak Muhammed’i ve diğer muhatapları
bilgilendirmektedir. Ayette geçen ehemmethum enfüsühum ifadesi “kendilerine
önem verenler”, “sadece kendilerini düşünenler”, “canlarının derdine düşenler”
anlamlarına gelmekte ve ordudaki münafıkların durumunu ortaya koymaktadır.
155. İşledikleri bazı işlerden dolayı da şeytan (aldatan, saptıran), iki topluluğun bir arada
toplandığı gün sizden dönenlerin ayağını kaydırmak istemişti. Yine de Allah
onları affetti. Şüphesiz ki Allah Gafurdur, Halim’dir.
156. Ey iman edenler! Küfredip (gerçeği örtüp) kardeşlerine, yeryüzüne
yolculuğa çıktıklarında veya gazaya (savaşa) çıktıklarında, “Yanımızda
olsalardı ölmezlerdi ya da katledilmezlerdi (öldürülmezlerdi).” diyen
kimseler gibi olmayın! Allah, bunu kalplerinde bir hasret (pişmanlık
sebebi) kılacak. Dirilten de öldüren de Allah’tır. Allah, yaptıklarınızı da
görendir.
157. Ve eğer Allah yolunda katledilir veya
ölürseniz, Allah’tan bir bağışlanma bir rahmet vardır. Onların topladıkları
şeylerden daha hayırlıdır.
158. Ölseniz de katledilseniz de elbette ki
Allah'a götürüleceksiniz!
159. O zaman Allah’tan bir rahmet nedeniyle
onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, etrafından
dağılıp giderlerdi. Öyleyse onları affet ve onlar için bağışlanma dile ve
emirler (işler) hakkında
onlarla istişare et. Azmettiğin zaman da artık Allah’a tevekkül et (O’na
güven, O’na dayan). Allah, tevekkül edenleri sever.
160. Allah size yardım ederse, artık size üstün
gelecek kimse yoktur. Ve eğer sizi yardımsız bırakırsa, O’ndan sonra size kim
yardım edebilir ki? Öyleyse müminler Allah’a tevekkül etsinler.
161. Ve bir nebinin hile yapması uygun değildir.
Ve kim hile yaparsa, kıyamet günü yaptığı hileyle gelir. Sonra her nefise
kazandığının karşılığı tam verilecek. Ve onlara haksızlık edilmeyecek!
Bu
ayet, Nebimizin kendisine emanet edilen kamu mallarından haksızca bir şey
almadığının ve onları adaletsizce dağıtmadığının bir göstergesidir.
162. Bundan dolayı Allah’ın rıdvanına (rızasına) tabi olan kimse, Allah’ın gazabına
uğramış kimse gibi olur mu? Onun da varacağı yer cehennemdir. Ve ne kötü varış
yeridir!
163. Onlar, Allah katında derece derecedirler.
Ve Allah, onların yaptıklarını görmektedir.
164. Andolsun ki Allah, kendi nefislerinden (içlerinden) kendilerine bir
resul göndermekle müminlere lütufta bulundu. (O
resul),
O’nun ayetlerini tilavet ediyor (okuyup aktarıyor) ve onları arındırıyor ve onlara Kitabı ve
hikmeti (yargıda bulunma kabiliyetini, bilgeliği) öğretiyor.
Oysa onlar önceden apaçık bir delalet (sapkınlık) içindeydiler.
165. Size isabet eden musibetin iki mislini
onlara isabet ettirmişken neden “Bu da nereden çıktı” dediniz? De ki “O, kendi
nefsinizdendir.” Şüphesiz ki Allah, her şeye Kadirdir (her şeye gücü yetendir).
Ayette insanların başına gelen sıkıntıların bir
kısmının kendi hak edişlerinin karşılığı olduğuna dikkat çekilmektedir. Uhud yenilgisinin sebebi de okçuların
disiplinsizliğidir. Önceki ayetlerde bu durum belirtilmişti (3:152).
166. İki topluluğu bir arada topladığı gün size
isabet eden şey de Allah’ın izniyledir. Ve (Allah’ın) müminleri bilmesi içindir.
167. Nifak çıkaran kimseleri de bilmesi içindir.
Onlara: “Gelin, Allah yolunda kital yapın (savaşın) ya da savunmada bulunun!” dendiği vakit “Eğer
kitali (savaşmayı) bilseydik, elbette ki size tabi olurduk.” demişlerdi.
Onlar o gün imandan çok küfre yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla
söylüyorlar. Allah da onların gizlediklerini bilendir.
168. (Yerlerinde) oturanlar, kardeşleri için dediler ki: “Eğer
bize uysalardı katledilmeyeceklerdi!” De ki: “Eğer doğrulardan iseniz haydi
kendinizden ölümü savın!”
169. Allah yolunda katledilen kimseleri de sakın
ölüler sanmayın! Bilakis onlar diridirler, Rablerinin katında
rızıklandırılmaktadırlar!1
Sıddîklerin (doğrulukta sebat eden, güvenilir
olanların) ve takvalıların gerçekte ölmediklerini Kur’an’dan öğreniyoruz. Onlar
sadece dünyevi bedenlerini terk edip doğrudan Cennete giderler: 2:154, 8:24,
16:32, 22:58, 44:56 ve 36:26-27.
170. Böylece, Allah’ın, fazlından (lütfundan, cömertliğinden) kendilerine verdiklerine seviniyorlar. Kendilerine henüz
katılmayanlara da onlar için bir korku olmadığını ve hüzünlenmeyeceklerini
müjdelemek istiyorlar!
171. Allah’tan gelen nimetin ve fazlı (lütfu, cömertliği) müjdeliyorlar. Allah da müminlerin ecrini (yaptıklarının karşılığı) zayi etmez.
172. Onlar, yaralanmış oldukları halde Allah’a
ve resulüne icabet ettiler. Onlardan hasenat (iyilikler,
güzellikler) yapan ve takvalı olan (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınan)
kimseler için muazzam bir ecir (karşılık) vardır.
173. Onlara, “İnsanlar size karşı toplandılar!
Korkun onlardan!” denildiği zaman imanları (inançları ve güvenleri) arttı ve dediler ki: “Allah bize
yeter, O ne güzel vekildir.”
174. Böylece Allah’ın rıdvanına (rızasına, hoşnutluğuna) tabi oldular ve
kendilerine bir kötülük dokunmadan Allah’tan gelen nimetle ve fazl (lütuf, cömertlik) ile döndüler. Ve Allah, Zul-Fadli’l-Âzîm’dir.
175. İşte o şeytan (aldatan, saptıran), ancak kendi evliyasını (dostunu, rehberlik ettiğini, koruyup gözettiği
kişiyi) korkutur.
O halde eğer müminler iseniz onlardan korkmayın, Benden korkun!
176. Küfürde (hakikati örtmede) yarışan kimseler de seni hüzünlendirmesin.
Onlar elbette ki Allah’a hiçbir zarar veremezler. Allah, onlara ahirette bir
pay1 vermek istemiyor. Ve onlar için muazzam bir azap vardır.
177. İman karşılığında küfrü satın alan
kimseler, şüphesiz ki Allah’a hiçbir zarar veremezler. Onlar için de acıklı bir
azap vardır.
178. Küfreden kimseler, kendilerine mühlet
vermemizin kesinlikle kendileri için hayırlı (iyilik) olduğunu sanmasınlar. Şüphesiz ki ismi (Allah’ın
yasakladığı her türlü söz, fiil ve kötü düşünce) artırmaları için onların
nefislerine süre tanıyoruz! Onlar için onur kırıcı bir azap da vardır.
179. Allah, habis (kirli, pis) olanı, tayyibten (iyiden,
doğrudan, faydalıdan) ayırmadıkça, müminleri sizin şu içinde bulunduğunuz
durumda bırakacak değildir. Allah, size gaybı (bilinmeyeni) bildirecek
de değildir. Ancak Allah, elçilerinden istediğini seçer. Öyleyse Allah ve resulleriyle iman edin (Onların aracılığıyla inanıp güvenin).
Eğer iman eder ve
takvalı olursanız (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınırsanız), sizin için muazzambir ecir (karşılık) vardır.
180. Allah’ın, fazl (lütuf, cömertlik) olarak verdiği şeylerde cimrilik eden kimseler de bunun
kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Bilakis bu, kendileri için şerdir.
Kıyamet Günü cimrilik ettikleri şey boyunlarına takılacak. Göklerin (7 evrenin) ve yerin mirası
Allah’ındır. Ve Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
181. “Allah fakirdir, biz de ondan zenginiz!”
diyenlerin sözünü Allah elbette ki işitti. Biz de onların söylediklerini ve
haksız yere nebileri katletmelerini yazacağız ve diyeceğiz ki: “Tadın o yakıcı
azabı!”
182. Bu, kendi ellerinizle
işlediğinizin karşılığıdır. Şüphesiz ki Allah, kullarına asla zulmetmez!
183. Onlar dediler ki: “Şüphesiz ki Allah, bize,
(gökten) ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe bir elçiye
iman etmememizi emretti.” De ki: “Benden önceki resuller size beyyinelerle (apaçık
deliller) geldiler. Eğer bu dediğinizde sadıklardan (doğru, güvenilir
olanlardan) idiyseniz, onları (elçileri) niçin katlettiniz?”
Tevrat’ta
iki çeşit Kurbandan söz edilmektedir: 1- Ola
kurbanı: Kesilen hayvandan hiçbir şey yenilmeden, mizbah (sunak)
üzerinde tamamının yakılmak suretiyle Yahve’ye hediye edilen kurbandır. (Çıkış, 20:24) 2- Şelamim kurbanı: Bir
bölümü kurbanı sunan kişi tarafından yenen, diğer kalanı ise Mizbah üzerinde
tamamen yakılmak suretiyle Yahve’ye hediye edilen kurbandır. (Bkz: Çıkış,
20:24)
Gökten, ateşin yiyeceği bir kurban ile neyin
kastedildiği hususu da yine Tevrat’ta yer alan ve Yüce meleklerin, İbrahim
Nebi’yi sınamak için oğlu İshak’ı Allah için kurban kesip yakmasını
söyledikleri bölümde şöyle anlatılmaktadır: “Bir süre sonra Yüceler, İbrahim’i sınadı ve
ona “İbrahim!” dedi. (İbrahim), “Buyur, emret!” dedi. Ve dedi ki: “Şimdi
oğlunu, sevdiğin biricik oğlun İshak’ı al ve Moriya bölgesine git ve orada sana
söyleyeceğim dağlardan birinde onu, ola (yakmalık) kurbanı olarak sun!” İbrahim
de sabah erkenden kalktı ve eşeğini yükledi. Yanına da iki genç adamını ve oğlu
İshak’ı aldı. Ola kurbanı için de odunları kesti ve kalktı ve Yücelerin
kendisine söylediği yere doğru yola çıktı. Üçüncü gün İbrahim gözlerini
kaldırdı ve orayı (oğlunu kurban edeceği yeri) uzaktan gördü. İbrahim de
gençlerine, “Siz ikiniz eşek ile beraber burada kalın. Delikanlı ve ben de
oraya gidip secde edeceğiz, sonra da döneceğiz.” dedi. İbrahim de ola kurbanı
için odunları aldı ve oğlu İshak’ın sırtına koydu. Eline de ateşi ve bıçağı
aldı ve birlikte yürüdüler. İshak da İbrahim’e “Babacığım!” dedi. (İbrahim),
“Buyur oğlum!” dedi. (İshak), “Ateş ve odun burada (ama) ola kurbanı için kuzu
nerede?” dedi. (İbrahim), “Ola kurbanı için kuzuyu yücelerin kendisi verecek,
oğlum.” dedi ve ikisi birlikte yürüdüler. Ve Yücelerin söylediği yere geldiler
ve İbrahim bir sunak inşa etti. Üzerine de odunları dizdi. Oğlu İshak’ın ellerini
de arkadan bağladı ve sunağın üstüne, odunun üzerine yatırdı. İbrahim de elini
uzattı ve oğlunu boğazlamak için bıçağı aldı. Yahve’nin meleği de gökten ona
seslendi ve “İbrahim, İbrahim!” dedi. İbrahim de “Buyur, emret!” dedi. (Melek)
“Elini delikanlıya uzatma! Ona hiçbir şey de yapma! Şimdi yücelere karşı
muttaki olduğunu anladım.” dedi. (Yahve dedi ki), “Biricik oğlunu Benden
esirgemedin.” İbrahim gözlerini kaldırdı ve arkasına baktı. İşte, arkasında
boynuzları sık çalılara takılmış bir koç! İbrahim de gitti ve koçu aldı ve
oğlunun yerine onu ola kurbanı olarak sundu. İbrahim de oraya “Yahve yire”
(Yahve sağlayacak) adını verdi. Bu güne kadar da söylendiği gibi “Yahve’nin
dağında sağlanacak.” Yahve’nin meleği gökten İbrahim’e yine seslendi: Ve dedi
ki “Kendi adıma yemin ederim ki, Yahve diyor ki: ‘Bunu yaptığın ve biricik
oğlunu esirgemediğin için Seni kesinlikle mübarek kılacağım ve soyunu göklerin
yıldızları ve kıyıların kumu gibi çoğaltacağım. Soyun da düşmanlarının kapısına
varis olacak (kentlerini fethedecekler). Soyun sayesinde de tüm milletler
mübarek kılınacak. Çünkü sesime itaat ettin.” (Başlangıç, 22:1-18)
184. O halde seni yalanlarlarsa; doğrusu,
beyyinelerle (açık delillerle) ve zeburlarla (hikmet
dolu metinler, sahifeler) ve nur saçan kitapla gelen senden
önceki resuller de yalanlanmıştı.
185. Her nefis (can) ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü
ecirleriniz (yaptıklarınızın karşılığı) size eksiksiz verilecektir. Kim
ateşten uzaklaştırılıp Cennete sokulursa, işte o kurtulmuştur. Dünya
hayatı da aldatıcı bir faydalanmadan başka bir şey değildir.
186. Mallarınızla ve
kendi canlarınızla sınanacaksınız ve sizden önce kendilerine kitap
verilenlerden de şirk koşanlardan da eziyet duyacaksınız. Ve eğer sabreder ve
takvalı olursanız (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından
kaçınırsanız); İşte bu muazzam işlerdendir.
187. Ve hani Allah, kendilerine kitap
verilenlerden, “Onu mutlaka insanlara beyan edeceksiniz ve onu
gizlemeyeceksiniz!” diye misak (söz) almıştı. Bunun üzerine onu arkalarına attılar ve onunla
az bir semen satın aldılar (karşılığında dünyalık az bir değer; para, mal,
makam, çıkar elde ettiler). Oysa satın aldıkları şey ne kötüdür!
188. Sanma!
Verdikleriyle sevinen ve
yapmadıkları şeylerle hamd edilmeyi (övülmeyi, kendisine teşekkür
edilmesini) seven kimselerin azaptan kurtulacaklarını sanma! Onlar için de
elem verici bir azap vardır!
189. Göklerin (7 evrenin) ve yerin mülkü (otoritesi) Allah’ındır.
Ve Allah, her şeye Kadirdir (her
şeye gücü yetendir).
190. Göklerin ve yerin yaratılışında,
gece ve gündüzün ihtilafında1 şüphesiz ki ulü’l-elbab2 (duruşu sağlam olanlar)
için ayetler (ibretler) vardır.
1
Dünyanın bir tarafında
gece yaşanırken diğer tarafında gündüz yaşanmaktadır. 12 saat sonra ise aynı
yerlerde bunların tam tersi yaşanmaktadır.
191. İşte
onlar, ayaktayken de otururken de yanları üzerine (yatar) iken de Allah’ı zikrederler (hatırda
tutarlar, anarlar). Göklerin ve yerin yaradılışı hakkında da
düşünürler: “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın. Sûbhân Olansın (her türlü
noksandan münezzeh olansın). O halde bizi ateşin azabından koru.
193. Rabbimiz! Şüphesiz ki biz, “Rabbinizle iman
edin (O’nun
aracılığıyla inanın, güvenin)!” diyerek imana çağıran bir çağrıcıyı işittik,
bunun üzerine iman ettik. Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla ve bizim
kötülüklerimizi ört ve bizi ebrar1 ile vefat2
ettir.
1 “أَبْرَارَ” (ebrâr) kelimesi, “birr”
kelimesinin çoğuludur. Bu sözcük “بَرّ” (berr) kökünden türetilmiştir ve
“iyi, doğru ve erdemli olanlar” anlamına gelir.
Ebrar olanların özellikleri
Kur’an’da şöyle sıralanır:
* Allah ve ahiret günü ve melekler ve
Kitap ve nebiler ile iman ederler, (2:177)
* Akrabalara ve yetimlere ve miskinlere
ve yolda kalmışlara ve yardım isteyenlere ve rikablara (boyunduruk altında
olan; esir, köle, hacizli) sevdikleri mallarından verirler
(2:177; 3:92),
*
Miskine, yetime ve tutsağa sevdikleri yiyeceklerden yedirirler. Onları yalnızca
Allah’ın rızası için doyururlar. Onlardan ne bir karşılık ne de bir teşekkür
beklerler. Yüzlerin asık olduğu dehşet verici bir günde de Rablerinden de
korkarlar. (76:8-11)
* Salatı doğru ve istikrarlı biçimde
yaparlar ve zekâtı verirler, (2:177)
* Ahdettikleri zaman ahitlerine
vefalı olurlar, (2:177; 76:7)
* Sıkıntıda ve hastalıkta ve şiddetli
sıkıntıda (felaket, savaş vb) sabrederler, (2:177)
* Takvalı
davranırlar,
(2:189; 3:198)
* Şerri kuşatacak olan günden korkarlar,
(76:7)
* Ve şöyle dua ederler: “Rabbimiz!
Bunu (gökleri ve yeri) boşuna yaratmadın. Sûbhân Olansın (her türlü noksandan
münezzeh olansın). O
halde bizi ateşin azabından koru. Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen kimi ateşe
sokarsan, artık onu rezil etmişsindir. Zalimlerin yardımcıları da yoktur.
Rabbimiz! Şüphesiz ki biz, “Rabbinizle iman edin!” diyerek imana çağıran bir
çağrıcıyı işittik ve o zaman iman ettik. Rabbimiz, bizim suçlarımızı bağışla ve
bizim kötülüklerimizi ört ve bizi ebrar ile vefat ettir. Rabbimiz, Resullerinle bize her neyi vadettiysen bize ver ve
Kıyamet Günü bizi rezil etme; Çünkü Sen vaadinden dönmeyensin.” (3:190-194)
Allah, birr ve takva üzerine
yardımlaşmayı emreder: “Birr ve takva üzerine yardımlaşın.” (5:2)
Ebrar
olanların mükafatı şu ayetlerde anlatılır: 3:195, 198; 56:88,89; 76:5-22 ve 83:18-21.
2 Vefat,
ölümden önce ruhun bedenden alınmasıdır. Ölüm (mevt) vefat arasındaki fark ile
ilgili açıklama 3:55 ayetinde yer alır.
194. Rabbimiz,
Resullerinle bize her neyi vadettiysen bize ver. Kıyamet Günü de bizi rezil etme! Şüphesiz ki
Sen vaadinden dönmeyensin.”
195. Bunun üzerine Rableri onlara karşılık
verdi: “Elbette ki Ben, sizden olan erkek ve kadınların amelini asla zayi
etmem. Hicret edenlerin de yurtlarından çıkarılanların da Benim yolumda eziyete
uğratılanların da savaşanların da katledilenlerin de kötülüklerini örteceğim.
Allah tarafından da bir sevap olarak da onları altlarından nehirler akan
cennetlere koyacağım. Sevabın en güzeli de Allah katındadır.
196. Küfreden kimselerin şehirlerin içinde gezip dolaşmaları seni
yanıltmasın.
197. (Bu) azıcık bir yararlanmadır. Ardından varacakları yer
cehennemdir. Ne de kötü hazırlanmış bir yerdir!
198. Fakat Rablerine karşı takvalı olan
kimselere, altlarından nehirler akan cennetler vardır. Orada kalıcıdırlar!
Allah tarafından da ağırlanacaklar. Allah’ın yanındakiler de ebrar olanlar (iyi, doğru ve erdemli olan müminler) için
hayırlı olandır.
199. Ehl-i
Kitap’tan öyleleri de vardır ki, şüphesiz ki Allah ile ve size indirilenle ve
kendilerine indirilenle iman ederler. Allah’a
karşı huşu (derin saygı ve sevgi) duyarlar. Allah’ın
ayetleri ile azıcık bir semeni (dünyalık değeri; parayı, malı, makamı,
çıkarı) satın almazlar. İşte onlar için Rablerinin yanında ecirleri (yaptıklarının
karşılığı) vardır. Şüphesiz ki Allah, hesabı seri (hızlı) olandır.
200. Ey iman edenler! Sabredin (zorluklara dayanın ve direnin), ve sabırda
sebat edin ve birlik olun ve Allah’a karşı takvalı olun. Umulur
ki felaha (kurtuluşa, saadete)
erersiniz.