Sure, Mekke döneminde indirilmiştir ve iniş sırasına göre 51. suredir. Adını, Yunus Nebi’nin ilginç kıssasının anlatıldığı doksan sekizinci ayetten almıştır. Sure 109 ayettir.
Râhmânir-Râhîm
(Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla
1. Elif, Lam, Ra.1 Bunlar (Elif,
Lam, Ra), Hakîm olan (lehte ve aleyhte hikmet ile hüküm veren) Kitabın
(Kur’an’ın) ayetleridir (kanıtlarıdır).
1 “Elif, Lam, Ra” ‘Başlangıç Harfleri’ ile
başlayan beş (10:1, 11:1, 12:1, 14:1 ve 15:1) surede; 5091 tane “Elif”, 3295
tane “Lam” ve 1095 tane de “Râ” harfi vardır. Bunların toplamı 9481’dir ve bu
sayı 19’un tam 499 katıdır.
2. Kendilerinden olan bir adama “İnsanları uyar
ve Rablerinin katında iman eden kimselere şüphesiz bir sıdk (doğruluk) makamı olduğunu müjdele!” diye
vahyetmemiz insanlara garip mi geldi? Kâfirler, “Şüphesiz ki bu apaçık bir
sihirbazdır!” dediler.
3. Şüphesiz ki Rabbiniz Allah’tır. O ki gökleri (7 evreni) ve arḍı1 altı
günde yarattı. Ardından arşa istiva etti (hakim oldu, yerleşti). Bütün
işleri düzene koyar. O’nun izni olmadan şefaat edebilecek kimse yoktur.
Rabbiniz olan Allah işte budur! O halde O’na kulluk (hizmet) edin. Hâlâ
zikretmiyor (hatırda tutmuyor, öğüt almıyor) musunuz?
1 “أَرْضٌ” (arḍ);
Yer, toprak, yeryüzü, zemin anlamlarına gelir.
Ancak Kur’an’da bir toplumun yaşadığı topraklar, yaşanılan yer, egemenlik
alanı, Allah’ın evrenlerin dışındaki diğer egemenlik alanları gibi anlamlarda
da kullanılmaktadır.
4. Hepinizin dönüşü O’nadır; (bu) Allah’ın hak (doğru, gerçek) olan
vaadidir. Şüphesiz ki mahlukatı ilk yaratan, sonra iman eden (inanıp
güvenen) ve salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyen kimselere,
adaletle cezalandırmak (karşılık vermek) üzere bunu tekrarlayan O’dur. Küfreden
kimseler (hakkın üstünü bilerek örtenlere) ise, küfrettiklerinden dolayı
onlar için kaynar sudan bir içecek ve elem verici bir azap vardır.
5. Güneş’i bir ziya (ışık, ışın), Ay’ı da bir nur yapan, yılların
sayısını ve hesabını bilmeniz için de (ikisine) menziller belirleyen O’dur.
Allah, bunları hak (amaç) dışında yaratmamıştır. O, bilen bir topluluk için
ayetlerini ayrıntılı olarak açıklamaktadır.
6. Gece ile gündüzün
birbiri ardınca gelmesinde ve Allah’ın göklerde (7
evrende) ve yerde yarattığı şeylerde, şüphesiz ki muttaki (Allah'a karşı
gelmekten sakınan) bir topluluk için ayetler (ibretler) vardır.
7. Şüphesiz ki Bizimle buluşacaklarını ummayan kimseler, dünya
hayatından razı olup onunla hoşnut olanlar ve ayetlerimizden gafil olanlar;
8. İşte onların, yaptıklarına karşılık olarak varacakları yer ateştir.
9. İman eden ve salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenlere,
imanlarından dolayı şüphesiz ki Rableri hidayet (kılavuzluk) eder. Naim (saadet,
nimet) Cennetlerinde altlarından
nehirler akar.
10. Onların
oradaki duaları “Sûbhânekellahumme” (Allah’ım, her türlü noksandan münezzeh olansın).
Onlara verilen karşılık ise “selamdır” (esenliktir). Onların
dualarının sonu da, “Hamd (övgü ve şükür), âlemlerin Rabbi olan Allah’adır.”
11. Ve eğer insanların hayrı çabucak istedikleri
gibi Allah da şerri onlara çabucak verseydi, ecelleri (ölüm zamanı) bitirilmiş olurdu. Böylece bizimle
buluşmayı ummayan kimseleri azgınlıkları içinde kör bir halde bırakırız.
12. İnsana bir sıkıntı
dokunduğu zaman ise yan yatarken de otururken de ayaktayken de Bize dua eder. Ona
dokunan sıkıntıyı giderdiğimiz zaman ise, kendisine dokunan bir sıkıntıdan
ötürü Bize dua etmemiş gibi davranır. Müsriflere (haddi
aşanlara) yapıyor oldukları şey işte böylece süslü gösterilir.
13. Andolsun ki resulleri beyyinelerle (apaçık
delillerle) onlara geldikleri halde, iman etmeyip zulmettiklerinden dolayı sizden
önce nice nesilleri helak ettik. Mücrim (azılı suçlu) topluluğu işte böyle cezalandırırız (yaptıklarının karşılığını veririz).
14. Sonra, nasıl davranacağınızı görmek için de
onların ardından sizi yeryüzünde halife (temsilci, sorumlu) kıldık.
15. Ayetlerimiz
beyyinelerle (kanıtlarla,
açıkça) onlara tilavet edildiği (okunup aktarıldığı) zaman bizimle buluşmayı
ummayanlar, “Ya bunun dışında bir Kur’an1 getir veya bunu değiştir.”
dediler. De ki: “Onu, kendi nefsime (isteğime) göre değiştirmem olacak şey
değildir. Ben, bana vahyedilene uyarım. Rabbime isyan edersem, Azîm (dehşetli) bir günün azabından
korkarım.”
1 “Kur’an” kelimesi, Kur’an’da 58 kez geçer. Ancak bu ayetteki
ifade, “başka bir Kur’an’ı” işaret ettiğinden dolayı sayımda ayrı tutulmalıdır.
O zaman, Allah’ın göndermiş olduğu kitap için kullanılan “Bu Kur’an”
ifadesinin, Kur’an’da 57 (19x3) defa geçtiğini görürüz.
16. De ki: “Şayet Allah isteseydi onu size tilavet
etmezdim (okuyup aktarmazdım).
Onu da size bildirmezdi. Oysa önceden aranızda bir ömür geçirdim. O halde
aklınızı kullanmıyor musunuz?”
17. O halde yalan uydurarak Allah’a iftira
edenden ya da O’nun ayetleriyle yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Şüphesiz
ki O, mücrimleri felaha (kurtuluşa,
saadete) erdirmez.
18. Onlar, kendilerine
zarar vermeyen, fayda da sağlamayan Allah’ın dışındaki şeylere de kulluk (hizmet)
ediyorlar ve diyorlar ki: “Bunlar,
Allah katında bizim şefaatçilerimizdir (aracılarımızdır).” De ki: “Göklerde
(7 evrende) ve yerde bilmediği bir şeyleri mi Allah’a, bildiriyorsunuz! O, Sûbhân’dır (her türlü noksandan münezzeh olandır). Ortak koştuklarından da daha yücedir!”
19. İnsanlar da bir tek topluluktan başkası
değildi. Ardından anlaşmazlığa düştüler. Ve eğer Rabbin tarafından önceden geçmiş
bir kelime (söz, karar)
olmasaydı, anlaşmazlığa düştükleri konularda aralarında kesinlikle karar
verilirdi.
20. Ve diyorlar ki: “Ona, Rabbinden bir ayet (mucize) inmesi gerekmez miydi?” O
halde de ki: “Şüphesiz ki gayb, Allah’ındır. O halde bekleyin, şüphesiz ki ben
de sizinle birlikte bekleyenlerdenim.”
21. Kendilerine dokunan bir darlıktan sonra o insanlara
bir rahmet (genişlik, ferahlık) tattırdığımızda,
ayetlerimiz (kanıtlar) hakkında hemen plan yaparlar. De ki: “Allah, plan
yapmada daha hızlıdır.” Şüphesiz ki elçilerimiz, yapmakta olduğunuz planları
yazmaktadır.
22. Sizi, karada ve denizde yürüten O’dur. İçinde
bulunduğunuz gemiler tatlı bir rüzgarla seyrederler. Bununla neşelendikleri
sırada savuran bir fırtına gelip çatar ve her yönden dalgalar geldiğinde ve kendilerini
kuşatılmış sandıklarında, dini Allah’a has (özgü, muhlis) kılarak “Bizi bundan kurtarırsan
şükredenlerden olacağız.” diye Allah’a yalvarırlar.
23. Onları kurtardığımız zaman ise işte onlar, hakka
(gerçeğe) aykırı
olarak yeryüzünde azgınlaşırlar. Ey insanlar! Sizin azgınlığınız kendinize
karşıdır. Dünya hayatı (geçici) bir geçimliktir. Sonra dönüşünüz Bizedir.
O zaman da yapıyor olduklarınızı size bildiririz.
24. Şüphesiz ki dünya hayatının misali, gökten
indirdiğimiz suya benzer. Böylece onunla insanların ve hayvanların yediği yerin
bitkileri birbirine karışır. Derken yeryüzü süslendiği ve güzelleştiği, sahiplerinin
de bunlara kadir olduklarını sandıkları bir anda, gece veya gündüz vakti oraya
emrimiz gelir. Böylece, sanki dün (o ekinler) yokmuş gibi onu biçilmiş bir hale getiririz.
Düşünen bir toplum için ayetlerimizi işte böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz.
25. Allah, selam diyarına (esenlik yurduna) davet eder! İstediğini de sırat-ı
müstakime (dosdoğru olan yola) erdirir.
26. En güzel şeyler yapanlara daha
fazla güzellik vardır.
Onların yüzlerini karamsarlık da zillet de sarmaz.
Cennet halkı işte onlardır. Onlar orada kalıcıdırlar.
27. Seyyiat (kötülükler)
kazanan kimselerin cezası (karşılığı) da o kötülüklerin mislidir.
Ve onları bir zillet sarar. Onlar için Allah’tan (gelen) hiçbir
koruyucu yoktur. Yüzleri, karanlık geceden bir parçayla kaplanmış gibidir. İşte
bunlar ateş ashabıdır. Onlar, orada kalıcıdırlar.
28. O gün, onları hep birlikte mahşerde toplarız.
Sonra şirk koşan kimselere “Siz ve şirk koştuklarınız yerlerinize!” diyerek onları
birbirinden ayıracağız! Şirk koşulanlar da derler ki: “Siz, bize kulluk (hizmet) ediyor değildiniz!
Nebileri ve erdemli kişileri Allah’a ortak
koşanlar ile onların şefaatini umanlar aslında onlara kulluk etmiyorlar. Zira
onlar böyle bir şeyi onaylamadıkları gibi haberleri bile olmaz. Müşrikler,
sapkının (şeytanın) arzusunu yerine getirdikleri için sonuç olarak sapkına
kulluk etmiş olurlar.
29. Bizimle sizin aranızda şahit olarak Allah
yeter. Biz, sizin kulluğunuzdan habersizdik.”
30. İşte orada, her nefis yaptıklarının
hesabını verir ve hak (doğru, gerçek) olan mevlâları Allah’a
döndürülür. Uyduruyor oldukları şeyler ise kendilerinden uzaklaşıp kaybolur.
31. De ki: “Sizleri gökten ve yerden rızıklandıran kimdir? Size, duyum
(algı) ve basiret (sezgi)
yetisi veren kimdir? Ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkaran kimdir? Bütün
işleri düzene koyan kimdir?” O zaman “Allah” diyecekler. De ki: “Öyleyse takvalı
(Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçınan) olmayacak mısınız?”
32. Hak (doğru, gerçek) olan Rabbiniz Allah işte budur. Hakkın
dışında sapkınlıktan başka ne var ki? Nasıl da döndürülüyorsunuz!
33. Fasıklar hakkındaki Rabbinin kelimesi (sözü, hükmü) böylece gerçekleşmiş oldu. Onlar
iman etmezler.
34. De ki: “Ortaklarınızdan (putlarınızdan) yoktan var edebilecek, sonra onu (eski
haline) yeniden döndürebilecek var mı?” De ki: “Allah, yoktan var eder,
sonra onu yeniden döndürür. Nasıl da saptırılıyorsunuz?”
35. De ki: “Ortaklarınızdan hakka (gerçeğe) ulaştıracak kimse var mı?” De ki: “Allah, hakka
ulaştırır. Hakka ulaştıran mı uyulmaya daha layıktır, yoksa kendisine
hidayet edilmedikçe hidayeti (kılavuzu) bulamayan
mı? Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz?”
36. Onların çoğu zandan1 başka bir şeye tabi olmaz. Zan (varsayımda
bulunmak) ise, hakkın (gerçeğin) yerini tutmaz. Şüphesiz
ki Allah, onların yapmakta olduklarını bilendir.
37. Bu
Kur’an, Allah’tan başkası tarafından iftira edilmiş (uydurulmuş) değildir. Fakat ellerinin arasındakini
(Tevrat’ı ve İncil’i) tasdik eden (doğrulayan) ve Kitabı (vahyin
tümünü) açıklayandır. Onda bir reyb (kuşku, belirsizlik) de yoktur. Âlemlerin
Rabbindendir.
38. Yoksa “Onu uydurdu!” mu diyorlar? De ki: “Eğer
doğru iseniz, o zaman Allah’ın dışında gücünüzün yettiklerini çağırın ve ona
benzer bir sureyle gelin!”
Bu
ayet tehaddî denen “meydan okuma” ayetlerinden biridir. Kur’an’ın bütünüyle
ilgili bir meydan okuma olmamış, sadece bazı bölümleriyle meydan okunmuştur.
Meydan okuma ayetleri, sırasına göre; yaklaşık 60-70 surelik meydan okuma
17:88, 52:34’te; on surelik meydan okuma 11:13’te; tek surelik meydan okuma ise
10:38 ve 2:23-24’tedir.
Kur’an’ın
edebi yönden taklit edilemez oluşunu ileri sürmek, kanıtlanması olanaksız bir
savdır. Zira edebi yönden iki metinden hangisinin üstün olduğunu
kanıtlayabilecek objektif ve evrensel bir kriter yoktur. Kur’an’ın Allah kelamı oluşunun delili,
Arapça bilenlerin edebi zevkine göre değişen subjektif bir değerlendirmeye
bağlanamaz. Bu nedenle bu meydan okuma ayetleri ile Kur’an’ın matematiksel
mucizesine işaret ediliyor. Yüce Allah’ın, kod görevi gören Huruf-u Mukattâ
denilen harflerle; surelerin, ayetlerin hatta kodlanan harflerin sayılarının
dahi Allah tarafından korunduğunun bir göstergesidir.
39. Hayır! Onlar, ilmini tam olarak bilmedikleri
ve tevili (asıl anlamı)
kendilerine gelmeyen şeyi yalanladılar. Onlardan öncekiler de böyle yalanladı. O
halde bir bak! Zalimlerin akıbeti nasıl olmuş?
40. İçlerinden, onunla (Kur’an
ile) iman eden de var ve onunla iman etmeyecek olan da var. Rabbin, fesatçıları (bozguncuları) daha iyi bilir.
41. Onlar seni yalanlarlarsa de ki: “Benim
amelim (yaptıklarım) bana,
sizin ameliniz de sizedir. Siz, benim yaptığımdan uzaksınız; ben de sizin
yaptıklarınızdan uzağım.”
42. Onlardan seni dinleyenler de vardır.
Akıllarını kullanmayacak sağırlara sen mi işittireceksin?
43. Onlardan sana bakan da vardır. Basiretli olmayan
körlere sen mi hidayet (kılavuzluk)
edeceksin?
44. Şüphesiz ki Allah, insanlara zulmetmez! Fakat
insanlar kendi nefislerine (kendilerinden
olanlara) zulmederler.
45. Onları mahşerde toplayacağımız gün, dünyada sanki
günün bir saati kadar kalmış gibi birbirlerini tanırlar. Allah ile buluşmayı
yalanlayanlar ve hidayet (kılavuzluk)
edilmeyenler hüsrana uğramışlardır.
46. Onlara vadettiğimizin (azabın) bir kısmını sana göstersek de, ondan
önce (göstermeden önce) seni vefat ettirsek de onların dönüşü Bizedir.
Allah, onların yapıyor olduklarına şahittir.
47. Her topluluğun (toplumun,
ulusun) bir resulü (elçisi) vardır. Resulleri geldiği zaman
aralarında adaletle hükmedilir. Ve onlar haksızlığa uğramaz.
48. Ve “Eğer sadıklardan (doğru, güvenilir olanlardan) iseniz, bu vaat
ne zaman?” diyorlar.
49. De ki: “Allah’ın istemesi
dışında, kendime ne bir zararım ne de bir faydam vardır. Her toplumun bir eceli
(ölüm zamanı) vardır. O ecelleri gelince, onu bir an bile geciktiremezler! Önüne de
geçemezler!
50. De ki: “Görmüyor musunuz? O’nun azabı size gece veya gündüz gelecek
olsa (haliniz ne olacak?). Mücrimler
(azılı suçlular) ne diye bunu çabucak istiyorlar?
51. Gerçekleştikten sonra onunla mı iman
edeceksiniz, yoksa şimdi mi? Gerçekten de onu istemekte acele ediyordunuz.
52. Sonra kendilerine zulmedenlere, “Ebedî azabı
tadın. Kazandığınızdan başkasıyla mı cezalandırılıyorsunuz? denilir.
53. Sana da “O, hak (doğru,
gerçek) mıdır?” diye soruyorlar. De ki: “Rabbime andolsun ki o haktır!
Siz de engelleyemeyeceksiniz.”
54. Zalim her kişi, yeryüzünde ne varsa onu
fidye (kurtuluş bedeli) olarak
verirdi. Azabı gördüklerinde pişmanlıklarını gizlerler/açığa vururlar. Aralarında
adaletle hükmedilecek ve onlara haksızlık edilmeyecek.
55. İyi bilin ki, göklerde (7 evrende) ve yerde ne varsa Allah’ındır. İyi bilin ki, Allah’ın vaadi
haktır (gerçektir)! Fakat
onların çoğu bilmez.
56. O, diriltir ve öldürür. Ve O’na
döndürüleceksiniz.
57. Ey insanlar! Andolsun ki size Rabbinizden
bir vaaz (öğüt, uyarı), sinelerdekilere bir
şifa, müminler için de bir hidayet (kılavuz) ve rahmet geldi.
58. De ki: “Allah’ın fazlı (lütfu, cömertliği) ve rahmetiyle (geldi). O halde işte
bununla sevinsinler. Bu, onların topladıklarından daha hayırlıdır.”
59. De
ki: “Allah’ın size rızık olarak indirdiklerinin bir kısmını helâl ve haram
kıldığınızı görmüyor musunuz?” De ki: “Allah mı size izin verdi, yoksa Allah’a
iftira mı ediyorsunuz?”
60. Allah hakkında yalan
uyduranlar, kıyamet gününü ne sanıyorlar? Allah, insanlara karşı fazl (lütuf, cömertlik) sahibidir. Fakat onların çoğu şükretmez.
61. Herhangi bir işte1 iken de Kur’an’dan onun hakkında bir şey tilavet
ettiğinizde (okuyup aktardığınızda) de yapılacak
olanlardan bir şey ile uğraşırken de Biz orada size tanık oluruz. Göklerde (7
evrende) de yerde de zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinizden
gizli kalmaz. Ondan
(o
zerreden) daha küçüğü de daha büyüğü de yoktur ki, hepsi Kitab-ı Mubin’de (apaçık
bir kitapta) olmasın.
62. İyi bilin ki, evliyaallah
(Allah’ın dost edindiği, rehberlik ettiği, koruyup
gözettiği) için korku yoktur. Onlar hüzünlenmeyecekler de.
63. Onlar, iman ettiler
ve takvalı olanlardan oldular.
64. Onlara, dünya hayatında da ahirette de
müjdeler vardır. Allah’ın kelimelerinde (ayetlerinde) değişme yoktur. Azîm
(muazzam)
kurtuluş işte budur.
65. Onların sözleri seni hüzünlendirmesin. Şüphesiz ki izzet (şeref, itibar, yücelik) tümüyle Allah’ındır. O, semi’ul-alîm’dir
(Her şeyi Bilendir, İşitendir).
66. İyi bilin ki, göklerde
(7 evrende) ve yerde kim varsa şüphesiz ki Allah’ındır. Allah’ın yanı sıra başkasına
dua edenler ise neye tabi oluyorlar? Onlar (o müşrikler),
sadece zanna uyarlar! Onlar, ancak asılsız şeyler uydururlar.
67. O’dur! O, onda sükûnet bulasınız diye sizin için geceyi yarattı. Gündüzü de görmeyi sağlayan (kıldı). Şüphesiz ki iman eden bir toplum
için bunda ayetler (ibretler, işaretler) vardır.
68. “Allah evlat edindi.” dediler. O Sûbhân’dır (her
türlü noksandan münezzeh olandır).
O, Gani’dir (Zengindir; her şeyin Sahibidir). Göklerde (7 evrende) ve yerde ne
varsa O’nundur. Sizin bu konuda hiçbir sultanınız
(güçlü bir deliliniz) yoktur. Allah hakkında bilmediğiniz şeyi mi
söylüyorsunuz?
69. De ki: “Allah hakkında yalan uyduranlar şüphesiz ki felaha (kurtuluşa,
saadete) eremezler.”
70. Geçimlikleri dünyadadır!
Ardından dönüşleri Bizedir. Sonra küfrettiklerinden (hakkı örttüklerinden) dolayı onlara şiddetli azabı
tattırırız.
71. Onlara, Nuh’un haberini tilavet et (oku
ve uy). Kavmine demişti ki: “Ey kavmim, konumum ve
Allah’ın ayetleri ile1
zikretmem (gerçeği hatırlatmam) eğer size ağır geldiyse, o halde Allah’a
tevekkül ettim (O’na güvendim, O’na dayandım). O zaman siz
ve ortaklarınız toplananın ve aranızda nihai bir karara varın. Sonra da vakit
kaybetmeden bana bildirin.
72. Buna rağmen eğer sırt dönerseniz; bunun için
sizden bir ecir (karşılık) istemiş
değilim. Ecrim sadece Allah’tandır. Ve müslimlerden (teslim olanlardan) olmam
bana emredildi.
73. Bunun üzerine onu yalanladılar. Böylece
onu ve onunla birlikte gemide bulunanları kurtardık ve onları arḍın halifeleri (sorumluları)
yaptık. Ayetlerimiz ile yalanlayanları da suya batırdık.
O zaman bir bak! Uyarılanların akıbeti nasıl
olmuş?
74. Sonra onun ardından resulleri
toplumlarına gönderdik. Böylece beyyinelerle (açık
kanıtlarla) geldiler. Artık onlar, daha önce onunla yalanladıklarına iman
edecek değillerdi. Haddi aşanların kalplerini işte böyle damgalarız.
75. Derken onların ardından, Musa ve Harun’u ayetlerimiz ile firavuna ve melelerine (ileri gelenlere) gönderdik. Ancak onlar büyüklük tasladılar ve mücrim (azılı suçlu, kafir) bir topluluk oldular.
76. Böylece katımızdan onlara
hak (gerçek, hakikat) geldiği zaman da “Bu apaçık
bir sihirdir.” dediler.
77. Musa dedi ki: “Size
gelen hak için ‘bu sihirdir’ mi diyorsunuz? Sihirbazlar iflah olmazlar (kurtuluşa,
saadete ermezler).”
78. Dediler
ki: “Bizi, atalarımızı üzerinde bulduğumuz yoldan döndürmeye ve yeryüzünün
büyüklüğünü (gücünü) ikiniz elinize geçirmek için mi geldiniz?
Biz ise size iman edecek (inanıp güvenecek) değiliz.”
79. Firavun da dedi ki: “Bütün
bilgili sihirbazları bana getirin.”
80. Sihirbazlar geldiği
zaman da Musa dedi ki: “Atacağınız ne varsa atın.”
81. Onlar attığı zaman
da Musa dedi ki: “Sizin bu yaptığınız sihirdir. Şüphesiz ki Allah, onu boşa
çıkaracaktır. Şüphesiz ki Allah, bozguncuların işlerini düzeltmez.”
82. Mücrimler (azılı suçlular) hoşlanmasalar da Allah, kelimeleriyle (ayetleriyle,
kanıtlarıyla) hakkı (gerçeği) ortaya çıkaracaktır.
83. Böylece firavun ile onun
melelerinin (ileri gelenlerinin), kendilerini
fitnelemelerinden (sınamalarından) korktuklarından dolayı Musa’ya, kendi
halkından birkaçı dışında kimse iman etmedi. Şüphesiz ki firavun yeryüzünde yücelik
taslamıştı. Şüphesiz ki o müsrif (haddi aşan) kimselerdendi.
84. Musa
da dedi ki: “Ey halkım, eğer Allah ile iman etmişseniz ve O’na teslim
olmuşsanız, o halde O’na tevekkül edin (güvenin
ve dayanın).”
Bu
ayet, imanın bir iddia değil; bilinç ve kararlılık olduğunun delilidir. Dahası
iman bir güven kurumudur. Bir insan Yüce Allah’a ne kadar güveniyorsa O’na o
kadar inanıyor demektir.
85. Bunun üzerine dediler
ki: “Biz, Allah’a tevekkül ettik (O’na güvendik, O’na dayandık). Rabbimiz! Bizi zalim halk için bir fitne kılma (bizi zalimlerin zulmüyle sınama).
86. Kâfirler topluluğundan da rahmetinle bizi kurtar!”
87. Ve Musa’ya ve kardeşine “Kavminiz için şehirde evler
hazırlayın, evlerinizi kıble (toplanma
yerleri, mescit) yapın ve salatı doğru ve istikrarlı yapın! Müminleri de müjdeleyin!”
diye bildirdik.
Bu ayet, salatın
Yahudiler için de farz olduğunu göstermektedir.
88. Musa dedi ki: “Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen, firavun ile onun melelerine (ileri gelenlere) dünya hayatında ziynetler ve mallar verdin.
Rabbimiz! Onları Sen’in yolundan alıkoymaları için mi? k için kullanıyorlar. Rabbimiz!
O halde onların mallarını yok et, kalplerini de katılaştır! Acıklı azabı
görmedikçe iman etmezler.”
Zulüm
görenler bedduada bulunabilir; “Allah kötü sözün açıkça söylenmesini
sevmez; zulme uğrayanınki hariç!”
(4:148)
Musa Nebi, bu duayı Mısır’daki ikametinin son döneminde
yapmış. Firavun ve ileri gelenlerine peş peşe mucizeler göstererek onları Hak
yola çağırdığı halde onlar Hakka düşmanlıklarında inat edince Musa Nebi,
Rabbinden onların mallarını yerin dibine geçirmesini ve kalplerini sıkıca
bağlamasını diledi ve Allah’ın emriyle dua gerçekleşti.
89. Dedi ki: “Andolsun
ki İkinizin duasına da karşılık verildi. O halde siz
istikamette kalın, bilmeyenlerin yoluna da uymayın!”
90. Ve İsrailoğullarını
denizden geçirdik. Bunun üzerine firavun ve ona uyanlar, azgınca ve düşmanca
onların peşlerine düştüler. Nihayet suya gömüldüğünde dedi ki: Şüphesiz ki
İsrailoğullarının onunla iman ettiği kimseye (Allah’a) iman ettim; O’ndan başka ilah yoktur. Ben
de Müslimlerdenim (teslim olanlardanım).”
Tevrat’ta
firavunun iman ettiği ile ilgili husus anlatılmaz.
91. “Şimdi
mi? Oysa önceden isyan etmiştin ve müfsit (fesatçı)
olanlardan idin.
92. O halde, senin ardından
gelen kimselere bir ayet (ibret) olman için bugün senin bedenini kurtaracağız.”
Şüphesiz ki insanların çoğu ayetlerimizden gafildirler.
“Beden” sözcüğü, Kur’an’da
sadece bu ayette geçmektedir ve “beden, vücut, zırh” gibi anlamlara gelir.
Musa’nın
yaşadığı dönemin firavununun II.
Thutmose (MÖ
1493-1479), III. Thutmose (MÖ 1479-1425), II.
Ramses (MÖ 1283-1213) veya oğlu Merneptah (MÖ 1213 – 1203) olduğu yönünde
görüşler de var. Merneptah isimli firavunun bedeninde, denizde boğulduğu
izlenimi veren darbe izleri olduğu yönünde görüşler vardır. Mumyalar, Mısır
Medeniyeti Ulusal Müzesi’nde sergilenmektedir.
93. Andolsun ki İsrailoğullarını
doğru bir yurda yerleştirdik ve onlara tayyibattan (sağlıklı,
faydalı, güzel ve hoş şeylerden) rızık verdik. Böylece kendilerine
ilim gelinceye kadar ayrılığa düşmediler. Şüphesiz ki Rabbin, ayrılığa
düştükleri şey hakkında Kıyamet Günü aralarında hüküm verecektir.
94. O halde eğer sana
indirdiğimizden şüphe ediyorsan, senden önce Kitabı (Tevrat’ı,
İncil’i) kıraat edenlere (okuyup, bildirenlere) sor. Andolsun
ki sana Rabbinden hak (gerçek) olan geldi. Bu nedenle şüphe edenlerden
olma!
95. Ve sakın Allah’ın ayetleri ile1 (gerçeği) yalanlayanlardan olma! Yoksa hüsrana
uğrayanlardan olursun.
96. Şüphesiz ki haklarında Rabbinin kelimeleri (hükmü) gerçekleşmiş olanlar iman etmezler;
97. Elem verici azabı görünceye kadar kendilerine
bütün ayetler (kanıtlar) gelse bile!
98. İmanı kendilerine fayda sağlayan bir şehir bulunsaydı
ya! Yunus’un kavmi hariç! (Yunus’un
halkı) ne zaman ki iman ettiler; üzerlerindeki rezillik azabını bu dünya
hayatında kaldırırdık ve belli bir süre daha onları faydalandırdık.
Kur’an’da Yunus Nebi’nin adı 4 kez geçer
ve 10’uncu sure de onun adını taşımaktadır Kendisinden, 21:87 ayetinde “Zünnûn”,
68:48’de ise “sahibul hut” şeklinde söz edilmektedir. İkisi de “balık sahibi”
anlamına gelmektedir. Yunus Nebi’nin toplumu, Tevrat’ta “Ninova halkı”
olarak geçer. Ninova, Asurluların
başkentidir. Kur’an’da da toplumun nüfusunun yüz bin kişiyi aşkın olduğu 37:147 ayetinde
belirtilmektedir. Kur’an’a göre; Ninova’ya elçi olarak görevlendirilen Yunus Nebi,
kavmi kendisine inanmayınca öfkeyle onlardan uzaklaşmış (21:87) ve bir gemiye
binmiş (37:140). Ancak yükü ağır olan geminin batmaması için birilerinin denize
atılması kararlaştırılmış. Çekilen kura neticesinde kaybedenlerden olmuş ve
kendisini bir balık yutmuştur (37:141-142). Yunus, hatasını anlayıp tevbe
edince (21:87-88; 37:143-144), duası kabul edilerek kurtarılmış (37:145-146; 68:49)
ve tekrar kendi topluluğuna dönüp elçilik vazifesini sürdürmüştür (37:147). Kur’an’da,
Yunus’un halkının iman eden bir toplum olduğu belirtilmekte ve ‘imanları
kendilerine fayda sağlayan bir belde’ olarak övülmektedir (10:98). Yunus;
kendisine vahyedilen (4:163) salihlerden olan (6:85), alemlere faziletli
kılınan (6:86) ve kendisine kitap ve hüküm verilen (6:86,89) bir resul (37:139,147)
ve bir nebidir (4:163).
Tevrat,
Yunus 3:5-10 ayetlerinde, şöyle yazılıdır: “Ninova halkı, Allah’a inandı. Oruç
ilan ederek, büyüğünden küçüğüne hepsi çula sarındı. Ninova Kralı da olanları
duyunca, tahtından kalkıp kaftanını çıkardı ve çul giydi ve küle oturdu.
Ardından, Ninova’da, şu buyruğu yayımladı: ‘Kral ve soyluların buyruğudur:
Hiçbir insan veya hayvan, ağzına bir şey koymayacak; otlamayacak, içmeyecek.
Herkes var gücüyle Allah’a yakarışlarda bulunarak, kötü yoldan ve zorbalıktan
vazgeçsin. Umulur ki o zaman, Allah, yargısını değiştirip bize acır ve kızgın
öfkesinden döner; böylece yok olmayız.’ Allah, Ninovalıların kötü yoldan
döndüklerini görünce onlara acıdı ve yapacağını söylediği kötülükten vazgeçti.”
99. Şayet Rabbin isteseydi, yeryüzündekilerin hepsi
topluca iman ederdi. O halde sen, iman etsinler diye insanları zorlayacak mısın?
100. Allah’ın izni olmadan kimse iman edemez! Aklını kullanmayanların
üzerine de rics (pislik) koyar.
101. De ki: “Göklerde
(7 evrende) ve yerde neler olduğuna bir bakın.” İman etmeyen bir topluma ayetler (deliller) ve uyarılar yarar sağlamaz.
102. Yoksa onlar, kendilerinden öncekilerin (başlarına
gelen) günlerin benzerinden farklı
bir şey mi bekliyorlar? De ki: “O halde bekleyin. Şüphesiz ki ben de sizinle
beklemekteyim!”
103. Ardından da resullerimizi ve müminleri kurtarırız.
Böyledir! Müminleri kurtarmak üzerimize bir haktır (yükümlülüktür).
104. De ki: “Ey insanlar! Eğer benim dinimden
kuşku duyuyorsanız, (bilin ki) ben, Allah’ın
yanı sıra kulluk ettiklerinize kulluk etmem. Fakat ben, vefat ettirecek olan (ruhunuzu
alacak olan) Allah’a ibadet ederim. Ve bana, müminlerden olmam emredildi.”
105. Ve hanif (şirk koşmadan sadece Allah’a kulluk eden) olan dine yönel! Müşriklerden de olma!
106. Sana fayda sağlayamayacak ve zarar
veremeyecek Allah’ın dışındaki şeylere de dua etme. Eğer böyle yaparsan, o zaman şüphesiz ki zalimlerden
olursun!
107. Ve eğer Allah, sana bir darlık verecek
olursa, o zaman onu O’ndan başka giderecek yoktur. Eğer senin için bir hayır
dilerse, o zaman da O’nun fazlını (lütfunu, cömertliğini) geri çevirebilecek yoktur. Kullarından
istediğine bunu nasip eder. Ve O, Gafûr’ur-Rahîm’dir (Günahları örtüp bağışlayandır,
Merhametlidir)
108. De ki: “Ey insanlar! Andolsun ki Rabbinizden
hak (doğru, gerçek) olan size
geldi. O halde kim hidayet (kılavuz) bulursa, o zaman şüphesiz ki kendisi için hidayet (kılavuzluk) bulur.
Kim de sapmışsa1, o zaman da şüphesiz ki kendi aleyhine
sapmıştır.2 Ben de sizin vekiliniz (sorumlunuz,
kefiliniz) değilim.
109. Ve sana vahyedilene uy ve Allah, hükmünü verinceye kadar sabret (sıkıntılara
göğüs ger, diren). O, Hakîmlerin (Hikmetle hüküm verenlerin) hayırlısıdır.