Sure, Medine döneminde indirilmiştir ve iniş sırasına göre 92. suredir. Sure, kadın haklarından, onlarla ilgili hukuki düzenlemelerden ve sosyal konumlarından söz ettiği ayetlerdeki “nisâ” yani “kadınlar” kelimesinden adını almaktadır.
Râhmânir-Râhîm
(Merhamet eden
Merhametli) Allah’ın
Adıyla
1. Ey insanlar! Sizi tek
bir nefisten yaratan, eşini de ondan yaratan, ikisinden de birçok adam ve kadın
yayan Rabbinize karşı takvalı olun (Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından kaçının).
Birbirinizden O’nunla (O’nun adıyla) isteklerde bulunduğunuz Allah’a
karşı da takvalı olun, akrabalık bağlarına karşı da… Şüphesiz ki Allah
sizin üzerinizde daima gözetendir.
2. Ve yetimlere mallarını verin ve tayyip (iyi,
güzel, yararlı, sağlıklı) olanı habis (kirli, pis, zararlı) olanla
değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katarak da yemeyin. Çünkü
bu, büyük bir hubtur.1
1 “Günah ve suç” anlamına gelen “hub”
kelimesi Kur’an’da yalnızca bu ayette geçmektedir.
3. Yetimlerle ilgili hakları gözetememekten de korkarsanız,
sizin için meşru (mübah) olan kadınlardan
nikahlanın; ikişer, üçer ve dörder... Adaletli davranmamaktan korkarsanız o
zaman bir tane ile … Ya da eyman ile sahip olduklarınız1 ile… Haksızlık etmemeniz için en uygun olanı budur.
1 “Ma melaket eymanuhum” deyimine “eyman
(yemin, sözleşme) ile sahip olduğu; sağ elinin malik olduğu” anlamı da
verilmektedir. Bu deyim, Meşru yollarla, eyman ile (yeminle - antlaşma ile) hak
sahibi olunan” demektir. Antlaşma yoluyla sahip olunanlar; bakmakla yükümlü
olunanlar, himaye altına alınanlar, sorumluluğu üstlenilenler (koruyucu ailesi
olunanlar) anlamlarına gelir. Bu deyimle, esas olarak kastedilen şey, bakımları
ve sorumlulukları üstlenilerek sahip olunan yetimler ile koruyucu ailesi olunan
kişilerin bu kapsamda olduğu kanaatine
varılmaktadır. Kur’an; kim olursa olsun, nikah yapılmaksızın
ilişkiye girmeyi zina olarak tanımlamaktadır.
Ancak
birçok çeviri ve tefsirde bu terimin içine “savaş esirleri ve “erkek veya kadın
köleleri” anlamı verildiğini görüyoruz. Bu başta her ne kadar anlamlı görünüyor
olsa da 24:58 ayetinde “Ey iman edenler! eyman (yemin) ile sahip olduğunuz
kimseler ve sizden henüz erginlik yaşına gelmemiş olanlar, şu üç vakitte
(sabah, öğlen ve gece vakti yanınıza, özel odanıza girecekleri vakit) sizden
izin istesinler.” ifadesinde savaş esiri olan bir erkek veya kadın kölenin ev
sahibi kadının veya erkeğin özel odasına sabah, öğlen ve gece vakitlerinde izin
alarak, diğer vakitlerde ise izin almadan girebilmesi, güvenlik ve mahremiyet
açısından pek mantıklı görünmüyor.
Yine;
24:31 ayetinde yer alan “Mümin kadınlara söyle, bakışlarını sakınsınlar ve
ırzlarını (korusunlar). Görünen kısımları hariç olmak üzere, ziynetlerini
göstermesinler… Ziynetlerini;… eyman (yemin) ile sahip oldukları… hariç, açığa
vurmasınlar.” ifadesinde de bir kadının ziynetlerini mahrem olmayan akrabasına
veya yakın çevresine gösteremediği halde, savaş esiri bir erkek veya kadın
köleye göstermesi de güvenlik ve mahremiyet açısından pek mantıklı görünmüyor. Bu
nedenle eyman (yemin) ile sahip olduğunuz veya antlaşma (sözleşme) yaparak hak
sahibi olduğunuz anlamına gelen “ma melaket eymanukum” deyimiyle, bakımları ve
sorumlulukları üstlenilerek sahip olunan yetimler ile koruyucu ailesi olunan
kişilerin bu kapsamda olduğu kanaatine
varılmaktadır.
Tevrat, İncil ve Kur’an’da Çok Eşlilik:
Tevrat’ta, ilk çok eşliliği ilk önce Lemek’te görüyoruz: “Lemek
iki kadınla evlendi.” (Başlangıç 4:19) Yine Tevrat’tan; İbrahim’in 2
(Başlangıç, 16:1-4), Yakup’un 4 (Başlangıç, 29:23-35), Süleyman’ın ise 700
karısı (1 Krallar 11:3) olduğunu öğreniyoruz.
İncil’de, İsa Nebi, hesap gününe hazırlıklı olunması ile
ilgili bir kıssa anlatırken dolaylı olarak söz etmektedir: “O zaman Göklerin
Egemenliği, kandillerini alıp kocalarını karşılamaya çıkan on kıza benzeyecek.
Bunların beşi akıllı, beşi akılsızdı. Akılsızlar yanlarına kandillerini
aldılar, ama yağ almadılar. Akıllılar ise, kandilleriyle birlikte kaplar içinde
yağ da aldılar. Koca gecikince hepsini uyku bastı, dalıp uyudular. Gece yarısı
bir ses yankılandı: ‘İşte koca geliyor, onu karşılamaya çıkın!’ Bunun üzerine
kızların hepsi kalkıp kandillerini tazelediler. Akılsızlar akıllılara, ‘Kandillerimiz
sönüyor, bize yağ verin!’ dediler. Akıllılar, ‘Olmaz! Hem bize hem size
yetmeyebilir. En iyisi satıcılara gidin, kendinize yağ alın’ dediler. Ne var
ki, onlar yağ satın almaya giderlerken koca geldi. Hazırlıklı olan kızlar,
onunla birlikte düğün şölenine girdiler ve kapı kapandı. Daha sonra gelen öbür
kızlar, ‘Efendimiz, efendimiz, aç kapıyı bize!’ dediler. Koca ise, ‘Size doğrusunu söyleyeyim, sizi
tanımıyorum’ dedi. Bu nedenle uyanık kalın. Çünkü o günü ve o saati
bilemezsiniz.” (Matta, 25:1-13)
Kur’an’daki çok eşlilik ile ilgili
ayetleri Allah’ın Resulü (Elçisi) Reşat Halife özetle şöyle açıklamaktadır: Kuran’da çok eşliliğe müsaade edilmektedir,
ancak katı bir biçimde izlenen koşullar altında. Bu ilahi müsaadenin herhangi
bir şekilde suistimali, şiddetli bir biçimde cezalandırılır. Bu nedenle, çok
eşliliğe Allah tarafından müsaade edilmesine rağmen bize düşen, belirli
çok-eşli bir ilişkiye izin verilmiştir demeden önce koşullarımızı dikkatli bir
şekilde incelemektir.
Kuran, çok eşliliğe karşı getirilen
sınırlamaları çok güçlü sözlerle vurgulamaktadır: “Adaleti sağlayamamaktan da
korkarsanız, o zaman bir tane…” (4:3) “İstekli olsanız da kadınlar arasında
adil olmayı başaramazsınız.” (4:129) (Reşat Halife, Son Ahit Kur’an, Ek 30).
4. Kadınlara da sadaklarını1 (hakları olan
mehirlerini) bir hak olarak verin. Ancak onun bir kısmını (kendi rızasıyla) size bağışlarlarsa, o zaman
afiyetle ve gönül rahatlığıyla yiyin.
1 Sadaka: Sözlükte “(haber) gerçek olmak; doğruluk” gibi anlamlara gelen
sıdk kökünden türeyen sadaka kelimesi (çoğulu sadakât), Allah’ın hoşnutluğunu
kazanmak için ihtiyaç sahiplerine yapılan gönüllü veya dinen zorunlu maddi
yardımları (2:196; 9:103; 48:25), bu çerçevede verilen para ve eşyayı ifade
eder. Ancak “Sadaka” kelimesinin İbranice “sadâqâ” kelimesinin Arap harfleri
ile yazılmış şekli olduğu ve “sıdk ve hulûs (hâlislik, saflık, temizlik,
doğruluk)” anlamına geldiği yönünde bir görüş daha bulunmaktadır. Sadaka
sözcüğü türevleri ile birlikte Kur’an’da 18 kez geçer: 2:196, 263, 264, 271,
276; 3:95, 152; 4:114; 9:58, 60, 79, 103, 104; 33:22; 36:52; 39:74; 48:27;
58:12. Sadakaların farz olarak verileceği 8 sınıf 9:60’ta belirtilmektedir.
Nikâh akdi kendisi ile tamamlanan mehir için
kullanılan “sadâk” sözcüğü de aynı kökten türemiştir.
5. Allah’ın sizi kaim
kıldığı mallarınızı (korumanız için sorumluluğunuza emanet olarak
verdiği mallarınızı) da aklı kıt olanlara vermeyin. Onları rızıklandırın ve
giydirin ve onlara maruf (vahye uygun, meşru olan) söz söyleyin.
6. Nikah (evlilik)
çağına eriştiklerinde de yetimleri sınayın. Eğer onlarda rüşt1
görürseniz, kendilerine mallarını verin. Büyüyecekler diye de onları (yetim
mallarını) elden çıkarmaya ve haddi aşarak yemeye kalkışmayın! Zengin olan (yetimin
malına) tenezzül etmesin, fakir2 olan da maruf ile (meşru
bir şekilde) yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman da yanlarında tanıklar
bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter!
1 Rüşd,
doğru yolu bulup kararlılıkla benimsemek demektir. Bu ayetten açıkça
anlaşılıyor ki evlilik çağı, rüşd yani yetişkinlik çağıdır. Ergenlik veya daha
küçük yaşlarda evlilik, kesinlikle Kur’an’dan destek alamaz. Günümüzde medenî
hukuk alanıyla ilgili düzenlemelerde İslâm hukukunu esas alan ülkelerin
kanunlarında rüşd yaşı 18 ile 21 arasında değişmektedir. Rüşd ile ilgili
açıklama 2:186 ayetinde yer alır.
2 Fakir; Temel
ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan ancak miskine göre daha az muhtaç olan
kişidir.
7. (Ölen) ebeveyn ve akrabaların bıraktıklarından adamlara bir
pay (hisse) vardır. Ebeveyn ve akrabaların bıraktıklarının azından ya da
çoğundan kadınlara da farz bir pay (hisse) vardır.
Bu ayet, kadın ve erkek arasında miras ile
ilgili genel hükmü belirlemektedir. Diğer ayetler ise detayları ve özel
hükümleri belirlemektedirler.
8. Miras paylaşımı esnasında hazır bulunan yakın
akrabaları da yetimleri de miskinleri1 de bundan (mirastan) rızıklandırın ve onlara maruf ile (meşru
bir şekilde) söz söyleyin!
1 Miskin, temel ihtiyaçlarını
(beslenme, barınma, sağlık vb.) dahi karşılayamayan veya büyük zorluk çeken
kişidir.
9. Geride zayıf bir nesil bırakanlar onlar için
nasıl kaygı duyduysa, (vasiler
veliler de) onlar için kaygı duysunlar. O halde Allah’a karşı takvalı
olsunlar ve doğru söz söylesinler.
10. Şüphesiz ki yetimlerin mallarını haksızca
yiyenler, karınlarını ateşle doldurmuş gibi olurlar ve yakıcı ateşe yaslanacaklar.
11. Allah, size, evlatlarınız hakkında vasiyet
ediyor (emrediyor): iki dişi
(kadının) payı kadar erkeğe (miras verin). Ve eğer ikiden fazla
kadın iseler; (ölünün) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Ve eğer (Mirasçı)
tek bir (kadın) ise, o zaman (mirasın) yarısı onundur. Ölenin de çocuğu
varsa; ebeyninin (ana-babasının) her birine mirastan altıda biri vardır.
Ve eğer ölenin çocuğu yoksa ve ebeveyni mirasçı olmuşsa; o zaman anneye üçte
bir. Ve eğer ölenin de kardeşleri varsa, o zaman annesine altıda bir (pay) vasiyetten
ve borcundan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin size fayda
bakımından daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Allah’ın belirlediği farzlar
bunlardır. Şüphesiz ki Allah Alim’dir, Hâkîm’dir (Her şeyi bilen; Hikmetle
hüküm veren).
12. Eğer evladı yoksa; hanımlarınızın bıraktıklarının
yarısı sizindir. Eğer onların evlatları varsa, o zaman yaptıkları vasiyetten ve
borçtan sonra bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Eğer
evladınız yoksa, bıraktıklarınızın dörtte biri onlarındır (kadınlarındır). Eğer evladınız varsa, o
zaman yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra bıraktıklarınızın sekizde biri
onlarındır. Eğer (ölen) adamın veya kadının annesi, babası ve evladı
yoksa ve bir erkek kardeşi ya da bir kız kardeşi varsa, o zaman her birine
altıda bir düşer. (Kardeşleri) bundan fazla iseler üçte bire
ortaktırlar. Tüm bunlar, vasiyetten ve borçtan sonradır. Böylece kimse zarara
uğratılmamış olur.1 Bu, Allah’tan size bir vasiyettir (emirdir).
Ve Allah Alim’dir, Halim’dir. (Her
şeyi Bilendir. Yumuşak huylu, sabırlı olan ve öfkesini kontrol edendir).
1 Bu ifadeden anlaşılıyor ki miras paylaşımında
herhangi bir tarafa zarar vermemek, yani bir mağdur oluşturmamak ve adaletten
ayrılmamak gerekmektedir.
13. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Ve kim Allah’a
ve elçisine uyarsa, (Allah) onu
altlarından nehirler akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere sokar. Azim (muhteşem)
başarı işte budur.
14. Kim de Allah’a ve elçisine isyan ederse ve O’nun
sınırlarını aşarsa, (Allah) onu içinde sürekli kalacağı ateşe
sokar. Ona onur kırıcı bir azap da vardır.
15. Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı aranızdan (kadın veya erkek) dört şahit getirin. Eğer (kadının
aleyhinde) tanıklık ederlerse, o zaman ölüm onları alıp götürünceye veya
Allah onlara bir yol açıncaya kadar onları evlerde tutun.2
1 Fuhuş: Meşru ölçü ya da sınırları aşan; çirkin, kötü,
kaba demektir. Bu sınırları aşan şey için de fahiş kelimesi kullanılmaktadır.
2 Bu ayette lezbiyen ilişkide bulunan iki kadının
kastedildiği kanaati oluşmaktadır. “Allah onlara bir yol açıncaya kadar” dan
kasıt da; tövbe etmeleri veya iffetli
bir hanım olmayı kabul etme, birisinin onunla evlenmek istemesi gibi hususlar
kastediliyor olabilir. “Onları
evlerde tutun.” İfadesi ile de onları hem ceza hem de ıslah ve zorlamalardan
kurtarma amaçlı olarak evde veya rehabilitasyon, sığınma evinde tutma vb yerler
kastediliyor olabilir.
16. Sizden onu (o fuhşu) yapanların ikisine1 de
eziyet edin! Eğer tevbe eder ve ıslah olurlarsa artık onlara karışmayın. Şüphesiz
ki Allah, Tevvâben-Rahîm'dir (İstiğfar eden kuluna tekrar yönelendir; Merhametlidir).
1 Bu ifade ile de homoseksüel
ilişkide bulunan iki erkeğin kastedildiği kanaati oluşmaktadır.
17. Allah’ın kabul
edeceği tevbe, cehaletle (bilgisizce) kötülük işleyen, sonra da hemen tevbe
edenlerinkidir. Allah, işte onların tevbesini kabul eder. Ve Allah Alim’dir, Hâkîm’dir
(Her şeyi bilendir; Hikmetle hüküm verendir).
18., Kendilerine ölüm yaklaştığında, kötülükler yapanların “Ben
şimdi tevbe ettim.” diyerek ettikleri tevbe (Allah’ın kabul edeceği tevbe) değildir.
Kafir olarak ölenlerin de… İşte onlar için elim bir azap hazırlanmıştır.
19. Ey iman edenler, kadınlara zorla varis
olmanız (mallarını
sahiplenmeniz) size helâl değildir. Apaçık bir fuhuş yapmadıkça da onlara verdiğinizin (mehirin vb) bir kısmını almak için onları sıkıştırmayın. Onlarla da maruf (vahye uygun, meşru olan)
üzere geçinin. Onlardan hoşlanmazsanız; bilin ki Allah,
hoşlanmadığınız bir şeye çok hayır koymuş olabilir.
20. Ve eğer bir zevceyi (eşi)
de (boşayarak) ısrarla başka bir zevce (eş) ile değiştirmek isterseniz,
birinciye kantarlarca (mehir olarak yükler dolusu mal) vermiş olsanız
bile ondan hiçbir şeyi almayın! bühtan ederek (suç isnat ederek, itham etmiş, karalayarak) ve açıkça ism ile
mi (Allah’ın yasakladığı bir fiil ile mi) verdiğinizi (mehri)
geri alacaksınız?
21. Birbirinizle de kaynaşmış (cinsi münasebette bulunmuş) ve sizden sağlam
bir misak (nikah, söz) almışlarken, onu (mehri) nasıl geri alırsınız?
22. Babalarınızın evlendiği kadınlarla da
evlenmeyin; ancak geçmişte yapılanlar hariç, Şüphesiz ki bu bir fuhuştur ve
iğrençtir ve kötü bir yoldur.
23. Anneleriniz
de kızlarınız da kız kardeşleriniz da halalarınız da teyzeleriniz de kardeş
kızları da kız kardeş kızları da sizi emziren (süt)
anneleriniz de süt kız kardeşleriniz de kadınlarınızın anneleri de kendileriyle
birleştiğiniz kadınlarınızdan olan ve evlerinizde
bulunan üvey kızlarınız da size haram kılındı (yasaklandı). Onlarla
birleşmemişseniz; onların kızlarını almanızda size bir cünah (engel,
sakınca) yoktur. Kendi neslinizden olan oğullarınızın helallerini (gelinleriniz)
de iki kız kardeşi (eş olarak) birlikte almak da …1 Ancak geçmişte yapılanlar hariç. Şüphesiz
ki Allah Gafur’dur, Rahim’dir
(Günahları Örten ve
Bağışlayandır, Merhametlidir).
1 Ayette geçen “anneleriniz ve kızlarınız”
ifadesi, yukarıya doğru anneanneleri ve babaanneleri içerdiği gibi kızları ve
onların kızları olan torunları da içermektedir. Ayrıca Bakara süresi 2:233 ayetinde belirtilen iki
yıllık süt emzirme süresinde emzirilen süt kardeşlerle evlenme yasağı da hükme
bağlanmıştır. Bu ifade, Kur’an hükümleri gelmeden önceki uygulamaları
içermektedir. İslâm’ı bilmeden veya bu ayetteki yasak hükmü nazil
olmadan önce yapılan bu gayri meşru evliliklerden dolayı kişiye sorumluluk
yoktur.
24. Eyman (sözleşme) ile sahip olduklarınız1 hariç, kadınlardan
muhsenat olanlar2 (korunmuş hür kadınlar) da Allah’ın size
yazdığıdır (helal kıldığıdır). Bunun dışında zina yapmayan korunmuş hür
kadınları2 da mallarınızla almanız size helal kılındı. Onlardan faydalanmanıza
karşılık belirlenen ecirlerlerini (haklarını, mehirlerini) farz
kılındığı gibi kendilerine verin.3 Bu yükümlülükten sonra da karşılıklı
razı olduğunuz hususta (şartı değiştirmeniz durumunda) size bir cünah (sakınca,
günah) yoktur. Şüphesiz ki Allah Alim’dir, Hâkîm’dir (Her şeyi bilendir;
Hikmetle hüküm verendir).
1 Bu ifade ile ilgili ayrıntılı açıklama 4:3
ayetinde yer alır.
2 “الْمُحْصَنَات” (muhsenât) kelimesi, “korunak,” “sığınak”
anlamına gelen “حصن” (h-sad-n) kökünden türemiştir ve “korunmuş
hür kadınlar” veya “koruma altındaki hür kadınlar” anlamına gelir. Çünkü bu
kelime, kadınların aktif bir şekilde kendilerini korumasından ziyade kadınların
bir dış koruma (örneğin evlilik, aile veya sosyal düzen) altında olduğunu ifade
eder. Aynı kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 9 kez geçer: 4:24 (2 kez), 25 (4 kez);
5:5 (3 kez); 12:48; 21:80, 91; 24:4, 23, 33; 59:2, 14; 66:12.
3 Yüce Allah, nikahlanmak yani kendileriyle sözleşme
yapmak koşuluyla kadınlardan eş olarak yararlanılabileceğini belirtmektedir.
25. Sizden,
mümin olan muhsanâtla1
(korunmuş
hür kadınlarla) evlenmeye gücü ve varlığı olmayan kimse, o zaman eyman (sözleşme)
ile sahip olduğunuz2 mümin gençlerinizle3
nikahlansın. Ve Allah, imanınızı en iyi bilendir. Sizler, birbirinizdensiniz.
Sizden bazıları bazılarınızdandır. Artık zina yapmayan ve gizli dost edinmeyen (gayri
meşru ilişkilerde bulunmamaları) korunmuş hür kadınlar1 olmaları
şartıyla, onları ailelerinin izniyle nikahlayın ve onlara ecirlerini (haklarını,
mehirlerini) maruf ile (Kur’an emirlerine uygun olarak) verin. Eğer (evlenip)
korunmuş hür kadın1 olduktan sonra da bir fuhuş yaparlarsa, o
zaman onlara korunmuş hür kadınlara1 verilen azabın (cezanın)
yarısı (uygulanır)4. Bu, sizden sıkıntıya düşmekten korkanlar
içindir.
Ancak sabretmeniz ise
sizin için hayırlı olandır. Ve Allah Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları
Örten ve Bağışlayandır, Merhametlidir).
1 “الْمُحْصَنَات” (muhsenât) kelimesi, “korunak,” “sığınak” anlamına
gelen “حصن”
(h-sad-n) kökünden türemiştir ve “korunmuş hür kadınlar”
veya “koruma altındaki hür kadınlar” anlamına gelir. Çünkü bu kelime,
kadınların aktif bir şekilde kendilerini korumasından ziyade kadınların bir dış
koruma (örneğin evlilik, aile veya sosyal düzen) altında olduğunu ifade eder. Aynı
kökten türemiş kelimeler Kur’an’da 9 kez geçer: 4:24 (2 kez), 25 (4 kez); 5:5
(3 kez); 12:48; 21:80, 91; 24:4, 23, 33; 59:2, 14; 66:12.
2 Bu ifade ile ilgili ayrıntılı açıklama 4:3
ayetinde yer alır.
3 “feteyâtikum”
sözcüğü geçen ve “gençleriniz” anlamına gelmektedir. Ancak “feteyatikumul mu’minat”
ifadesi nedeniyle “mümin genç kızlarınızla” şeklinde anlam kazanmaktadır. Aynı
sözcük 24:33 ayetinde de geçmektedir. Bu ayette evlilik konusunda sosyal konumu tercih etmek yerine
imanlı kullarla (hizmetkarlarla) evliliğin tercih edilmesini emretmektedir.
26. Allah, size (hükümleri) açıklamak ve sizi, sizden
öncekilerin sünnetine (yasalarına) ulaştırmak ve tevbenizi kabul etmek
istiyor. Ve Allah Alim’dir, Hakîm’dir.
27. Allah da sizin tevbenizi kabul etmek istiyor.
Şehvetlerine uyan kimseler ise azim (büyük) bir sapkınlığa düşmenizi istiyor.
28. Allah, sizden (yükünüzü) hafifletmek istiyor. İnsan da
zayıf yaratılmıştır.
29. Ey
iman edenler! Birbirinizin mallarını batıl (geçersiz,
haksız) yollarla yemeyin! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret (alışveriş) yoluyla da olsa (batıl
yollarla yemeyin)! Nefislerinizi (birbirinizi) de katletmeyin. Allah, size karşı Rahim’dir (Merhametlidir).
30. Kim saldırganlık ve haksızlıkla bunu yaparsa,
o zaman onu ateşe yaslarız. İşte bu, Allah için kolay olandır.
31. Eğer size yasaklananların
büyüklerinden sakınırsanız, seyyielerinizi (kötülüklerinizi,
çirkin fiillerinizi) örteriz ve sizi kerim (onurlu, saygın) bir yere
yerleştiririz.
32. Allah’ın, bazınızı bazınıza faziletli (ayrıcalıklı, üstün özellikli) kıldığı şeyleri
de çok arzulamayın. Adamlara, kazandıklarından bir pay, kadınlara da
kazandıklarından bir pay vardır. Allah’ın fazlından (lütfundan,
cömertliğinden) isteyin. Şüphesiz ki
Allah, her şeyi bilendir.
33. Ebeveynin ve akrabalarının bıraktıklarına da
mevali (hak sahibi, mirasçılar)
tayin ettik. Eymanlarınızın düğümlediği (yaptığınız sözleşmeyle,
verdiğiniz yeminle hak sahibi olan) kimselere de paylarını verin.1
Şüphesiz ki Allah, her şeye tanık olandır.
1 Bu husus ile ilgili ayrıntılı açıklama bu
surenin 3’üncü ayetinde yer almaktadır.
34. Adamlar1, kadınlar üzerinde
kavvamdırlar2 ve mallarından infak
ettikleri
(karşılıksız yardım ettikleri, harcama
yaptıkları, destek oldukları)
için Allah, bazılarını bazılarından faziletli (ayrıcalıklı,
üstün özellikli, fazlalıklı) kılmıştır. Saliha kadınlar da itaat eden ve Allah’ın
gözetip korumasına karşılık gaybı (ailenin mahremini, sırlarını) koruyup
gözeten kadınlardır. Nüşuzundan (ayrılmasından) korktuğunuz3
kadınlara gelince; onlara vaaz edin (öğüt verin, uyarıda bulunun) ve onları
yataklarında bırakın (onlarla yatmayın, onlarla cinsi münasebette
bulunmayın) ve onları darp edin.4 Size itaat ederlerse, o
zaman onların aleyhine başka bir yol aramayın (onları aşağılamayın, suçlamayın). Şüphesiz ki Allah Aliy’dir,
Kebir’dir.
1 Rical sözcüğünün Türkçe karşılığı ‘adamlar’
demektir. Rical kelimesi çoğu zaman cinsiyet belirtmez.
Yani kadın da olabilir. Çünkü rical kelimesi “olgunlaşmış, yiğit adamlar”
anlamlarına gelmektedir
2 “Kavvam”
kelimesi; bir işi hakkıyla yapan, koruyup gözeten anlamlarına gelir.
Ayette
geçen “Kavvam” kelimesi, bu ayetten ayrı olarak Kur’an’da iki
yerde (4:135 ve 5:8) daha geçmektedir. Her iki ayette de “kavvam” kelimesi, çevirilerde
“adaleti ayakta tutan” anlamında kullanılmıştır. Ancak aynı çevirilerde bu
ayetteki (4:34) Bu nedenle “kavvam” kelimesine “hakim, yönetici” diye anlam
vermeleri düşündürücüdür. “Erkekler
kadınlar üzerinde kavvamdırlar” ifadesi ile, adamlara (olgun erkeklere), eşleri
üzerinde bir zorba veya istediğini yapabilen anlamı çıkarılamaz. Adama, eşinin
ve ailesinin gözeticisi olduğu yönündeki görev ve sorumlulukları hatırlatılmaktadır.
Aynı ayetin içinde bulunan “Allah, insanların bazılarını diğerlerinden daha
faziletli kılmıştır ve mallarından infak eder.” İfadesi ile de bu surenin 32’nci
ayetinde erkeğe mirastan neden fazla pay verilmiş olduğu açıklanmıştır. Bunlar,
kadınların aksine, erkeklerin evlenirken mehir vermeleri, ölen babadan
geriye kalan kardeşlerin ve ailenin geçimini sağlamakla
yükümlü olmasıdır.
Ancak
bu ayette adamların kavvam olabilmeleri hususu onların, kendi mallarından eşine
ve çocuklarına infakta bulunması, yani onların nafakasını (geçimini) sağlaması
şartına bağlanmıştır. Bu nedenle, ailesinin geçimini sağlamayan adamın kavvam
olduğu sonucu çıkarılamaz.
3 nüşûz
kelimesi “isyan etmesinden, ayrılmasından veya geçimsizlik çıkarmasından” gibi
anlamlara gelir. Ancak çevirilerde “sadakatsiz,
iffetsiz, şirretlik, itaatsizlik, başkaldırı” olarak yanlış çevriler
yapılmakta; fıkıhta da “kadının evlilik hukukuna riayet etmemesi, evlilik
birliğini sürdürmeyi engelleyecek düzeyde geçimsizlik sergilemesi” gibi
anlamlar verilmektedir. Halbuki burada verdikleri yanlış anlamı hem 4:128
ayetinde “koca” için kullanılmalıdırlar, hem de 58:11 ayetinde kullanılmalıdır.
4 Ayette geçen “Darebe” kelimesi çok
anlamlı bir kelime olup Kur’an’da bağlamına göre farklı anlamlara gelir.
Örneğin; “yeri darp ettiğinizde” (4:101) ifadesi ile “seyahate çıktığınızda” kastedilmekte.
(Benzer kullanımlar için bkz: 2:273; 3:156)
“Üzerlerine
alçaklık ve miskinlik darp edildi.” (2:61) ifadesi ile “damgalandılar”
kastedilmektedir.
“onu
(ölü ineği) darp edin.” (2:73) ifadesiyle “ona vurun, ona dokunun.” kastedilmektedir.
(Benzer kullanımlar için bkz: 7:160; 8:12; 26:63; 37:93)
Ayrıca:
dövmek (8:50; 47:27), anlatmak (43;57), örnek vermek (13:17; 14:24, 45; 16:75,
76; 16:112; 18:32, 45; 43:58), vaz geçmek (43:5), gençlerin kulaklarını kapamak,
tıkamak (18:11), örtmek (24:31), duvar vurmak (örmek) (57:13) ve yolculuğa
çıkmak (20:77; 4:94) anlamlarında kullanılmıştır.
Lügatte
ise “Darebe” kelimesi; vurmak, para basmak, (akrep) sokması, (kalp)
çarpması, (denizin) dalgalanması, hareket etmek, yolculuğa çıkmak, (rızık talep
etmek için) çıkmak, hızlı hızlı yürümek, (bir görev) üstlenmek, yerine
getirmek, (bir şeyden) elini çekmek, vazgeçmek, (birini yaptığı bir şeyden)
engellemek, nikahlamak, bir şeyi bir şeye karıştırmak, misal göstermek,
açıklamak, yüz çevirmek, engel olmak” anlamlarına gelir. (İbn Manzur, Lisânu’l-Arab,
1/543-549)
Bu
nedenle buradaki darb fiilinin de “dayak atmak veya dövmek” anlamında
kullanılmadığı “kısa süreli ayrılmak” anlamında olduğu kanaatine de varılmaktadır.
Nitekim 65:1 ayetinde “Açıkça
fahşa (çirkin bir iş, büyük günah) yapmadıkça onları evlerinden
çıkarmayın; onlar da çıkmasınlar. Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın
sınırlarını aşarsa, kesinlikle kendisine haksızlık etmiş olur.” zina
durumunda dahi kocanın karısını dövebileceğinden söz edilmiyor ve o zaman boşadığı
kadından evi terk etmesinin istenebileceği belirtiliyor.
Bunun
böyle olduğu, Nebimiz Muhammed’in uygulamalarından da çıkarılabilir. Çünkü
Nebimizin de hanımları ile uzun bir huzursuzluk yaşamış, evi terk etmiş ve 28
gün onlardan ayrı kaldığı rivayet
edilmektedir. Bu olayların yaşanmasında hanımları hatalı olmasına rağmen Nebi
onları dövmemiş, bunun yerine kendisi evi terk etmeyi tercih etmiş ve
eşlerinden ayrı kalma yolunu seçmiş.
Ayrıca
hatırlayın! Bu sure kadın haklarını savunuyor ve kadına olan yaygın zulme karşı
koyuyor. Dolayısıyla bu surenin ayetlerinin herhangi bir yorumu kadınların
lehine olmalıdır.
35. Eğer aralarındaki uzak ayrılıktan endişe
ederseniz, o zaman erkeğin ve kadının ailelerinden âdil birer hakem gönderin. Eğer
uzlaşmak isterlerse, Allah, onların aralarını bulur. Şüphesiz ki Allah, Alim’dir,
Habir’dir (Her şeyi bilendir; her
şeyden haberdar olandır).
36. Ve Allah’a kulluk edin ve hiçbir şeyi O’na
ortak koşmayın. Ebeveyne de
ihsanda bulunun (güzel
bir şekilde karşılıkta bulunun)! Akrabaya da yetimlere de miskinlere de yakın komşuya da uzak
komşuya da yanınızdaki arkadaşınıza da yolda kalmış kimselere de eyman (sözleşme) ile hak sahibi olduğunuz kimselere
de (iyilikte bulunun). Şüphesiz ki Allah, kibirlenip
böbürlenenleri2 sevmez.
37. Onlar, cimrilik ederler, başkalarına da
cimriliği emrederler. Allah’ın kendilerine verdiği fazlı (lütfu, cömertliği) de gizlerler. Kafirler (hakkın üstünü örtenler) için de alçaltıcı bir azap
hazırladık.
38. Bunlar
(müşrikler), Allah ile ve ahir (son,
ahiret) gün ile iman etmezler (inanıp güvenmezler) ve gösteriş için mallarını
insanlara infak
ederler
(yardım
ederler, harcarlar). Ve şeytan (aldatan, saptıran) kimin arkadaşı ise, o
zaman ne kötü bir arkadaştır.
39. Allah ve ahiret günü
ile iman etselerdi ve Allah’ın kendilerine verdiği rızıktan infak etselerdi ne
olurdu? Ve Allah onları bilendir.
40. Şüphesiz ki Allah,
zerre kadar haksızlık etmez. Eğer bir iyilik olursa, (Allah)
onu kat kat yapar; katından da âzîm (muazzam) bir ecir (karşılık) verir.
41. O halde tüm ümmetlerden bir şahit (resul) getirdiğimizde, ve seni bunlara (kendi
halkına) şahit olarak getirdiğimizde (halleri) nasıl olacak?
42. Küfreden kimseler ve elçiye isyan edenler, mümkün
olsa o gün yerle bir olmayı arzularlar. Allah’tan da hiçbir hadis (söz, haber) gizleyemezler.
43. Ey iman edenler! Bilinciniz
bulanık1 iken, ne söylediğinizi bilinceye kadar salata (Allah’a yönelme duasına) yaklaşmayın! Cenabetli2 iken de yıkanıncaya
kadar (salata yaklaşmayın). Eğer
hastaysanız ya da seferdeyseniz veya sizden biriniz tuvaletten gelmişse ya da
kadınlara (cinsel olarak) dokunmuşsanız fakat su bulamamışsanız, o zaman tayyib (temiz,
sağlıklı) bir toprağa teyemmüm edin (yönelin) ve onunla (toprakla)
yüzünüzü ve ellerinizi mesh edin (silin).3 Şüphesiz
ki Allah Afuv’dur, Gafur’dur (Affedendir; Günahları örten ve bağışlayandır).
1 “سكر” (sekr) ifadesi de “sarhoş olmak, bilinci bulanık olmak,
şuur bulanıklığı, kendinde olmamak” gibi anlamlara gelir. Bunun İbranice
karşılığı da “שְׁכָּ֑ר” (şekâr) ifadesidir. Bu ifade Kur’an’da 6
kez geçer: 4:43; 15:72; 16:67; 22:2 (2 kez); 50:19.
2 Sözlükte “uzaklaşmak”
manasına gelen “cenabet” kelimesi, fıkıh terimi olarak cinsî
münasebette bulunan veya başka sebeplerle cinsî zevk duyarak menisi akan
kimsenin durumunu ifade eder.
3
5:5 ve 6’ncı ayetlerde da tüm vücudun yıkanması (gusül, temizlenme,
arınma) ve salat için yıkanmanın (temizlenme, arınma) nasıl yapılacağı
anlatılmaktadır. Bu ayette ise, teyemmümün nasıl yapılacağı anlatılmaktadır.
Kur'an'da yer alan “fakat
su bulamamışsanız, o zaman tayyib (temiz, sağlıklı) bir toprağa teyemmüm
edin (yönelin) ve onunla (toprakla) yüzünüzü ve ellerinizi mesh
edin (silin)” şeklindeki ifade ile de su ile temizlenme (yıkanma, arınma) imkanı yoksa
toprağa yönelerek onunla temizlenmeyi (arınmayı) ifade etmektedir.
44. Kitap’tan kendilerine bir pay verilen kimseleri
görmedin mi? Sapkınlığı satın alıyorlar, sizin de yoldan sapmanızı istiyorlar.
45. Allah da
düşmanlarınızı daha iyi bilendir. Veli (dost,
rehber, koruyup gözeten) olarak da Allah yeter, yardımcı olarak da Allah
yeter.
46. Yahudi olanlardan bazıları kelimeleri yerlerinden
tahrif ediyorlar1
ve dillerini
eğip bükerek ve dine salldırarak “İşittik ve isyan ettik! Dinle, dinlemez olasıca!
Ve Râinâ!2
(bize
çobanlık et!)” derler. Eğer onlar, “İşittik ve itaat ettik! Dinle! ve Unzurna!
(bize bak)” deselerdi elbette ki onlar için hayırlı ve daha doğru
olurdu. Fakat Allah, küfürleri (hakkı örtmeleri) nedeniyle onları
lanetlemiştir. Bundan dolayı çok azı hariç iman etmezler.
1 Tahrif; gerçeğe
aykırı anlam vermek, farklı yorumlara yönelmek demektir. Kelimeleri tahrif
etmek; bir çıkar için Allah’ın murâd etmediği bir şekilde kelimelere anlam
vermek ve tefsir ederek yapılır. Tahrifat ise; yanlış tercüme ederek,
tefsirlerde yanlış yorumlayarak, doğruları
söylemeyerek veya sözleri duyumlarla
(rivayetlerle) çarpıtarak yapılmaktadır.
Kimi
gelenekçi Müslimler de benzer tahrifatta bulunmaktadırlar. Örneğin 33:40 ayetinde “Muhammed… Allah’ın Resulüdür ve
nebilerin hatemidir (mührüdür, sonuncusudur).” anlamına gelen “muhammedun…
resulallah ve hatemen nebiyyin” ifadesini dini söylemlerinde “muhammed, hatemel
enbiya-i velmurselin” “Muhammed… nebilerin ve resullerin hatemidir
(mührüdür, sonuncusudur).” şeklinde söylerler.
2’Bizi güt, bize çobanlık et!’ demeyin!” olarak çevirdiğimiz “Raina”
söylemi, insanların kendilerini güdülecek davar gibi görmemeleri ve “bizi gör,
gözet” şeklinde insanlık erdemlerine yakışan bir hitap istemeleri anlamında
yorumlanmalıdır. Ancak kimi Müslimler, ayete aykırı olarak halka, raiyye
(çoğulu reaya) derler.
47. Ey kendilerine kitap
verilenler! Bazı yüzleri silerek arkalarına çevirmeden ya da onları cumartesi
ashabı (halkı, yoldaşları) gibi
lanetlemeden önce, yanınızdakini tasdik edici (doğrulayıcı)
olarak indirdiğimiz şey ile iman edin! Allah’ın emri de yerine getirilir!
İsrailoğulları, cumartesi günleri hiçbir işle
ilgilenmeyip sadece ibadetle emrolunmuşlardı. Bölgedeki balıklar cumartesi günü
(Allah’ın imtihanı olarak) açıktan açığa sürüler halinde kıyıya geliyorlardı.
İsrailoğulları balıkların kıyıya akın akın gelmelerine imrenerek hırslarına
mağlup olmuşlar, bu yasağı dinlemeyip cumartesi günlerinde de avlanmaya devam
etmişlerdi. Böylece ilahi bir emre itibar etmeyip onu çiğnemişler, Cumartesi
Yasağını ihlal etmişlerdi. Benzer mesajlar: 2:65, 154; 7:163; 16:124.
48. Şüphesiz ki Allah, kendisine ortak
koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındakileri (diğer
günahları) de istediği kişi için bağışlar. Ve kim Allah’a ortak koşarsa, âzîm
(büyük) bir ism (Allah’ın yasakladığı her türlü söz, fiil ve kötü
düşünce) ile iftira etmiştir.
49. Şu nefislerini (kendilerinden
olanları) temize çıkaranları görmedin mi? Hayır! Allah, istediğini temize
çıkarır! Ve onlara bir kıl kadar haksızlık etmez!
50. Bak, nasıl da Allah’a
iftira ediyorlar! Apaçık bir ism (Allah’ın yasakladığı
bir fiil) olarak bu yeter!
Her
iftira, büyük suçtur. Ancak en büyük iftira, Yüce Allah’a yapılandır. Günümüzde de cemaatler, tarikatlar, çeşitli dini ekoller
ile dini siyasete, ticarete ve itibara alet edenler; dini bir geçim kaynağına
dönüştürenler, uydurdukları yalanları Allah’a nispet etmeye çalışmaktadır.
51. Kitap’tan
kendilerine bir pay verilenleri görmedin mi? Cipt (put,
büyü, hurafeler) ve tağut (azgın, zorba) ile iman ediyorlar. Küfreden kimseler için de “Bunlar, müminlerden
daha doğru yoldadırlar.” Diyorlar.
52. İşte onlar, Allah’ın lanetlediği kimselerdir.
Ve Allah kime lanet ederse artık ona bir yardımcı bulamazsın!
53. Yoksa onların mülkten (egemenlikten) bir payı mı varmış? Eğer öyle
olsaydı, insanlara çekirdeğin zerresini bile vermezlerdi (en küçük yardımı
bile etmezlerdi).
54. Yoksa Allah’ın fazlından
(lütfundan, cömertliğinden) insanlara
verdiği şeyleri mi haset ediyorlar? Oysa İbrahim ailesine de Kitabı ve hikmeti (yargıda bulunma yeteneği, bilgelik) vermiştik,
onlara da âzîm (değerli, büyük) bir mülk (güç, servet)
vermiştik.
55. Böylece onlardan bazıları onunla iman etti, bazıları
da ondan yüz çevirdi. Öylelerine de Cehennemin yakıcı ateşi yeter!
56. Şüphesiz ki ayetlerimiz
ile küfreden (gerçeği örten) kimseleri ateşe yaslarız. Derileri
yanıp dökülünce de azabı tatsınlar diye derilerini (tekrar) değiştireceğiz!1
Şüphesiz
ki Allah,
Aziz,
Hakîm olandır (Mutlak güç ve otorite sahibidir, Hikmetle hüküm verendir).
1 İnsan bedeninin en büyük organı deridir. İnsan derisi, üst deri,
alt deri ve deri altı dokusu olarak isimlendirilen üç ayrı tabakadan oluşur.
Yanıklar deriyi eritir ve bedende büyük acılara yol açar. Deri yanıkları, üç
ayrı düzeyde olur. Birinci aşamada yanık, ilk tabakanın yanmasıdır ve büyük acı
verir. İkinci aşamada yanık, ikinci tabakanın da yanmasıdır ve acı daha büyük
olarak devam eder. Son tabakaya değin ulaşan üçüncü aşama yanıkta ise
sinirlerin duyarlılığı artık yok olduğu için acı duygusu da yok olmuştur.
Ayette bildirildiği biçimde, deriler sürekli yenilenerek yanarsa, birinci ve
ikinci aşama yanıklar hiç sona ermez; acı büyük ve sürekli olur. Deribilimi, bu
bilgileri ancak yakın geçmişte edinebilmiştir.
57. İman edip salihât (doğru,
yapıcı, erdemli fiiller) işleyenleri de altlarından nehirler akan cennetlere
koyacağız. Orada ebedi kalacaklar. Onlar için orada mutahhar (tertemiz) eşler vardır. Ve onları serin bir gölgeye yerleştireceğiz.
58. Şüphesiz ki Allah, emanetleri ehline
vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi size
emreder. Şüphesiz ki Allah, onunla size ne güzel vaaz ediyor (öğüt veriyor, uyarıyor)! Şüphesiz ki Allah Semi’dir,
Basir’dir (İşitendir, Görendir).
59. Ey iman edenler! Allah’a
ve Resul’e ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin. Eğer bir şey hakkında
anlaşmazlığa düşerseniz ve Allah ve ahir (son, ahiret) gün ile
de iman ediyorsanız, o zaman onu Allah’a ve Resulüne götürün. Bu, hem hayırlı
hem de netice bakımından ahsen (daha iyi, daha güzel) olandır.
Bir konuyu Yüce Allah’a götürmek demek
onu Kur’an’a arz etmek demektir. Elçi’ye götürmek de aynı şeydir. Çünkü 4:105’te
Kur’an’ın Muhammed’e indiriliş amacı, Allah’ın kitabında kendisine gösterdiği
şekilde insanlar arasında hüküm vermesi olarak belirlenmiştir. Bu arada konu
Muhammed’in hakem tayin edilmesinden söz edilen 4:65 ayetiyle de
ilişkilendirilmelidir. Hem 4:65’te hem de bu ayette Muhammed’in hakemliğine
dikkat çekilmekte, 4:105’te ise bunun ne anlama geldiği açıklanmaktadır. 6:114’te
ise bütün bu bilgiler toparlanmakta ve asıl hakemin Yüce Allah olduğu, O’ndan
başka hakem aranmaması gerektiği ifade edilmektedir.
60. Sana indirilen (Kur’an) ile de senden önce indirilen (Tevrat
ve İncil) ile de iman ettiğini iddia edenleri görmedin mi? Tağutla (azgın,
zorba aracılığıyla) yargılanmak istiyorlar. Oysa onlara, onu küfretmeleri (örtmeleri)
emredilmişti. Şeytan ise onları büsbütün saptırmak istiyor.
61. Onlara “Allah’ın indirdiğine ve Resul’e
gelin.” denildiği zaman da münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını
görürsün.
62. Elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir
musibet gelince de sana gelerek ‘Sadece iyilik etmek ve uzlaştırmak istedik.’
diye nasıl da Allah ile (O’nun
adıyla) yemin ederler.
63. İşte onların kalplerinde olanı Allah bilir.
O halde onlara aldırma ve onlara vaaz et (öğüt ver, uyar)! Ve onların içlerine işleyecek etkili söz
söyle.
Bu
ayet, Kur’an’ı tebliğ etmenin ve tebliğde etkili konuşmanın gerekliliğini
ortaya koymaktadır.
64. Her resulü, Allah’ın izniyle kendisine itaat
edilmesi dışında bir amaçla göndermedik. Eğer onlar nefislerine (kendilerinden olanlara) zulmettiklerinde
sana gelselerdi, resul de onlar için istiğfar etseydi; elbette ki Allah’ı Tevvâber-Rahîm
(İstiğfar eden kuluna tekrar yönelen, Merhametli) bulurlardı.1
1 Tevrat’ta
da benzer şekilde günahkarların elçiye gelmeleri, elçinin de onların suçları
için bağışlanma dilemesi emredilmektedir: “… Böylece
Harun, İsrailoğullarının takdis ettikleri bütün armağanların (hediye ve kurbanların) içerdiği suçları
için istiğfar etsin.” (Levililer, 28:38)
65. Hayır! Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan
anlaşmazlıklarda seni hakem kılmadıkça ve senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir
burukluk duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş (inanmış, güvenmiş) olmazlar!
66. Ve eğer Biz, onlara nefislerini (aralarındaki münafıkları) katletmeleri veya
yurtlarından çıkarmalarını yazsaydık (farz kılsaydık), içlerinden çok
azı hariç, bunu yapmazlardı. Kendilerine
vaaz edileni (verilen öğüdü, yapılan uyarıyı) yapsalardı elbette ki kendileri
için hayırlı olurdu ve (imanları) daha sağlam olurdu.
67. Ve işte o zaman onlara katımızdan âzîm (muazzam) bir ecir (karşılık) verirdik,
68. Ve onları sırat-ı müstakime (dosdoğru olan yola) erdirirdik.
69. Ve kim Allah’a ve Resul’e
itaat ederse; işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği nebiler ve sıddıklar
(doğruyu tasdik edenler) ve şahitler (tanıklar) ve salihlerle (dürüst ve erdemlilerle) beraberdir.
Ve onlar, ne hasen (iyi, güzel, erdemli) arkadaşlardır!1
Bu ayet, Fâtiha Suresinin 7’nci
ayetindeki “nimet verilenler” mesajının açılımıdır.
70. Bu, Allah’tan bir fazldır (nimettir, lütuftur ve rahmettir). Her şeyi bilen olarak da Allah yeter.
71. Ey iman edenler! Önleminizi alın ve böyle harekete
geçin (sefere çıkın)! Ya bölük
bölük ya da topluca harekete geçin (sefere çıkın)!
72. Şüphesiz ki içinizden (bu konuda) ağır davrananlar vardır. Eğer size
bir musibet isabet ederse, muhakkak “Allah bana nimet verdi de onlarla birlikte
(orada) hazır bulunmadım!” der.
Aslında kardeşlerini yalnız bıraktıkları ve muhtemelen bu
davranışları yüzünden Müslimlerin başına sıkıntı geldiği için üzülecekleri
yerde sevinen bu tipler, gerçek anlamda kalplerine iman yerleşmemiş kişiler
olmalıdır. Zira bu gibiler hakkında 3:154, 156 ve 168’de geniş sayılabilecek
bilgiler verilmekte ve Uhud’da savaşa katılmadıkları, katılanları da kınadıkları
ve “savaşa katılmasalardı öldürülmezlerdi” şeklinde sözler
söyledikleri ifade edilmektedir.
73. Ve eğer size Allah’tan bir fazl (lütuf, cömertlik) erişirse, o zaman sanki
sizinle kendisi arasında bir yakınlık yokmuş gibi “Keşke ben de onlarla
birlikte olsaydım da âzîm (değerli) bir başarı elde etseydim!” der.
74. O halde dünya hayatına karşılık Ahireti satın
alanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır ve katledilirse ya
da galip gelirse, o zaman yakında ona âzîm (muazzam) bir ecir (karşılık) vereceğiz.
75. Size ne oluyor da Allah yolunda ve “Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden
çıkar ve bize tarafından bir veli (dost, rehber, koruyup gözeten) ver! Katından
da bize bir yardımcı ver!” diyen mustazaf (ezilmiş,
baskı altında olan) adamlar, kadınlar ve çocuklar için
savaşmıyorsunuz?1
1 Bu ayet, Müslimlerin sadece kendi
dindaşlarına değil, zulüm gören herkese yardım etmeleri gerektiği hükmünü
içermektedir. Allah yolunda, O’nun davası için zalimlerle mücadele edilmesini
de dahası zayıf düşürülmüş insanlar için de savaşılmasını hükme bağlamıştır.
76. İman
eden kimseler Allah yolunda savaşırlar. Küfreden kimseler de tağut (azgın, zorba) yolunda savaşırlar. O halde
şeytanın (aldatanın, saptıranın) evliyası (yoldaşı, gözeticisi,
kılavuzu) ile savaşın! Şeytanın hilesi zayıftır.
77. “Ellerinizi çekin (kimseye dokunmayın) ve salatı (Allah’a
yönelme duasını, elçiye ve müminlere yardımı, onlara destek olmayı) doğru ve istikrarlı yapın, zekâtı da verin.” denilen
kimseleri görmedin mi? Onlara savaş yazıldığı (emredildiği) zaman, içlerinden bir grup,
Allah’ın haşyeti (Allah’a duyulan bilinçli bir derin saygı ve korku) gibi,
hatta daha şiddetli bir haşyet ile insanlara haşyet duymaya başladılar ve dediler
ki: “Rabbimiz, niçin bize savaş yazdın! Keşke yakın bir süreye kadar bize
savaşı erteleseydin!” De ki: “Dünya metaı (dünyada faydalanılan şeyler)
azdır, muttakiler (Allah'a karşı gelmekten sakınanlar) için ise ahiret
daha hayırlıdır. Onlara bir kıl kadar da haksızlık edilmez.
78. Nerede olursanız olun, sağlam ve yüksek
yapılarda da olsanız ölüm sizi bulacak! Eğer onlara bir hasene (iyi, güzel şey) isabet ederse, o zaman “Bu, Allah’tandır.” derler. Eğer onlara
bir seyyie (kötülük, sıkıntı, zarar) isabet ederse, o zaman da “Bu, sendendir!”
derler. De ki: “Her şey Allah’tandır.” O halde bu topluluğa ne oluyor da söylenen
bir hadisi (sözü) anlamaya çalışmıyorlar!
Kötü şeyler kendi
eylemlerimizin sonuçlarıdır (42:30, 64:11), bununla birlikte her şeyi yapan Allah’tır (8:17).
Allah, ateşi bize hizmet etmesi için yarattı ancak parmağını ona sokmaya karar
verebilirsin. Böylece kendimize zarar veririz. Parmağını ateşe sokman durumunda
yanması Allah’ın yasasıdır.
79. Sana isabet eden her hasene (iyi, güzel şey) Allah’tandır. Sana isabet eden
her seyyie ise kendi nefsindendir. Seni
de insanlara resul olarak gönderdik. Şahit olarak da Allah yeter.
Muhammed’e herhangi bir nebilik kanıtı (mucize)
verilmedi. Ancak kendisi için “Şahit olarak Allah yeter” ifadesi kullanılmıştır
(29:51-52). Muhammed’in sayısal değeri 92’dir ve 92 + 79 = 171 = 19x9’dur
80. Kim elçiye itaat ederse, muhakkak ki Allah’a
itaat etmiş olur. Kim de dönerse, seni onlara muhafız (gözeten,
bekçi) göndermedik!
81. Ve “İtaat (ediyoruz)!” derler. Yanından çıktıklarında ise içlerinden
bir kısmı senin söylediklerinin tersini planlarlar. Allah da onların geceleyin
gizlice kurdukları planları yazmaktadır. O halde onlara aldırma ve Allah’a tevekkül
et (O’na güven, O’na dayan). Vekil (yönetici, güven kaynağı,
dayanak) olarak Allah yeter.
82. Hâlâ Kur’an’ı derinlemesine düşünmüyorlar mı?1 Eğer Allah’tan değil de başkasından olsaydı, onda birçok ihtilaf (çelişki)
bulurlardı.
Bu ayet, Kur’an’da çelişki olmadığının delilidir. Kur’an’da “nasih-mensuh”
olduğunu ileri sürerek bu ayeti inkâr etmektedirler. Bu nedenle 2:106’ncı ayetindeki
nesh konusu, 4:82, 22:51, 34:5, 38 ve 41:42’nci ayetler ışığında
değerlendirilmelidir.
Kur’an’ın birçok bilim ile ilgili verdiği bilgiler, asırlar
sonra o bilimler tarafından doğrulanmış veya daha iyi anlaşılmalarına neden
olmuştur.
Örneğin:
Allah bizi bir embriyodan yarattı (96:2), yer yumurta gibi yuvarlaktır (10:24;
39:5; 55:33; 79:30), tüm evren bir tek nokta halindeydi ve aniden patladı (21:30),
evrenimiz içindeki galaksilerle birlikte sürekli olarak genişlemekte (51:47),
yıldızlar ve gezegenler gazdan yaratıldılar (41:11), zaman görelidir (70:4; 22:47),
evren altı evrede yaratıldı ve dünya gezegeni üzerinde hayatı mümkün kılan
koşullar son dört evrede oluştu (50:38; 41:10), dünya bir yörüngede yüzmektedir
(27:88; 21:33), dünya atmosferi canlı hayatını koruyucu bir özelliğe sahiptir
(21:32), rüzgarlar aşılayıcıdır (15:22), canlı varlıkların yaratılışı bir
evrimsel sisteme göredir (15:28-29; 24:45; 32:7-9; 71:14-17), biyolojik hayatın
ilk mikro örnekleri balçığın esnek moleküler yapısının oluşturduğu katmanlar
arasında başladı (15:26), Biyolojik ömrümüz genlerimizde kaydedilmiştir (35:11),
atomlar daha küçük parçalardan oluşurlar (10:61), fotosentez, daha sonra
diriltilebilecek özellikte olan kimyasal yolla depolanmış bir enerjidir (36:77-81),
demir elementinin atom numarası, atom ağırlığı ve tüm izotoplarının nötron
sayıları bildirilir (57:25), toprağı oluşturan elementlerin atomları maksimum
yedi enerji yörüngesine sahiptir (65:12), su ve hurma (oksitoksin) doğum
sancılarını hafifletir (19:24-25), meyveler dişi ve erkektir (13:3), arı balını
birden çok karınlarda üretir (16:69), at, katır ve eşek gibi bineklere ek
olarak bilmediğimiz binekler veya taşıt araçları yaratılır (16:8), tüm
dünyadaki yıllık yağmur miktarı değişmez (43:11; 15:21), bu dünyanın ötesinde
hayat vardır (42:29), ay toprağı yarılacaktır (54:1-2).
Kur’an, mucizeler yoluyla bilim adamlarına ufuk açar. Örneğin,
madde ışık hızında nakledilebilir (27:38-40), koku uzaklara yayımlanabilir (12:94),
hayvanlarla iletişim kurulabilir (27:16-17), belli koşullarda uyumak
metabolizmayı yavaşlatabilir ve ömrü uzatabilir (18:25), körler görme
duyularına kavuşabilir, ölüler diriltilebilir (3:49).
83. Ne zaman onlara güvenlik ya da korkuyla
ilgili bir emir (haber) ulaşsa, hemen
onu yayarlar. Oysa onu Resul’e veya aralarındaki emir sahiplerine (ulu’l-emre,
yetkililere) iletmiş olsalardı, içlerinden, onu anlamaya ehil olanlar onu
kesinlikle bilirlerdi. Eğer Allah’ın üzerinizdeki fazlı (lütfu, cömertliği) ve rahmeti olmasaydı, pek azınız hariç şeytana uymuş olurdunuz!
84. O halde Allah yolunda savaş! Kendinden
başkasına kefil değilsin! Müminleri de teşvik et. Umulur ki Allah da küfreden kimselerin
verdiği sıkıntıyı böylece önler. Allah’ın verdiği sıkıntı ise daha şiddetlidir!
Cezalandırması da daha çetindir!
85. Kim bir haseneye (iyi, güzel, doğru bir işe) şefaat (aracılık)
ederse, onun o işten bir payı vardır. Kim de bir seyyieye
(kötülük, sıkıntı, zarar) şefaat
(aracılık) ederse, onun da ondan bir payı vardır. Allah da
Mukit’tir (her şeyi gözetip karşılığını verendir).
86. Ve güzel bir selâm ile selamlanırsanız, siz
de ondan daha güzeliyle selâm verin veya onu (aynısıyla) iade edin! Şüphesiz ki Allah her şeyi hesaplayandır.
Selam vermenin de almanın da dinî bir gereklilik olduğu ve ne
kadar önemli olduğu bu ayette dile getirilmektedir. İnsanlara selam verilmesi
gerektiği, 4:94, 25:63 ve 28:55’te de bildirilmiştir.
Ayrıca selam, barış anlamına da geldiği için bu ayet “Size barış
teklif edildiğinde, siz de ondan daha güzeli ile karşılık verin” şeklinde bir
mesaj da içermektedir.
87. Allah, O’ndan başka ilah (Yüce olan) yoktur. Onda kuşku bulunmayan Kıyamet
Gününde sizi bir araya toplayacaktır. Allah’tan daha doğru hadis eden (söz/haber söyleyen) kim vardır?
88. O halde size ne oluyor da yaptıkları
işlerden dolayı Allah’ın baş aşağı ettiği münafıklar hakkında iki gruba
ayrıldınız? Allah’ın saptırdığına mı hidayet (kılavuzluk) etmek istiyorsunuz? Allah’ın saptırdığı kimseler
için artık bir (çıkar) yol bulamazsın!
Bu ayeti anlayabilmek için Medine’ye hicret etmeyen Müslimlerin neden
münafık olarak ilân edildikleri iyice anlaşılmalıdır. Aksi takdirde hem bu
pasaj ve hem de Kur’an’daki benzer pasajlar iyi anlaşılamaz. Nebimiz Muhammed,
Medine’ye hicret ettikten sonra, orada müminler için güvenli bir ortam meydana
getirildiğinde, herhangi bir beldede ezilen ve İslâmî emirleri tam anlamıyla
yerine getiremeyen tüm Müslimlerin Medine’ye, yani İslâm Yurduna hicret
etmeleri konusunda genel bir çağrı yapıldı. Bunun sonucunda hicret etme
imkânına sahip olan, fakat yurtlarını, akrabalarını çıkarlarını İslâm’dan çok
sevdikleri için hicret etmeyenler münafık olarak ilân edildiler. Sadece
gerçekten hicret etmeye güç yetiremeyen ve bu konuda sıkı tedbirlerle
engellenen kimseler bu surenin 97’nci ayetinde mustazaf olarak tanımlandı.
89. Kendileri küfre saptıkları gibi sizin de küfre
sapmanızı arzularlar, ki böylece onlarla eşit olasınız. O halde (onlar
da) Allah yolunda hicret edinceye kadar sakın onlardan evliya (dostlar,
rehberler, koruyup gözetenler) edinmeyin. Eğer (sözlerinden) dönerlerse
onları yakalayın ve bulduğunuz yerde katledin ve onlardan veli (dost,
rehber, koruyup gözeten) ve yardımcı edinmeyin.
Müslimlere karşı kâfirlerle iş birliği
yapan münafıklara karşı dikkatli olunması tavsiye ediliyor. Savaş ile ilgili temel kurallar 60:8-9’da
belirtilmiştir.
90. Ancak sizinle antlaşma yapmış olan bir topluluğa
sığınanlar hariç! Sizinle savaşmaktan yürekleri sıkılarak size gelenler ya da
kendi toplumlarıyla savaşanlar da. Eğer Allah isteseydi, onları da size
musallat eder ve böylece sizinle savaşırlardı. O halde sizden uzak durur ve size
selamet (esenlik, barış, huzur)
dilerlerse, o zaman Allah size, onların aleyhine bir yol vermemiştir.
91. Sizden ve kendi insanlarından emin olmak
isteyen başkalarını da bulacaksınız. (Bunlar) ne zaman fitneye (sınava, karışıklığa) çekilseler
ona baş aşağı dalarlar. Eğer sizden uzak durmazlarsa ve size selamet (esenlik,
barış, huzur) dilemezlerse ve ellerini (sizden) çekmezlerse, o zaman onları
yakalayın ve bulduğunuz yerde onları katledin! İşte öylelerine karşı size
apaçık sultan (güçlü bir delil, yetki) verdik.
92. Bir mümin, bir
mümini katletmez; ancak yanlışlıkla! Kim de bir mümini yanlışlıkla
öldürdü; o zaman Müslim (Teslim Olan) bir rakabeyi azat
etmeli1 ve ailesine diyet (bedel) verecek.
Ancak (ölenin varisleri) tasaddukta bulunursa (katili
bağışlarlarsa) o zaman başka… Eğer (Öldürülen)
mümin, düşmanınız olan bir topluluktansa, o
zaman mümin bir rakabeyi azat
edecek. Eğer sizinle antlaşmalı bir topluluğa mensupsa, o zaman ailesine bir diyet
verecek ve Müslim bir rakabeyi
azat edecek. Bunları bulamayan (durumu
olmayan) kimse, tevbesinin Allah tarafından kabul edilmesi için aralıksız
iki ay savm edecek (oruç tutacak). Ve Allah, Alim’dir,
Hâkîm’dir (Her şeyi bilendir; Hikmetle hüküm verendir).
2 Rakabe: Boyunduruk altında olan, esir, tutsak, borç nedeniyle
başkalarına hizmetkarlık yapmak zorunda bırakılan anlamlarına gelmektedir
ve 2:177, 4:92, 5:89, 9:60, 58:3 ile 90:13 ayetlerinde geçmektedir.
Rakabeyi
özgürlüğüne kavuşturmak, boynuna geçirilmiş sosyal, siyasal, kültürel ve
ekonomik sömürü zincirlerinin kulu (hizmetkarı) olanları gözetip onları
kurtarmaktır ve bir tek Allah’a kulluk etmelerini sağlamaktır. Bu ayetlerden de
anlaşılıyor ki; kulları (borç nedeniyle başkalarına hizmetkarlık yapmak zorunda
bırakılanları, köleleri) özgürlüğüne kavuşturmak Allah’ın teşvik ettiği bir
husustur.
93. Kim de, bir mümini kasten katlederse, o
zaman onun cezası (karşılığı) içinde
ebedî kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiştir (öfkelenmiştir) ve
onu lanetlemiştir ve onun için âzîm (korkunç) bir azap hazırlamıştır.
Kasten
bir mümini öldürmenin dünyadaki karşılığının duruma göre ya kısas ya da diyet
olduğu 2:178’de dile getirilmektedir.
94. Ey iman edenler! Allah yolunda darp ettiğiniz1 zaman (savaşa veya yolculuğa
çıktığınız zaman) iyice araştırın ve öğrenin. Ve size selam verene (barış
teklif edene), dünya hayatının geçici menfaatini gözeterek “Sen mümin
değilsin!” demeyin.2 Çünkü Allah’ın yanında bol bol ganimetler
vardır. Siz de daha önce böyleydiniz, Allah da size lütufta bulundu. Şüphesiz
ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
1“Darebe” ve darp etmek ile ilgili açıklama 4:34
ayetinde yer alır.
2 Bu
ayet, Allah yolunda yapılan seyahat veya savaş yolculuklarında karşılaşılan ve
selam veren insanların yüzüne düşman veya kafir denilmemesi gerektiğini hükme
bağlamaktadır.
95. Sıkıntıda olanlar dışında yerlerinde
oturanlarla mallarıyla ve kendi canlarıyla Allah yolunda cihad1 edenler (mücadele eden, gayret gösterenler) eşit olmaz. Allah,
mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan
faziletli (ayrıcalıklı, üstün özellikli) kıldı ve Allah, hepsine hüsna (daha
güzel, daha iyi) olanı vadetti. Ve Allah, mücahitleri oturanlardan azim (yüce)
bir ecir (karşılık) ile faziletli kıldı.
1 “Cihad” sözcüğü Arapça’da bir amaca ulaşmak için kişinin elinden
gelen çabayı sarfetmesi anlamına gelir. Ancak çoğu Kur’an çevirilerinde buna
genellikle savaşmak anlamı verilmektedir. “Cihad edenler” ifadesini de sürekli “Savaşanlar”
biçiminde çevirmektedirler. Oysa “Cehd” kökünden gelen sözcükler, akılcı ve
düşünsel çabalar anlamına gelir. Savaş ise “Kital” kökünden gelen sözcüklerle
Kur’an’da bildirilmiştir.
96. Kendi katından da mağfiret ve rahmet vardır.
Ve Allah, Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları örten ve bağışlayandır, Merhametlidir).
97. Şüphesiz ki melekler kendi nefislerine (kendilerine, kendilerinden olanlara) zulmeden
kimseleri vefat ettirdiklerinde onlara “Neredeydiniz?” dediler. Dediler ki: “Bizler,
arḍda (yaşadığımız yerde) mustazaflar (ezilmiş,
baskı altında olanlar) idik.” (Melekler) dediler ki: “Allah’ın arḍı (yeryüzü) geniş değil miydi? O zaman hicret
etseydiniz ya!” Onların barınağı cehennemdir. Ne kötü bir varış yeridir.1
1 Zulüm
diyarında kalmayı tercih eden ve direnmeyerek kendi nefislerine zulmü reva
gören bu kişilerin, yaşadıkları yerde baskı altında, çaresiz, itilip kakılan,
aciz bir halde bulunduklarını söyleyecekleri veya söyledikleri ifade
edilmektedir. İlk etapta makul gibi görülen bu cevabın, aslında geçerli olmadığı
bir sonraki ayette açıkça dile getirilmektedir.
98. Çaresiz kalan ve (hicret için) yol bulamayan adamlardan, kadınlardan
ve çocuklardan olan mustazaflar hariç.
99. Allah, işte onları belki
affeder! Ve Allah Afuv’dur, Gafur’dur (Günahları affedendir, Günahları
örten ve bağışlayandır).
100. Kime Allah yolunda
hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok yer ve bolluk bulur. Allah’a ve resulüne
hicret etmek niyetiyle evinden çıkan sonra da ölen kimsenin ecri (yaptıklarının karşılığı) Allah katındadır. Ve
Allah Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları Örten ve Bağışlayandır, Merhametlidir).
101. Yeryüzünü darp ettiğiniz1 (yeryüzünde savaşa çıktığınız)
zaman da küfreden kimselerin size kötülük etmelerinden korkarsanız, salatı (Allah’a yönelme duasını) kısaltmanızda2 bir cünah (engel,
sakınca) yoktur. Şüphesiz ki kâfirler, sizin apaçık
düşmanınızdır.3
102. Aralarında bulunduğunda, onları salatı (Allah’a yönelme duasını) kaldırdığın
zaman, onlardan bir grup silahlarını alıp (kuşanıp)
seninle beraber (salata) dursunlar. Secde ettiklerinde de diğerleri arkanızda
ayakta dursunlar. Bu kez de salat etmeyen diğer grup gelsin ve seninle birlikte
salat etsin! Önlemlerini de alsınlar ve silahlarını (yanlarına) alsınlar.
Küfreden kimseler, silahlarınızdan ve eşyalarınızdan gafil (habersiz)
olmanızı ve size aniden baskın yapmayı arzularlar! Eğer yağmurdan zarar görür
veya hastalanırsanız, silahlarınızı bırakmanızda size bir cünah (engel,
sakınca) yoktur. Önleminizi de alın! Şüphesiz ki Allah,
kâfirler için aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır.
Bu ayetin ana mesajı, Allah’a yönelme duasının
önemidir. Çünkü bu ayet, cephedeyken bile salatın (yönelme
dualarının) terk edilemeyeceğini, tek secdeli ve tek rekatlı olsa bile salatın mutlaka
yapılması gerektiğini göstermektedir. Bu ve önceki ayette, sefer ve savaş
ortamında salatın nasıl yapılacağı detaylı bir şekilde ele alınmaktadır.
103. Ve
eğer salatı tamamlarsanız o zaman ayakta da otururken de yanınız üzere iken de Allah’ı
zikredin (hatırda tutun, anın). Eğer güvene kavuşursanız, o zaman da salatı
doğru ve istikrarlı yapın. Kuşkusuz ki salat, vakitleri belirlenmiş olarak
müminlere yazıldı (farz kılındı).
Günün çoğunda zihninizi kim veya ne meşgul ediyorsa
sizin ilahınız (sizin için Yüce olan) odur. Yüce Allah’ın krallığına ait olmak
ve O’nun lütuf ve korumasından yararlanmak için Kur’an bizi şuna teşvik eder: “Yüce
Allah’ı “her zaman” hatırlayın” (2:152, 200, 3:191, 33:41-42).
104. Ve o (düşman) topluluğu takip etmekte gevşeklik göstermeyin! Eğer
siz acı çekiyorsanız, o zaman onlar da sizin çektiğiniz gibi acı çekmektedirler.
Ve (üstelik) siz, onların ummadıklarını Allah’tan umarsınız. Ve Allah Alim’dir, Hâkîm’dir (Her şeyi bilen; Hikmetle
hüküm verendir).
105. Şüphesiz ki sana Kitabı (Kur’an’ı) bir hak (amaç) ile indirdik
ki Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin. Hainlerin de
savunucusu olma!1
1 Bu ayetlerin çoğunun, Tume İbn Ubeyrık hakkında indirildiği
konusunda görüşler vardır. Rivayetlere göre Tume bir zırh çalmış. Zırh
kendisinden istenince de bu hırsızlığı Yahudilerden birinin üzerine atıyor.
Onunla o Yahudi’nin ailesi arasında davalaşma iyice kızışınca münafık Tume’nin aşireti
Muhammed’e gelerek, bu dava konusunda kendilerine yardım etmesini ve bu
hırsızlığı o Yahudi’nin yaptığına hükmetmesini istemişler. Muhammed de onların
sözüne güvenerek bunu yapmak üzere iken bu ayetin nazil olmuş.
Bu ayet 4:65, 6:114, 16:44 ve 64 ayetleriyle birlikte
okunmalıdır. Verilmek istenen mesaj açıktır; Elçi de diğer insanlar da hüküm
verirken Kur’an ile hüküm vermelidir. Çünkü vahyin indiriliş amacı, hayatın
Yüce Allah’ın gösterdiği şekilde yaşanmasıdır.
106. Ve Allah’a istiğfar et!1 Şüphesiz ki Allah Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları Örten ve Bağışlayandır,
Merhametlidir).
1 Muhammed’in de bir beşer olması itibariyle hata işleyebileceği,
bu yüzden de bağışlanma dileğinde bulunması gerektiğiyle ilgili olan bu mesaj, 9:43,
33:37, 47:19, 48:2, 66:1, 80:1-10 ve 110:3 ayetleriyle birlikte okunmalıdır.
107. Kendi nefislerine (kendilerinden olanlara) ihanet edenler için
de mücadele etme! Şüphesiz ki Allah, hainleri ve âsiymleri (Allah’ın
yasakladığı her türlü söz, fiil ve kötü düşünceye sahip olanları) sevmez.
108. İnsanlardan gizliyorlar1 ancak Allah’tan gizleyemezler. O, geceleyin, razı olmadığı sözü
(planı) kurarlarken de
onlarla beraberdir! Ve Allah, yapmakta olduklarınızı kuşatmıştır (her şey kontrolü
altındadır).
109. İşte sizler, dünya hayatında onlar için
mücadele ettiniz. Peki kıyamet günü kim onlar için Allah’a karşı mücadele
edecek? Ya da kim onlara vekil (güven kaynağı, koruyucu, dayanak) olacak?
110. Kim bir kötülük işler veya nefsine (içlerinden birine) haksızlık ederse, sonra da
Allah’a istiğfar ederse; Allah’ı Gafur, Rahim (Günahları Örten ve
Bağışlayan, Merhametli) bulur.
111. Kim de bir ism (Allah’ın yasakladığı, her türlü söz, fiil ve
kötü düşünce) elde ederse, o zaman onu ancak kendi aleyhine elde etmiş olur. Allah da Alim’dir, Hâkîm’dir. (Her şeyi bilen, Hikmetle hüküm verendir)
112. Kim de hata (suç) ya da ism işlerse, sonra onu bir
suçsuzun üzerine atarsa, o zaman bühtan etmiş (itham etmiş, karalamış) ve
apaçık bir ism yüklenmiş olur.
113. Allah’ın da sana fazlı (lütfu, cömertliği) ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir grup seni saptırmaya
yeltenmişti. Onlar, nefislerinden (kendilerinden olanlardan) başkasını saptıramazlar, sana da zarar
veremezler. Allah, sana Kitabı ve hikmeti (yargıda bulunma
yeteneği, bilgelik) indirdi ve sana bilmediğini öğretti. Allah’ın sana olan fazlı (lütfu, cömertliği) da azimydir (muazzamdır).
114. Gizli konuşmalarının çoğunda hayır yoktur.
Ancak, sadaka vermeyi1 veya maruf olanı (vahye uygun, meşru olanı) veya insanların
arasını düzeltmeyi emredenler hariç. Kim, Allah’ın rızasını elde etmek için
bunu yaparsa, o zaman ona yakında âzîm (muazzam) bir ecir (karşılık)
vereceğiz.
1 Sadaka: Sözlükte “(haber) gerçek olmak; doğruluk” gibi anlamlara gelen
sıdk kökünden türeyen sadaka kelimesi (çoğulu sadakāt), Allah’ın hoşnutluğunu
kazanmak için ihtiyaç sahiplerine yapılan gönüllü veya dinen zorunlu maddi
yardımları (2:196; 9:103; 48:25), bu çerçevede verilen para ve eşyayı ifade
eder. Ancak “Sadaka” kelimesinin İbranice “sadâqâ” kelimesinin Arap harfleri
ile yazılmış şekli olduğu ve “sıdk ve hulûs (hâlislik, saflık, temizlik,
doğruluk)” anlamına geldiği yönünde bir görüş daha bulunmaktadır. Sadaka
sözcüğü türevleri ile birlikte Kur’an’da 18 defa (2:196, 263, 264, 271, 276;
3:95, 152; 4:114; 9:58, 60, 79, 103, 104; 33:22; 36:52; 39:74; 48:27; 58:12)
geçmektedir. Sadakaların farz olarak verileceği 8 sınıf 9:60’ta
belirtilmektedir.
Nikâh akdi kendisi ile tamamlanan mehir için
kullanılan “sadâk” sözcüğü de aynı kökten türemiştir.
115. Kim de kendisine hidayet (kılavuz) belli olduktan sonra Resul’le ayrılığa
düşerse ve müminlerin yolundan başkasına tabi olursa; onu döndüğü yöne döndürürüz
ve onu cehenneme yaslarız. Ne kötü bir varış
yeridir.
116. Şüphesiz ki Allah,
kendisiyle ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanları (diğer
günahları) ise dilediği kimseyi bağışlar. Kim, Allah’a şirk koşarsa, o
zaman uzak bir sapkınlığa sapmıştır.
118. Allah, onu
(şeytanı) lanetledi. (Şeytan da) dedi ki: “Andolsun
ki kullarından belli bir pay alacağım.
İnsanların büyük kısmının zaten iman etmeyeceğini
Allah, 12:103 ayetinde “Ve Sen ne kadar üstüne düşsen de insanların çoğu asla
iman edecek değildir.” şeklinde belirtmektedir. İman ettiğini söyleyenlerin
çoğunun da müşrik olduğu 12:106 ayetinde belirtmektedir.
119. Ve
onları mutlaka saptıracağım ve onları arzularıyla boğacağım ve onlara
fısıldayarak emredeceğim.
Böylece hayvanların kulaklarını kesecekler! ve onlara emredeceğim, böylece Allah’ın
yaratışını da değiştirecekler.” Kim, Allah’ın yanı sıra
şeytanı (aldatanı,
saptıranı) veli (dost, rehber, gözeten) edinirse,
o zaman apaçık bir hüsrana uğramıştır.
Bu
ayette, Allah’ın yaratma sistemine ve yarattığı şeylere sebepsiz ya da olumsuz
yere müdahale etmenin şeytan kaynaklı bir işlem olduğuna ve bu türden
uygulamalardan kaçınmak gerektiğine dair bilgi verilmektedir. Benzer mesaj: 30:30.
120. (Şeytan) onlara vadeder ve onları ümitlendirir. Şeytanın (aldatanın,
saptıranın) vaadi
de aldatmaktan başka bir şey değildir.
121. İşte onların varacağı yer cehennemdir. Ondan
kurtulmak için de bir yol bulamazlar!
122. İman eden ve salihât (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyen
kimseleri ise, altlarından nehirler akan cennetlere koyacağız. Orada ebedi
kalacaklar. Bu, Allah’ın hak (doğru,
gerçek) olan bir vaadidir. Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir?
123. (Hüküm), sizin arzularınıza göre de Ehl-i Kitap’ın
arzularına göre de olmaz. Kim bir kötülük işlerse onunla
cezalandırılır
(onula
karşılığı verilir).
Allah’ın dışında da kendisi için ne bir veli (dost,
rehber, koruyup gözeten) ne
de bir yardımcı bulur.
124. Erkek veya
kadınlardan da kim mümin olarak salihât (doğru,
yapıcı, erdemli fiiller) işlerse, işte onlar cennete girerler. Zerre kadar da
haksızlığa uğratılmazlar!
125. Yüzünü Allah’a teslim eden1 (Allah’a yönelen) ve muhsin (Allah
rızası için karşılıksız iyilik yapan) bir hayat süren ve hanif2
olan İbrahim’in milletine tabi olandan kimin dini ahsen (daha güzel)
olabilir? Ve Allah, İbrahim’i “halil” (seçkin arkadaş, dost) edinmişti.3
1 Kişinin yüzü, bedeninin en anlamlı parçası
olduğundan Arapça’da insanın bütün kişiliğini yahut bütün benliğini göstermek
için kullanılır. Esleme “kendini teslim etti” kök-fiilinden türetilmiş olan “yüzünü
teslim etmek” ifadesi, “bütün varlığı ve benliğiyle kendini teslim etmek”
anlamına gelir.
2 "Hanîf" kavramı, Kur’an’da hem
putperestliğe hem de ilahi kitaplara mensup toplulukların bozulmuş inançlarına
karşıt olarak, tevhid inancını ifade etmek için kullanılır.
3 Adem’den beri tüm elçiler aynı mesajı
iletmişlerdir. Hepsi Müslim (teslim olan) idiler, yani Allah’a teslim olmuş
olanlardı. İbrahim, “İslam” adındaki inanç sisteminin ilk resulüydü (22:78, Ek
26) “İslam” kelimesi özel bir ad olmayıp, “Teslimiyet” anlamına gelen bir
tanımlamadır.
Yüce
Allah, İbrahim’i dost edindiğini Tevrat’ta ve İncil’de de
belirtmektedir: Ama sen, ey kulum! İsrail seçtiğim Yakub’un soyu, dostum
İbrahim’in torunları! Sizleri dünyanın dört buzağından topladım. En uzak
yerlerden çağırdım.” (Tevrat, Yeşeya 41:8, 9.)
“Kutsal
Yazı der ki: ‘İbrahim, Theo’ya (Allah’a) iman etti. Bu onun için doğru olarak
sayıldı. Ve o, Theo’nun (Allah’ın) dostu olarak anıldı!” (İncil, Yakup,
2:23)
126. Göklerde (7 evrende) ve yerde ne varsa Allah’ındır. Ve Allah, yapmakta
olduklarınızı kuşatmıştır (her şey kontrolü altındadır).
127. Senden de kadınlar hakkında fetva (görüş) istiyorlar. De ki: “Allah, onlar
hakkında size fetvayı veriyor: Kadınların yetimleri ve çocuklardan mustazaf (ezilmiş,
baskı altında tutulmuş, çaresiz) olanlar ve yetimler hakkında Kitap’ta yazılmış
ve size tilavet edilmekte (okunup uyulmakta) olanı (hakları olan
mirası) kendilerine vermiyorsunuz ve onlarla nikâhlanmak istiyorsunuz. Çocuklardan mustazaf
(ezilmiş, baskı altında tutulmuş, çaresiz) olanlara ve yetimlere karşı adaleti
ikame ederseniz… Hayırdan her ne yapıyorsanız, şüphesiz ki Allah onu bilir.”
128. Bir kadın, kocasının nüşuzundan1 (ayrılmasından veya
geçimsizlik çıkarmasından) veya ilgisizliğinden endişe ederse, sulh ile
aralarını düzeltmelerinde kendileri için bir cünah (engel, sakınca) yoktur. Sulh da hayırlı olandır. Nefisler de bencil
ve kıskanç davranmaya meyillidir. Eğer güzel geçinir ve takvalı olursanız (Allah’ın
emirlerine uyup, yasaklarından kaçınan); o zaman Allah, yapıyor olduklarınızdan mutlaka
haberdardır.
1 nüşûz kelimesi “isyan etmesinden, ayrılmasından veya geçimsizlik
çıkarmasından” gibi anlamlara gelir.
Ancak çevirilerde “sadakatsiz, iffetsiz, şirretlik, itaatsizlik,
başkaldırı” olarak yanlış çevriler yapılmakta; fıkıhta da “kadının evlilik
hukukuna riayet etmemesi, evlilik birliğini sürdürmeyi engelleyecek düzeyde
geçimsizlik sergilemesi” gibi anlamlar verilmektedir. Halbuki burada verdikleri
yanlış anlamı hem 4:34 ayetinde “hem de 58:11 ayetinde kullanılmalıdır.
129. İstekli olsanız da kadınlar arasında adil
olmayı başaramazsınız. Öyleyse (birine) tamamen yönelerek, ötekini askıdaymış gibi (kocasızmış
gibi, boşlukta) bırakmayın. Ve eğer sulhu sağlarsanız ve takvalı davranırsanız;
Şüphesiz ki Allah Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları Örten ve Bağışlayandır,
Merhametlidir).
130. Ve eğer (eşler) ayrılırlarsa Allah, bol nimetinden her ikisini de
zengin eder. Ve Allah, Vasi’dir,
Hâkîm’dir (ilmi, lütfu ve merhameti her şeyi kuşatandır; hikmetle hüküm verendir).
131. Göklerde (7
evrende) ve yerde ne varsa Allah’ındır. Muhakkak ki, sizden önce kitap verilen kimselere de size de “Allah’a
karşı takvalı olun.” diye vasiyet ettik. Eğer küfre saparsanız, o zaman şüphesiz
ki göklerde (7 evrende) ve yerde
olanların hepsi Allah’ındır. Ve Allah Gani’dir, Hamid’dir (Zengin
olandır, övülen ve şükredilendir).
132. Göklerde (7 evrende) ve yerde ne varsa Allah’ındır, vekil (yönetici,
güven kaynağı, dayanak) olarak da Allah yeter!
133. Ey insanlar! Eğer (Allah) isterse sizi götürür (yok eder)
ve başkalarını getirir. Allah buna Kadir olandır (her şeye gücü yetendir).
134. Kim dünya sevabını (karşılığını, ödülünü) isterse, (bilsin
ki) dünyanın da ahiretin de sevabı Allah katındadır. Ve
Allah Semi’dir,
Basir’dir (İşitendir;
Görendir).
135. Ey iman edenler! kendinizin, ebeveyninizin veya
yakınlarınızın aleyhinde de olsa Allah için tanıklık edenler olun; adalet için kavvam
olun!1 Zengin de olsalar, fakir de olsalar… Çünkü Allah, onlara
sizden daha yakındır. Öyleyse hevanıza uyarak adaletten
sapmayın. Ve eğer dilinizi eğip
bükerseniz (doğruyu söylemezseniz) ya da doğrudan yüz
çevirirseniz, o
zaman Allah,
yapıyor olduklarınızdan mutlaka haberdardır.2
1 Burada muhataplar hem yönetici veya yargıç
makamında bulunanlardır; hem de şahitlik etmesinden söz edilen herkestir.
Burada adaletin sağlanması için insanlar arasındaki davalarda Yüce Allah için
şahitler olunması gerektiği değişik şekillerde ifade edilmektedir. Benzer
mesajlar: 4:3, 58, 127; 5:8, 42; 6:152; 16:90; 49:9; 60:8.
“Kavvam” kelimesi; bir işi hakkıyla yapan, koruyup
gözeten anlamlarına gelir. Ayrıca, Kavvam kelimesi ile ilgili 4:34
ayetinde yer alan açıklamaya da ayrıntılı olarak bakabilirsiniz.
2 Adaletin herkese eşit uygulanması konusu,
Tevrat, Levililer 19:15 ayetinde, şöyle yazılıdır: “Yargılarken haksızlık
yapmayacaksın. Yoksula ayrıcalık göstermeyecek; güçlüyü kayırmayacaksın.
Komşunu adaletle yargılayacaksın.”
136. Ey
iman edenler, Allah ile ve Resulü ile ve Resulüne indirdiği Kitapla ve daha
öncekilere indirilmiş Kitapla iman ediniz. Ve Kim
Allah ile ve melekleri ve kitapları ve resulleri ve ahir (son,
ahiret) gün ile küfrederse
(onları
delil gösterip hakkı örterse) şüphesiz
derin bir delalete sapmıştır.
137. Şüphesiz ki o kimseler iman ettiler sonra
küfrettiler. Sonra iman ettiler, sonra küfrettiler, sonra küfrü artırdılar. Allah,
onları bağışlamayacak ve onlara hidayet (kılavuzluk) etmeyecek!
138. Münafıkları müjdele. Şüphesiz ki onlar için
elem verici bir azap vardır.
139. Onlar, müminlerin
yanı sıra kafirleri (hakkı bildiği halde inkar edenleri, onun üstünü
bilerek örtenleri) evliya (yoldaş, gözetici, kılavuz)
edinirler. İzzeti (onuru, şerefi, itibarı) onların yanında mı arıyorlar?
Şüphesiz ki izzet, tamamen Allah’a aittir.
140. Kitap’ta da muhakkak size şu indirilmiştir:
“Eğer Allah’ın ayetleri ile küfrettiklerini ve onlarla alay edildiğini işitirseniz
başka bir sözle meşgul oluncaya kadar sakın onlarla oturmayın. Yoksa siz de
onlar gibi olursunuz.” Şüphesiz ki Allah, münafıkların ve kâfirlerin tamamını
cehennemde toplayacaktır.
Ayete dikkat edilirse, Allah’ın ayetlerine ve
onların içeriğine hakaret ve alay edildiğinde bunu yapan kişilerin
öldürülmesinden veya cezalandırılmalarından söz edilmiyor. Çünkü Allah, insanlara düşünme ve seçme
özgürlüğü tanımıştır (2:256; 4:90; 10:99; 18:29; 88:21, 22). Kur’an’ı izleyen müminler, imanlarına karşı
yapılan hakaretlere kaba kuvvetle karşılık vermezler. Allah’ın emrine göre,
böyle kişileri yalnız bırakarak hesaba katmamak gerekir.
141. Onlar sizi gözetleyip dururlar. Allah, size
bir fetih (zafer) verdiği zaman
(müminlere) “Biz de sizinle değil miydik?” dediler. Kafirler için bir nasip
(zaferden payı) olduğu zaman da (kafirlere) “Biz, sizin
üzerinizde kontrol sahibiyiz. Müminlerden de sizi koruduk?” dediler. O halde Allah,
kıyamet günü aranızda hükmünü verecektir. Ve Allah, müminlerin aleyhine
kâfirlere bir yol vermez.
142. Şüphesiz ki münafıklar, Allah’ı aldatmaya
çalışırlar. O, onları aldatır. Ve eğer salat için kalkarlarsa üşenerek kalkarlar.
İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı çok az zikrederler (hatırda
tutarlar, anarlar).
143. Ne onlara ne de bunlara (bağlanabiliyorlar), arada bocalayıp
duruyorlar. Ve Allah, kimi saptırırsa, artık ona bir yol bulamazsın.
144. Ey iman edenler, müminlerin
yanı sıra kâfirleri evliya (yönetici, yoldaş, gözetici, kılavuz) edinmeyin!
Allah’a, aleyhinizde apaçık bir sultan (güçlü bir delil) mı
vermek istiyorsunuz?
145. Şüphesiz ki münafıklar, ateşin en alt
tabakasındadır! Onlar için bir yardımcı da
bulamazsın.
146. Ancak tevbe edenler
(Allah’a yönelenler) ve
kendilerini ıslah edenler ve Allah ile sımsıkı sarılanlar ve dinlerini (ibadetlerini)
yalnız Allah’a has kılanlar hariç. Bunlar, müminlerle beraberdir. Allah, müminlere
yakında âzîm (muazzam) bir ecir (yaptıklarının karşılığını) verecek
olandır.
Tevbe “yanlıştan vazgeçip tersini yapmaya
yönelmek” demektir. Ayette, tevbeden sonra aslehû yani “ıslah etmek” ifadesi
kullanılmıştır. Yüce Allah, imandan sonra küfre düşenler, inkârlarından
vazgeçer ve tekrar imana yönelirlerse onları da bağışlayacağını bildirmektedir.
147. Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah size
neden azap etsin ki! Ve Allah, Alim’dir, Şâkir’dir (Bilendir;
kullarının şükrünü ve hizmetlerinin karşılığını verendir).
148. Allah, aleni olarak kötü söz söylenmesini
sevmez; kendisine zulmedilen kimse bunun dışındadır. Ve Allah Semi’dir, Alim’dir
(İşitendir; Bilendir).
Bu ayet haksızlığa uğratılanların verebileceği
bazı tepkileri içerir. Yoksa, 6:108 ayetindeki “Allah’ın dışında
yalvardıklarına (putlarına) sövmeyin; onlar da bilmeyerek Allah’a söverler.”
hükmü gereği, hiçbir şekilde sövgü serbestisi söz konusu değildir.
149. Eğer bir hayrı (iyiliği) açığa vurursanız ya da gizlerseniz ya
da bir kötülüğü bağışlarsanız… Şüphesiz ki Allah Afuv’dur, Kadir’dir (Affedendir;
her şeye gücü yetendir).
150. Şüphesiz ki onlar, Allah ile ve resulleri
ile küfrederler! Allah ile resullerinin arasını da ayırmak isterler ve “bir
kısmı ile iman eder, bir kısmı ile de küfrederiz (gerçeği örteriz)!” derler ve ikisi (iman
ile küfür) arasında bir yol tutmak isterler.
151. İşte onlar, hakkı (gerçeği)
küfrederler (örterler). Biz de kâfirler için aşağılayıcı bir azap
hazırladık.
152. Allah
ve resulleri ile (Onların aracılığıyla) iman eden ve onların arasında ayrım yapmayan
kimselerin ecirlerini (karşılıklarını)
de Allah yakında verecek! Ve Allah Gafur’dur, Rahim’dir (Günahları Örten ve Bağışlayandır, Merhametlidir).
153. Ehl-i Kitap, senden kendileri için gökten bir kitap
indirmeni istiyorlar. Musa’dan da bunun daha büyüğünü istemişlerdi. O
zaman dediler ki: “Allah’ı bize aleni olarak göster.” Bunun üzerine
zulümlerinden dolayı onları yıldırım çarpmıştı. Ardından kendilerine apaçık deliller
geldikten sonra buzağıyı (ilah) edindiler. Bundan dolayı onları
affettik ve Musa’ya apaçık bir sultan (güçlü bir delil ve yetki) verdik.
154. onların misakı (söz
vermeleri) nedeniyle de Tur’u (Sina Dağı’nı) üzerlerine kaldırdık. Ve
onlara, “Secde ederek kapıdan girin!” dedik. Ve onlara “Cumartesi (yasağını
çiğneyerek) haddi aşmayın!” dedik. Ve onlardan sağlam bir misak (söz)
aldık.
155. Bunun üzerine misaklarını bozmaları ve Allah’ın ayetleri ile
küfretmeleri (hakkı
örtmeleri) ve haksız yere nebileri katletmeleri ve “Kalplerimiz kılıflıdır (perdelidir)”
demeleri nedeniyle… Hayır! Allah, küfürleri nedeniyle onların üzerine damga
vurdu. Bundan dolayı onların azı hariç iman etmezler.
156. Küfürlerinden ve Meryem’e ettikleri âzîm (büyük) bühtandan (ithamdan, karalamadan)
da
Meryem suresi 19:27 ayetinde, Meryem’i şöyle
kınadıkları belirtilmektedir: “Ve onu
(bebeğini) taşıyarak kavmine getirmişti. ‘“Ey Meryem, sen şaşılacak bir şey
yaptın!’” demişlerdi.
157. “Biz Resulullah’ı1, Meryem’in oğlu İsa’yı katlettik!” demelerinden de (onların üzerine damga vurduk). Onu katletmediler, çarmıha germediler,
fakat kendilerine öyle göründü.1 Ve o konuda ihtilafa
düşenler kesinlikle (hala) bir kararsızlık içindedirler. Onların bu
konuda hiçbir bilgileri yoktur; sadece zanna uyuyorlar. Onu kesin olarak katletmediler.
158. Hayır! Allah, onu kendine yükseltti. Ve
Allah Aziz’dir, Hâkîm’dir (mutlak güç ve otorite sahibi olandır; hikmetle hüküm
verendir).
159. Hiçbir kitap ehli yoktur ki, kendi
mevtinden (ölümünden)
önce ona kesinlikle iman etmiş olmasın. Kıyamet
Günü de onların üzerinde (onlar hakkında) bir şahit olacaktır.
160. Böylece, Yahudilerden olan kimselere, (ettikleri)
zulümlerinden dolayı helal kılınmış tayyibatı (sağlıklı, faydalı, güzel yiyecekleri) onlara
haram kıldık; birçok kişiyi Allah’ın yolundan alıkoymalarından
dolayı da,
161. Riba1
(yüksek faiz) almalarından dolayı da! Oysa bundan men edilmişlerdi!2 Batıl (meşru olmayan)
yollarla da insanların mallarını yemelerinden dolayı da! Onlardan kâfir
olanlara acı bir azap hazırladık.
1 Riba ile ilgili diğer açıklamalar
Bakara, 2:275 ayetinde yer alır. Bu ayette de Bakara Suresi 2:275-278, Nisa
Suresi 4:161 ve Rum Suresi 30:39 ayetlerinde de yüksek faiz verenlerden, yani
borçlananlardan değil, yüksek faizle borç verenlerden söz edildiği
görülmektedir.
2 Tevrat’ta
faiz ile ilgili hükümler Çıkış 22:25; Levililer 23:35-38; Yasanın Tekrarı
(Tekrar) 15:1-6 ve 23:19,20; ayetlerinde yer alır. Zebur’da, Mezmurlar 15:1-5’te
yar almaktadır. İncil’de ise Luka 6/33-36’da yer alır. Ancak, Tevrat ve İncil’de,
faizin tamamının yasaklanmadığı; fakire verilen faizli borç ile tefecilik
kapsamına giren ribanın (yüksek faizin) yasak olduğu yönünde Hıristiyan ve
Yahudi çevrelerde de münazaraların olduğu da unutulmamalıdır.
162. Fakat içlerinden ilimde sağlam bilgi sâhibi olanlar ve müminler,
sana indirilen (Kur’an) ile de senden önce indirilen (Tevrat
ve İncil) ile de iman ederler. Salatı da doğru ve istikrarlı biçimde
yaparlar, zekâtı da verirler. Allah
ve ahir (son, ahiret) gün ile de iman ederler. İşte onlara âzîm (muazzam) bir ecir (karşılık) vereceğiz.
164. Ve daha önce sana kıssalarını anlattığımız resullere de
anlatmadığımız resullere de.1 Ve Allah, Musa’ya kelimelerle (doğrudan)
konuştu.
1 Kur’an’daki kıssalarda tüm elçilerden söz
edilmediği ile ilgili benzer mesaj: 40:78.
165. Müjdeleyici ve uyarıcı olan resuller (elçiler).
Elçilerden sonra insanların Allah’a karşı hüccetleri (argümanları,
bahaneleri) kalmasın diye! Ve Allah Aziz’dir,
Hâkîm’dir (mutlak güç ve otorite sahibi olandır; hikmetle hüküm
verendir).
166. Fakat Allah, kendi ilmiyle sana indirmiş
olduğuna şahitlik eder. Melekler de şahitlik ederler. Şahit olarak da Allah yeter!
167. Şüphesiz ki küfreden kimseler ve Allah’ın
yolundan alıkoyanlar elbette ki derin
bir delalete (sapkınlığa) sapmışlardır.
168. Şüphesiz ki küfreden kimseleri ve zalimleri
Allah bağışlayacak değildir. Onları
bir yola hidayet edecek (yönlendirecek)
de değildir;
169. Ancak, içinde ebedî kalacakları cehennem
yoluna! Bu da Allah için kolaydır.
170. Ey insanlar! Resul size Rabbinizden hak (doğru,
gerçek) olanı getirdi. O halde kendi hayrınıza (iyiliğiniz için) iman
edin. Eğer küfrederseniz, o
zaman göklerde (7 evrende) ve yerde olanlar
Allah’ındır. Ve Allah Hakîm’dir,
Alim’dir (hüküm ve hikmet sahibidir; her
şeyi bilendir).
171. Ey Ehl-i Kitap! Kendi dininizde taşkınlık etmeyin (aşırıya gitmeyin). Allah hakkında da hak (gerçek)
dışında bir şey söylemeyin. Şüphesiz ki Meryem
oğlu İsa Mesih Allah’ın Resulüdür. Ve Meryem’e bıraktığı Kelimesi’dir. Ve O’ndan
(Allah’tan) bir Ruh’tur.1 O halde Allah ve resulleri ile (Onların
aracılığıyla) iman
edin! Ve “üçtür!” demeyin! Ve buna son verin! Bu sizin
için hayır olandır. Şüphesiz ki Allah, vahid (bir
ve tek) olan ilahtır. Sûbhân Olan (her türlü noksandan münezzeh olan) O’dur.
O’nun evladı (çocuğu) olması… Göklerde (7
evrende) ve yerde ne varsa O’nundur. Vekil (yönetici,
güven kaynağı, dayanak) olarak Allah yeter!
1 2:87 ayetinde yer alan “Meryem oğlu İsa’ya da
beyyineler verdik ve onu Rûhulkuds (Kutsal Ruh) ile destekledik.” Şeklindeki ifade ile İsa Nebi’nin Kutsal Ruh
(Rûhulkuds) ile desteklendiği belirtilmektedir.
Tevrat’ta da Ruh’tan
söz edilmektedir: “Yüce
meleklerin Ruhu da suların yüzü üzerinde geziniyordu.” (Başlangıç 1:2)
“Yahve
de bir bulutun içinde indi ve onunla konuştu ve (Musa’nın) üzerindeki Ruh’tan
arttırdı ve ihtiyar (ileri gelen, seçkin) 70 kişinin üzerine yerleştirdi. Ve öyle oldu. Ruh da üzerlerine çöker çökmez
(bu kişiler) nebilik ettiler ve devam etmediler. (Sayılar, 11:25)
Ruh’un ve Kutsal Ruh’un tam olarak ne olduğu
konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bazı görüşlere göre bu ifade ile
Cebrail kastedilmiş olabilir. Ancak Ruh’un ve Kutsal Ruh’un, bilinen
meleklerden ayrı ve özel bir varlık olduğu da düşünülmektedir. “Ruh” ifadesi
Kur’an’da 19 yerde 20 kez geçer: 2:87, 253; 4:171; 5:110; 15:29; 16:2,
102; 17:85 (2 kez); 19:17; 26:193; 32:9; 38:72; 40:15; 42:52; 58:22; 66:12;
70:4; 78:38; 97:4.
172. Mesih ve Allah’a yakın olan melekler, Allah’a
kul (hizmetkar) olmayı asla
küçümsemezler. Kim O’na kulluk etmekten kaçınırsa ve kibirlenirse, o zaman
onları topluca haşredecek.
173. İman eden ve doğru filler işleyen
kimselere gelince, o zaman onların ecirlerini (yaptıklarının karşılığını) eksiksiz
verecek ve fazlıyla (lütfuyla, cömertliğiyle) arttıracak. Küçümseyen
ve kibirlenen kimselere de gelince, o zaman onlara elem veren bir azap ile azap edecek. Allah’ın dışında
da kendileri için ne bir veli (dost, rehber, koruyup gözeten) ne de bir yardımcı bulacaklar.
174. Ey insanlar! Size Rabbinizden kesin bir burhan
(rehber, delil) geldi.
Ve size apaçık bir nûr indirdik.
175. O zaman (Allah), Allah ile iman eden kimseleri ve onunla (vahye)
sımsıkı tutunanları rahmetine ve fazlına (lütfuna, cömertliğine) sokacak!
Ve onları kendisine, sırat-ı müstakime (dosdoğru ola yola) erdirecek!
176. Senden fetva (görüş) istiyorlar. De ki: Allah size kelâleh
(kimsesi olmayanın mirası) hakkında fetva vermektedir: Evladı olmayan bir
kişi ölürse ve onun bir kız kardeşi varsa, o zaman bıraktığının yarısı onundur.
Evladı olmayan bir kadın (ölürse), o zaman o (erkek kardeş) ona
mirasçı olur. Eğer varisler iki kız kardeş olursa; geride bıraktığının üçte
ikisi onlarındır. Erkek ve kadın kardeşler varis ise, o zaman erkeğin payı iki
kadının payı gibidir. Şaşırmamanız için Allah size açıklıyor. Allah, her şeyi
bilendir.