2. Bakara Sûresi

 Bu sure, Medine döneminde indirilmiştir. İniş sırasına göre de 87. sıradadır. Adını, 67-73’üncü ayetlerde anlatılan sığırın “bakara” kurban ediliş sürecini anlatan kıssadan almıştır. Sure 286 ayettir.

 

Râhmânir-Râhîm (Merhamet eden Merhametli) Allah’ın Adıyla

1. Elif, Lam Mim.

‘Elif, Lam, Mim’ Başlangıç harfleri ile başlayan 6 surede (2:1, 3:1, 29:1, 30:1, 31:1, 32:1) toplam; 8944 tane ‘Elif’, 6494 tane ‘Lam’, 4436 tane de ‘Mim’ harfi vardır. Hepsinin de toplamı 19874’tür. Bu da 19’un 1046 katıdır.

Neslimiz, Kur’an’daki iki büyük mucizeye tanıklık etme ayrıcalığına sahiptir: olağanüstü bir matematiksel kod ve eşsiz bir edebi mucize. İnsanlar, matematiksel bir düzenlemeye sahip bir metin yazmaya çalıştığında, bu genellikle metnin edebi kalitesini olumsuz etkiler. Ancak Kur’an, bu matematiksel kodun yanı sıra, edebi mükemmeliyet açısından da eşsiz bir standart sunmaktadır.

2. İşte bu (Kur’an), içinde kuşku bulunmayan bir Kitap’tır. Muttakiler (Allah’a karşı sakınanlar) için hidayettir (kılavuzdur, rehberdir).4

3. Onlar, gayb (görülmeyen, algılanamayan, bilinmeyen) ile iman ederler, salatı (Allah’a yöneliş duasını; elçiye ve müminlere yardımı, onlara destek olmayı) da doğru ve istikrarlı olarak yerine getirirler. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da infak ederler (harcarlar).

Kur’an’da geçen "salât" (الصلاة) kavramı, bulunduğu bağlama (siyak-sibak) göre farklı anlam katmanları taşımaktadır. Bu çok anlamlılık, hem kelimenin kök anlamından hem de Kur’an’daki kullanım çeşitliliğinden kaynaklanmaktadır. Kavram, sadece ritüel ibadetle sınırlı kalmayıp daha geniş bir anlam evrenine yayılmaktadır.

Allah’ın Rahmeti ve Desteği Anlamında "Salât"

Bazı ayetlerde salât, Allah’ın müminlere ve elçiye yönelik rahmetini, yardımını ve manevi desteğini ifade eder: 2:157, 33:43, 56.

Allah’a Dua ve Kulluk Etmek Anlamında "Salât"

Birçok ayette salât, Allah’a yönelerek dua etmek, ibadet etmek veya kullukta bulunmak anlamında kullanılmıştır. Bu bağlamda salât, bireyin doğrudan Allah ile kurduğu iletişimi temsil eder: 2:43, 83, 110, 238, 239; 4:101, 162; 5:12, 58; 7:205; 8:35; 11:114, 87; 17:78; 20:14; 24:58; 107:4.

Allah’ın Elçi ve Müminlere Yardımı ve Dua Etmesi

Bazı ayetlerde salât, Allah’ın elçiye ve müminlere yardım etmesi, destek vermesi ve onlar için rahmet dilemesi anlamında kullanılır:

2:157, 33:43, 56.

Elçinin Müminlere Desteği ve Onlara Dua Etmesi

Elçinin, müminlerle dayanışma içinde olması, onları desteklemesi ve onlara dua etmesi anlamındaki kullanımlar da mevcuttur: 9:103, 33:43.

Müminlerin elçiye Destek Olması

Bazı ayetlerde müminlerin elçiye olan destekleri ve onunla olan manevi dayanışmaları "salât" kavramıyla ifade edilmiştir: 9:99, 33:56.

Müminlerin Birbirlerine Destek Olması ve Dua Etmeleri

"Salât" bazı bağlamlarda müminlerin birbirlerine, özellikle yaşayanlara ve vefat edenlere yönelik destekleri ve duaları şeklinde anlaşılır: 75:31-32, 5:58, 106, 9:84, 107:4.

Tüm Varlıkların Allah’a Salât Etmesi

Kur’an’da göklerdeki (7 evrendeki) ve yerdeki tüm varlıkların Allah’a salât ettiği bildirilmektedir. Bu bağlamda salât, onların Allah’a yönelik dua, tesbih ve kulluk davranışlarını ifade eder: 24:41.

Sonuç:            Kur’an’da "salât", yalnızca Allah’a yöneliş duası değil; aynı zamanda dua, rahmet, manevi destek, yöneliş, kulluk, toplumsal dayanışma ve bağlılık gibi çok yönlü ve bağlama bağlı anlamlara da sahiptir. Bu yönüyle salât, hem bireysel ibadeti, hem de toplumsal sorumluluğu ve manevi bağı kapsayan kapsamlı bir kavramdır.

* Müslimlerde "Salât" ve Vakitleri

Kur’an’da "salât" kelimesi, birçok ayette “ekîmü’s-salât” (salâtı doğru ve düzenli şekilde yerine getirin) ve “mukîmîn es-salât” (salâtı düzenli olarak yerine getiren kimseler) şeklinde geçmektedir. Bu bağlamda, ilgili kullanımların ritüel bir ibadet olarak salatı, özellikle de beş vakit salatı işaret ettiği anlaşılmaktadır.

"Salât" ve "ikâme" kavramları birlikte yaklaşık 45 ayette yer almakta ve düzenli, bilinçli bir ibadet pratiğine işaret etmektedir.

Şu ayet, beş vakit salatın zamanlarına dair önemli bir delil sunmaktadır: “Zevalden (güneşin batıya yönelmesinden) ğasaka (gecenin kararmasına) kadar salatı doğru ve istikrarlı biçimde yap. Fecrin kur’anını (fecrin çağrısını, bildirisini) da (ikame et). Çünkü fecrin kur’anı tanık olandır/tanıklık edilendir.” (17:78)

Bu ayette: "Zevalden ğasaka kadar" ifadesi; öğle, ikindi, akşam ve yatsı salatlarına işaret eder. "Fecrin Kur’an’ı" ifadesi ise sabah salatına (fecr vaktindeki salâta) dikkat çeker.

Salât vakitlerine işaret eden ayetlerden bazıları şunlardır: 2:238, 11:114, 17:78, 20:130, 24:58, 30:17-18, 50:39.

* Sayısal Deliller

Beş vakit salâtın rekat sayısı yan yana yazıldığında 24434 sayısı oluşur. Bu sayı, 19’un 1286 katıdır.

Beş vakit salâtın rekatlarının toplamı ile cuma salâtının rekât sayısı birlikte hesaplandığında da yine 19 sayısına ulaşılır. (2+4+4+3+4+2=19)

Bu matematiksel düzen, Kur’an’da yer alan 19 sayısına dayalı sistemle bağlantılı olarak yorumlanmaktadır. (Kur’an-Son Ahit, Ek-1, s 343 ve Ek-15, s.398)

Yahudi ve Hristiyanlarda da Salat Vardır:

* Yahudilerde Günlük Dualar

Yahudilerde, gün içerisinde üç vakit dua (İbranice: תְפַּלֵּ֣ל / tefilah) uygulaması vardır:

Şahrit (שחרית) – Sabah duası

Minha (מנחה) – Öğle duası

Maariv (מעריב) – Akşam duası

Bu dualar, Tevrat’a dayalı ibadet geleneğinin bir parçasıdır ve tarihsel olarak tapınak uygulamalarıyla bağlantılıdır.

* Hristiyanlarda Günlük Dua Pratikleri

Katolik ve Ortodoks mezheplerinde, geleneksel olarak günde yedi vakit dua uygulaması mevcuttur. Bu dualar, ibadet ritmini düzenleyen belirli zamanlara yayılmıştır ve kilise takvimine göre düzenli olarak uygulanır:

Matins – Gece yarısı ya da sabah erken saatlerde

Lauds – Sabah şükran duası

Terce – Üçüncü saat duası (yaklaşık 09:00)

Sext – Altıncı saat duası (yaklaşık 12:00)

None – Dokuzuncu saat duası (yaklaşık 15:00)

Vespers – Akşam duası

Compline – Gece duası

Bu dualar genellikle kilisede cemaatle birlikte icra edilse de, bireysel olarak da okunabilir.

Protestanlar da ise, özellikle Lutherci ve Anglikan geleneklerde, bu yedi dualı sistemi büyük ölçüde sadeleştirmişlerdir. Genellikle sadece sabah ve akşam duaları uygulanır; diğer saatlere özgü dualar ise ya tamamen terk edilmiş ya da bireysel tercihe bırakılmıştır.

* Fiziksel İbadet Biçimleri

Katolik ve Ortodoks Hristiyanlıkta dua sırasında çeşitli bedensel duruş ve hareketler uygulanır. Bunlar arasında:

Diz çökme (özellikle pişmanlık ve teslimiyet ifadesi olarak),

Ayakta durma (saygı ve tanıklık hali),

Ellerin yukarı kaldırılması veya göğüs üzerinde çapraz biçimde birleştirilmesi gibi jestler yer alır.

Özellikle Ortodoks Kilisesi’nde, bazı ayin ve büyük dini günlerde secdeye benzeyen eğilme ve yüzüstü kapanma hareketleri (prostration) yapılır. Bu, tevazu, tövbe ve Tanrı’ya mutlak teslimiyetin sembolik bir ifadesidir.

4. Onlar, sana indirilen (Kur’an) ile de senden önce indirilen (Tevrat, Zebur ve İncil) ile de iman ederler (inanıp güvenirler). Onlar, Ahiret ile de kesin olarak iman ederler.

5. Rablerinden gelen bir hidayet (rehberlik) üzere olanlar işte onlardır. Felaha (kurtuluşa, saadete) erenler de işte onlardır.

6. Küfreden (hakkı örten, gizleyen, inkar eden) kimseleri uyarsan da uyarmasan da şüphesiz ki onlar için aynıdır. İman etmezler.

7. Allah, onların kalplerinin ve duyularının (algılarının) üzerini mühürledi; basiretlerinin üzerine de bir perde!  Ve onlar için azîm (muazzam) bir azap vardır.

8. İnsanlardan öylesi de vardır ki “Allah ve ahiret günü ile iman ettik (inanıyoruz ve güveniyoruz).” derler. Oysa onlar mümin değildirler.

9. (Onlar,) Allah’ı ve iman eden kimseleri aldatmaya çalışırlar. Oysa nefislerinden (kendilerinden olanlardan) başkasını aldatacak da değildirler. Şuurunda (bilincinde) da değildirler.

10. Kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını arttırdı. Yalan söylediklerinden dolayı da onlar için elem verici bir azap vardır.

11. Onlara “Arḍda1 (yeryüzünde, egemen olduğunuz topraklarda) fesat (bozgunculuk) çıkarmayın.” denildiğinde de “Şüphesiz ki bizler ıslah edicileriz (düzelteniz, iyileştireniz).” dediler.

1 “ارض” (arḍ); Yer, toprak, yeryüzü, zemin anlamlarına gelir. Ancak Kur’an’da bir toplumun yaşadığı topraklar, yaşanılan yer, egemenlik alanı, Allah’ın evrenlerin dışındaki diğer egemenlik alanları gibi anlamlarda da kullanılmaktadır.

12. Dikkat edin! Fesatçılar şüphesiz ki onlardır, ancak o bilinçte değildirler.

13. Onlara, “İnsanların iman ettiği gibi iman edin.” denildiğinde de “Sefih (aklı kıt) olanların iman ettiği gibi iman eder miyiz!” dediler. Dikkat edin! Sefih olanlar şüphesiz ki onlardır, fakat bilmezler.

14. Mümin kimselerle karşılaştıklarında ise “iman ettik!” dediler. Şeytanlarıyla (onları aldatanlarla, saptıranlarla) yalnız kaldıklarında ise “Şüphesiz ki biz sizinleyiz! Elbette ki biz (onlarla) alay edenleriz!” derler.

15. Allah, onlarla alay eder! Ve onları, azgınlıkları içinde kör bir hâlde bırakır!

16. Hidayet (kılavuzluk, vahiy olan kitap) ile sapkınlığı satın alanlar işte onlardır! Onların bu ticaretleri kârlı olmadı, hidayet edilenler de olmadılar.

17. Onların durumu karanlıkta ateş yakanların durumu gibidir: Ateş, etrafını aydınlatınca Allah, onların nurunu (ışığını) aldı ve onları karanlıklar içinde bıraktı; görmezler!

18. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı (hakikate) geri dönmezler.

19. Ya da  gökten inen sağanağa benzer. Onda karanlık, gök gürültüsü ve şimşek vardır.  Yıldırımlardan dolayı da ölüm korkusuyla parmaklarıyla kulaklarını tıkarlar. Ve Allah, (münafıkları) kafirlerle kuşatmıştır.

20. Şimşek, neredeyse onların basiretini (görüşlerini, duyularını) alıp götürecek. Ne zaman onların yolunu bir şimşek aydınlatsa, onda (ışıkta) yürürler. Üzerlerine karanlık çöktüğü zaman da oldukları yerde kalıverirler. Allah isteseydi, işitme ve görme yetilerini giderirdi. Şüphesiz ki Allah her şeye Kadir’dir.

21. Ey insanlar! Rabbinize kulluk (hizmetkarlık) edin! Sizi O yarattı; sizden öncekileri de O (yarattı). Belki muttaki (Allah’a karşı sakınan) olursunuz!

22. O, sizin için yeryüzünü yaşanılabilir bir yer, göğü de bir bina yaptı. Gökten su indirir, onunla da size rızık olarak çeşitli ürünler çıkarır. Öyleyse bile bile Allah’a denkler (eşdeğerler, ortaklar) koşmayın.

23. Kulumuza (hizmetkarımıza) indirdiğimizden şüphe ediyorsanız, haydi onun benzeri bir sure1 getirin!2 Eğer sadık (doğru, dürüst) iseniz, Allah’ın dışındaki3 tanıklarınızı4 da çağırın.

Kur’an’da meydan okuma (tahaddi) içeren ayetler, indiriliş sırasına göre kademeli bir şekilde yer alır:

            İlk olarak, tüm Kur’an’ın benzerini getirmeye yönelik meydan okuma yaklaşık 60–70 surelik bir birikimden sonra gelir. Bu ifade 17:88 ayeti ile 52:34 ayetinde yer alır.

Ardından gelen meydan okuma, on surelik benzer bir metin getirme şeklindedir ve 11:13 ayetinde geçer.

            Son olarak ise, tek bir sure kadar benzerini getirme çağrısı yapılır. Bu, 10:38 ayeti ile 2:23 ve 24 ayetlerinde ifade edilir.

Kur’an’ın edebi yönden taklit edilemez oluşunu ileri sürmek, kanıtlanması olanaksız bir savdır. Zira edebi yönden iki metinden hangisinin üstün olduğunu kanıtlayabilecek objektif ve evrensel bir kriter yoktur.  Kur’an’ın Allah kelamı oluşunun delili, Arapça bilenlerin edebi zevkine göre değişen subjektif bir değerlendirmeye bağlanamaz. Bu nedenle bu meydan okuma ayetleri ile Kur’an’ın matematiksel mucizesine işaret edilmektedir. Yüce Allah’ın, kod görevi gören Huruf-u Mukattâ denilen harflerle; surelerin, surelerin ayetlerinin, hatta kodlanan harflerin sayılarının dahi Allah tarafından korunduğunun bir göstergesidir. Konu ile ilgili olarak 2:1 ayetindeki açıklamaya bakınız.

24. O hâlde bilin ki (bunu) yapamazsanız, ki asla yapamayacaksınız. O zaman kafirler (hakkı örtenler) için hazırlanan ve yakıtı insanlar ve taşlar olan o ateşten sakının!

25. İman eden ve doğru işler yapan kimseleri de müjdele.  Altından nehirler akan cennetler onlar içindir. Oradaki ürünlerden rızıklandıklarında, “Bu daha önce rızıklandığımız bir şeydir!” derler. Ve onlara benzer olarak verilir. Orada onlar için mutahhar (tertemiz, iyi, faydalı) eşler1  de vardır. Ve onlar orada (ebedi) kalıcıdırlar.

1 “zevc” kelimesi “eş”, “eşleşmiş şeyler”, “çiftin bir parçası”, “karı-koca” ve “erkek ya da dişi birey” gibi anlamlara gelir. Cennete girenler için “mutahhar” yani her türlü eksiklerden arındırılmış eşleri olacaktır.

26. Şüphesiz ki Allah, bir sivrisineği, hatta onun üstünde olanı (kanadını vb) örnek vermekten çekinmez. İman eden kimseler, bunun Rablerinden gelen bir hak (gerçek, hakikat) olduğunu böylece bilirler. Küfreden (hakkı örten) kimseler ise, “Allah, acaba bu örnekle ne demek istedi?” derler. (Allah) onunla bir çoğunu saptırır, bir çoğunu da onunla hidayete erdirir (kılavuzluk eder); onunla fasıklardan başkasını saptırmaz.

27. Onlar, Allah’a verdikleri ahdi (sözü) misaklarından (kendileriyle yapılan antlaşmadan) sonra bozarlar. Allah’ın birleştirilmesini (gözetilmesini) emrettiği şeyleri de koparırlar. Arḍda (yeryüzünde, egemenlikleri altındaki topraklarında) da bozgunculuk çıkarırlar. Hüsrana uğrayanlar işte onlardır.

28. Allah ile nasıl küfredersiniz (hakkı örtersiniz)? Sizler, ölüler idiniz ve O sizi diriltti. Ardından sizi öldürecek. Ardından sizi diriltecek. Ardından O’na döndürüleceksiniz!

29. O, arḍdakilerin (görebildiğinizin, ulaşılabildiğinizin) tümünü sizin için yaratandır. Ardından semaya (göğe,) istiva etti. Böylece onları yedi gök (7 evren) olarak düzenledi. O, her şeyi Bilen’dir.

Evrenimiz, milyarlarca ışık yılı uzaklığındaki milyarlarca galaksisi ile 7 evrenin en küçüğüdür (Kur’an-Son Ahit, Ek-6, s.387).

30. Ve Rabbin meleklere1 demişti ki: “Şüphesiz ki Ben, arḍda bir halife2 (sorumluluk sahibi, vekil) yapıyorum (tayin ediyorum).” Dediler ki: “İçinde fesat (bozgunculuk) yapanı ve kan dökeni mi tayin edeceksin? Oysa biz, Senin hamdin ile (bize öğrettiğin dua/öğreti ile) Seni tesbih ediyoruz (yüceltiyoruz) ve seni takdis ediyoruz (kutsuyoruz).” Dedi ki: “Şüphesiz ki Ben, bilmediğiniz şeyleri bilirim.”

1 Melek” kelimesi; Arapça (مَلَك, melek), İbranice (מַלְאָךְ, mal'akh) ve Süryanice (ܡܲܠܲܐܟܵܐ, mal'akhā) gibi Sâmî dillerde ortak bir kökene dayanır. Genellikle “elçi” veya “haberci” anlamında kullanılır. Aynı zamanda “kral”, “hükmeden” ve “tasarruf sahibi” gibi anlamlarla da ilişkilendirilmiştir. Bu bağlamda melekler, hem ilahi mesajları ileten elçiler hem de Allah’ın emriyle evrende çeşitli görevleri yerine getiren güçlü varlıklar olarak tanımlanmıştır.

2 Halife, temsilci demektir. Halifenin görevi, temsil ettiği otoritenin isteklerini yerine getirmektir. Verilen bu yetkileri kendi arzularına göre kullanırsa bu bir isyan ve ihanet olur. 

Yüce Allah’ın yüksek rütbeli yaratıklarından biri olan İblisin (şeytanın), bir egemenlik alanını, Yüce Allah’ın yanında bağımsız bir ilah olarak yönetebileceği konusunda kibirli bir fikir geliştirmesiyle başladı. Yüce Allah’ın mutlak otoritesine olan bu meydan okuma sadece bir inkar değildi, aynı zamanda hatalıydı da. Şeytan, yalnızca Yüce Allah’ın bir ve tek ilah olma kabiliyetine sahip olduğu ve yüce (ilah) olmanın  onun idrakinden çok daha fazlası olduğu gerçeği konusunda cahildi. Şeytanı, bir egemenlik alanının sorumluluğunu bir yüce olarak üstlenebileceğine ve onu hastalık, sefalet, savaş, kazalar ve kaos olmadan yönetebileceğine inandıran şey bencilliği ve kibriydi. Yüce Allah’ın yaratıklarının ezici çoğunluğu Şeytan’la aynı fikirde değildi. Yine de çeşitli derecelerde onunla aynı fikirdeki sayıca çok az olan bencil azınlık, milyarlarca sayıda idi.

Böylece, Göksel Topluluk içinde büyük çekişme patlak verdi: “(De ki) Onlar tartışırlarken mele-i ala (yüce melekler, yüce topluluk) hakkında bir bilgim yoktu.” (Sad, 38:69)

Şeytan ve yandaşlarının, Yüce Allah’ın mutlak otoritesine karşı olan haksız meydan okuması en etkin şekilde karşılanıp çözüldü ve onlara suçlarını kınamaları ve Allah’a teslim olmaları için yeterince şans verildikten sonra, Yüce Allah en inatçı isyancıları Dünya adında bir uzay gemisine sürgün etmeye ve kendilerini günahtan kurtarmaları için onlara bir şans daha vermeye karar verdi.

  Bir uçağı uçurabileceğinizi iddia ediyorsanız, iddianızı test etmenin en iyi yolu size bir uçak vermek ve onu uçurmanızı istemektir. Yüce Olan Allah’ın, Şeytanı bir yüce olabileceği iddiasına yanıt olarak yapmaya karar verdiği şey de tam da buydu. Böylece, Yüce Olan Allah, Şeytanı minik zerre olan Dünya’da halife (temsilci, geçici bir yüce) olarak atadı:

Rabbin meleklere demişti ki: “Şüphesiz ki Ben, yeryüzünde bir halife yapıyorum.” Dediler ki: “İçinde fesat yapanı ve kan dökeni mi tayin edeceksin? Oysa biz, Senin hamdin ile (bize öğrettiğin duayla) Seni tesbih ediyoruz ve seni kutsuyoruz.” Dedi ki: “Şüphesiz ki Ben, bilmediğiniz şeyleri bilirim.” (Bakara, 2:30)

Melekler, İblisin bozgunculuk yapan, yalancı ve katil biri olduğunu biliyorlardı: (İsa onlara şöyle dedi): “Sizler, babanız İblistensiniz ve babanızın arzularını yerine getirmek istiyorsunuz. O, kendi yolunda yürümeye başladığında katil oldu; hakikat yolunda kalmadı. Çünkü içinde hakikat yoktur. Yalan söylediği zaman, karakterine uygun davranır. Çünkü hem yalancıdır (Tevrat, Başlangıç, 3:4,5) hem de yalanın babasıdır.” (İncil, Yuhanna 8:44)

Bu nedenle de melekler, isyancıların da liderlerinin de Allah’ın hükümranlığından sürgün edilip cezalandırılmaları gerektiği kanaatindeydiler. Fakat Merhamet Edenlerin En Merhametlisi Olan Yüce Allah, isyancılara suçlarını kınamaları, tövbe etmeleri ve Kendisinin mutlak otoritesine teslim olmaları için bir şans vermeyi irade etti.

Böylece şeytan ile aynı fikirde olanlara egolarını öldürmeleri ve Yüce Allah’ın mutlak otoritesine teslim olmaları için bir şans verildi. Bu suçlu yaratıkların ezici çoğunluğu bu fırsattan yararlanırken, yaklaşık 150 milyar yaratıktan oluşan küçük bir azınlık bu tekliften yararlanmakta başarısız oldu:

“Şüphesiz ki Biz, emaneti (sorumluluğu) göklere (7 evrene) ve yere ve dağlara teklif ettik. Bunun üzerine onu yüklenmek istemediler ve ondan endişelenip korktular. Ve onu insan yüklendi. Şüphesiz ki o, zalimdir, cahildir. (Ahzab, 33:72).

Göksel topluluktaki bu çekişme, yaratılanların farklı kategorilerde sınıflandırılmasına yol açmıştır: 

I. Melekler: Allah’ın mutlak otoritesini asla sorgulamayan yaratıklar olarak sınıflandırıldı. Yalnızca Allah’ın, ilah (Yüce Olan) olduğunu biliyorlardı. Yaratıkların ezici çoğunluğu bu kategoridedir. Allah’a kulluk (hizmetkârlık) etmekte olan bu sınıftakilerin miktarını kendileri bile bilmezler. Onların sayısını ancak Allah bilir:

“… Rabbinin ordularını O’ndan başkası bilmez. Bu, beşer için zikirden (hatırlatmadan) başka bir şey değildir.” (Müddessir, 74:31)          

II. Hayvanlar ve Diğer Varlıklar: Asilerin büyük çoğunluğu da Yüce Allah’ın krallığına yeniden katılma yönündeki lütufkâr tekliften faydalanmak için egolarını öldürdüler ve küfürlerinin bir kefareti olarak teslimiyeti seçtiler ve kendilerine verilen her türlü rolü kabul ettiler. Bu itaatlerine karşılık olarak da günahlarından kurtarılarak Yüce Allah’ın sonsuz krallığına tekrar geri alınırlar:

“Yeryüzünde hareket eden hiçbir dabbe (varlık) ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler (toplumlar) olmasın. Biz, Kitap’ta (Tevrat, İncil ve Kur’an’da) hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra onlar, Rablerinin huzurunda toplanacaklar.” (Enam, 6:38)

At, köpek, ağaç, Güneş, Ay, yıldızlar, aynı zamanda deforme olmuş ve retarde çocuklar, suçlarını kınayan ve tövbe eden ve kendilerine verilen role sadık kalan bu yaratıklar arasındadır.

Atın egosu yoktur. Atın sahibi zengin veya fakir, uzun veya kısa, şişman veya zayıf, genç veya yaşlı olabilir ve at hepsine hizmet edecektir. Köpeğin egosu yoktur; sahibi ne kadar zengin ya da fakir olursa olsun kuyruğunu sahibine sallayacaktır. Güneş her gün tam olarak Yüce Allah’ın tayin ettiği zamanlarda doğar ve batar. Ay, Dünya etrafındaki senkronize yörüngesini en ufak bir sapma olmadan takip eder. İnsan vücudu -geçici bir elbise- yeryüzüne aittir; bu bakımdan, o da bir teslim olandır. Kalp, akciğerler, böbrekler ve diğer organlar kontrolümüz dışında fonksiyonlarını yerine getirirler:

Göklerde ve yerde bulunanların; Güneş’in, Ay’ın, yıldızların, dağların, ağaçların, hayvanların ve insanlardan birçoğunun Allah’a secde ettiğini görmüyor musun? Birçoğu da azabı hak etmiştir. Allah, kimi aşağılarsa, artık onu değerli kılacak yoktur. Allah istediğini yapar. (Hac, 22:18)

III. Cinler: Suçlu yaratıkların bir bölümü ise tekrar tevbe ettiklerini unutup İblis bakış açısıyla bencillik etmeye devam etti ve cinler olarak sınıflandırıldı.

Dünya üzerindeki cennete yerleştirilmek üzere insanlardan önce cinler yaratılmıştı. 

Kendisine verilen halifeliğin kalıcı olacağını sanan İblis, insanın yaratılış sürecindeki sınavında tekrar başarısız olur:

“İnsanı, hamein mesnun olan salsaldan (belirli bir ölçü ve bileşene göre şekil verilmiş, ses çıkaracak kadar kupkuru bir balçıktan) yarattık. Cinleri ise, önceden Semum (maddenin özüne işleme özelliğine sahip zehirli) bir ateşten yarattık. Rabbin, meleklere demişti ki: “Ben hamein mesnun olan salsaldan bir beşer (canlı, insan) yaratıyorum.  Tesviye ettiğimde (bir düzene soktuğumda) ve ruhumdan ona (can) üflediğimde, ona secde edin!” Bunun üzerine bütün melekler hep birlikte secde ettiler. Ancak İblis, secde edenlerle birlikte olmak istemedi. “Ey İblis! Seni, secde edenlerle olmaktan alıkoyan nedir?” dedi. Dedi ki: “Çamurdan, yıllanmış balçıktan yarattığın bir beşere secde etmem!” Dedi ki: “Öyleyse çık oradan! Sen recmedildin (taşlandın, dışlandın)! Din Gününe (hesap gününe) kadar da lanet senin üzerinedir. (İblis) deki ki: “Rabbim! O hâlde (insanların) yeniden döndürülecekleri güne (diriltilecekleri hesap gününe) kadar bana mühlet ver.” (Allah) dedi ki: “Sen, mühlet (süre) verilenlerdensin. Bilinen vaktin (yargı) gününe kadar.” (İblis deki ki:) Rabbim! Sapıtmama neden olduğundan dolayı ben de yeryüzündeki her şeyi onlara cazip göstereceğim, hepsini de sapıtacağım. Onlardan, muhlis (samimi, içten) olan kulların hariç.”  (Allah) dedi ki: “Bu, Bana varan sırat-ı müstakimdir (dosdoğru yol budur)! Kullarım üzerinde senin sultanın (yetkin, otoriten) yoktur; sapıtıp sana uyanlar hariç. Onların hepsinin varacağı yer de cehennemdir.” (Hicr, 15:26-43)

“…Cehennemi senden (cinlerden) ve onlardan (insanlardan) sana uyanlarla dolduracağım.” (Sad, 38: 85)

Böylece İblis, kendisine verilmiş olan bu yetkiyi de insanlara kaptırır:

“Sizi de yeryüzünün halifeleri (temsilcileri) yapan verdiği şeylerle sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle yükselten O’dur. Rabbin, cezası (karşılığı) hızlı olandır. Şüphesiz ki O, Gafur’dur, Rahimdir.” (Enam, 6:165).

IV. İnsanlar: Bunlar, İblisin iddiasıyla ilgili şüphe duydukları hâlde, Yüce Allah’ın mutlak otoritesi konusunda sağlam bir duruş sergileyemeyenlerdir. Egoları da kendilerine Yüce Allah’ın krallığına yeniden katılma yönündeki lütufkâr tekliften faydalanmalarını engelledi:

“Şüphesiz ki Biz, emaneti (sorumluluğu) göklere (7 evrene) ve yere ve dağlara teklif ettik. Bunun üzerine onu yüklenmek istemediler ve ondan endişelenip korktular. Ve onu insan yüklendi. Şüphesiz ki o, zalimdir, cahildir. (Ahzab, 33:72).

 Hevasını (istek ve arzularını) ilah edineni (egosunu yüce olarak göreni) gördün mü? ona vekil mi olacaksın?”  (Furkan, 25:43).

Tevrat’ta, Başlangıç, 2:8-25; 3:1-22 ayetlerinde de ayrıntılı olarak anlatıldığı gibi yeryüzündeki cennete (bahçeye) yerleştirilen insan, şeytanın aldatması sonucu Allah’ın ilk emrini çiğner:

“Ey Adem! Sen ve eşin cennete yerleşin ve dilediğiniz yerde, ondan (nimetlerinden) bolca yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz!” dedik. Fakat şeytan onları oradan (kandırarak) kaydırdı ve içinde bulundukları yerden çıkardı. Biz de dedik ki: “Birbirinize düşman olarak inin. Belirli bir süreye kadar, yeryüzü size barınak ve geçinme yeri olacak.” (Bakara, 2:35, 36)

“Böylece, onları yalanlarla aldattı. Ağacı tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü ve cennetin yapraklarıyla üstlerini örtmeye başladılar. Rableri de onlara seslendi: “Sizi o ağaçtan menetmedim mi, şeytan da sizin apaçık düşmanınızdır demedim mi?” “Rabbimiz, biz kendimize zulmettik. Bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen hüsrana uğrayanlardan oluruz.” dediler. Dedi ki: “Birbirinize düşman olarak inin. Belirli bir süreye kadar, yeryüzü size barınak ve geçinme yeri olacak.” Dedi ki: “Orada yaşayacak, orada ölecek ve oradan (hesap vermek üzere) çıkarılacaksınız.” (Araf, 7:22-25)

Doğumdan ölüme kadar her insana bir cin atamak Yüce Allah’ın planıydı. Cin, yoldaşı olduğu şeytanı temsil eder; onun bakış açısını destekler ve eşlik ettiği insanı saptırmak ister: “Yoldaşı, “İşte yanımdaki hazır” der.” Atın cehenneme, her inatçı kâfiri; Hayra engel olanı, azgını, şüpheciyi. O, Allah’ın dışında başka ilah edindi. Onu şiddetli azaba atın!” Yoldaşı, “Rabbimiz, onu ben azdırmadım. Zaten kendisi derin bir sapkınlık içindeydi.” dedi. Dedi ki: “Huzurumda çekişmeyin! Sizi daha önce yeterince uyardım. Katımda söz değiştirilmez, kullara zulmeden de değilim!” (Kaf 50:23-29)

Böylece cinlere de insanlara da kendilerini yeniden ıslah edip egolarını kınamaları ve kendilerini günahlarından kurtararak yeniden Yüce Allah’ın mutlak otoritesine teslim olmaları için bu dünyada son bir şans verilmiştir. Ne zaman bir insan doğsa, bir cin de doğup bu yeni insana atanır:

“Ey Ademoğulları! Şeytan, ana babanızın mahrem yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın! O ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Biz, şeytanları iman etmeyenlere evliya kıldık.” (Araf 7:27)

“Ey Ademoğulları! Ben, size ‘Sizin için apaçık düşmanınız olan şeytana kulluk (hizmet) etmeyin.’ diye sizinle ahdetmedim mi?” (Yasin 36:60)

“… Benim yerime onu (İblisi) ve onun soyunu mu evliya ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne kötü bir değişimdir!” (Kehf 18:50).

Halifelik yetkisi artık insanlardadır (6:165). Ancak bu yetki, İblis gibi sınavı kaybeden insanlardan alınır ve Allah’a kulluk (hizmetkarlık) eden kişilere veya topluluklara devredilir. Bu nedenle de ilk önce Nuh ve onunla gemide olanlar (10:73), ardından Semud kavmi (7:73), ardından İsrailoğulları (7:129), ardından da Muhammed ve onunla iman edenler (35:39) halife kılınır.

Son olarak da yeryüzünün halifeliği başkalarına vadedilir: “Allah, aranızdan iman eden ve salih ameller (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyenlere; kendilerinden öncekileri halife (sorumlu, egemen) kıldığı gibi onları da yeryüzünde halife kılacağını, onlar için uygun gördüğü ve razı olduğu dini, kendileri için sağlamlaştıracağını ve ardından korkularını emniyete dönüştüreceğini vadetmiştir.” (Nur 24:55)

(Daha geniş açıklama için bakınız: Kur’an-Son Ahit, S: XVI-XX)

31. Ve (Allah) isimlerin tümünü Adem’e öğretti. Sonra onları meleklere gösterdi ve dedi ki: “Sadıklardansanız (doğrulardan, dürüstlerden), bunların isimlerini bana bildirin.”

32. Dediler ki: “Sûbhân (her türlü noksandan münezzeh olan) Sensin! Bize öğrettiklerinden başka bir bilgiye sahip değiliz. Şüphesiz ki Sen, Her şeyi Bilensin, Hikmetle Hükmedensin.

33. Dedi ki: “Ey Adem, isimleri ile onlara bildir!” Onlara isimleriyle bildirmesi üzerine (Allah) dedi ki: “Size, ‘Göklerin (7 evrenin) ve  yerin   gaybını (sırlarını) da açığa vurduklarınızı da sakladıklarınızı da şüphesiz ki Ben bilirim.’ dememiş miydim?”

34. Ve meleklere “Adem’e secde edin!” demiştik. Bunun üzerine secde ettiler. İblis hariç! O karşı çıktı ve kibirlendi; (o) kâfirlerden idi!”

35. Ve dedik ki: “Ey Adem! Sen ve eşin cennete, istediğiniz yere yerleşin ve ondan (nimetlerinden) bolca yiyin. Şu ağaca ise yaklaşmayın! Yoksa zalimlerden olursunuz!”

36. Bunun üzerine şeytan (aldatan, saptıran) onları oradan kaydırdı ve böylece içinde bulundukları yerden çıkardı. Ve dedik ki: “Haydi, birbirinize düşman olarak inin! Belirli bir süreye kadar da yeryüzünde size yerleşim yeri ve geçimlik vardır.”

37. Bunun üzerine Adem, Rabbinden kelimeler aldı ve böylece onlarla tevbe etti (Allah’a yöneldi). Şüphesiz ki O, Tevvâbur-Rahîm'dir. (Bağışlanma dileyen kuluna tekrar yönelendir; merhamet edendir.)

38. Dedik ki: “Haydi, topluca oradan inin! O hâlde Benden size bir hidayet (rehber, kılavuz) gelirse, o zaman kim hidayetime uyarsa onlar için korku yoktur. Ve onlar hüzünlenmeyecekler!

39. Ayetlerimiz ile küfreden (hakkı örten) ve yalanlayan kimseler ise, işte onlar ateş halkıdır. Onlar orada kalıcıdırlar.”

40. Ey İsrailoğulları, nimetimi (hoş veya faydalı olan her şey) zikredin (hatırda tutun, anın)! Ki sizlere nimet verdim. Bana verdiğiniz ahde vefa (söze bağlılık) gösterin ki, Ben de size verdiğim söze bağlı kalayım.  Ve sadece Benden korkun!

41. Ve yanınızda bulunan (Tevrat) için musaddık1 (doğrulayan) olarak indirdiğimle (Kur’an’la) iman edin. Onunla küfredenlerin (Tevrat ile Kur’an’ı örtenlerin, inkar edenlerin) ilki de siz olmayın. Ayetlerim ile2 de azıcık bir semeni3 (dünyalık bir değeri; parayı, malı, makamı, çıkarı) satın almayın. Ve sadece Bana karşı takvalı (sakınan) olun.4

1 Tasdik; haberin ve haber verenin doğruluğunu kabul etmektir. Dolayısıyla Kur’an, Tevrat’ın ve İncil’in doğruluğunu onaylamaktadır.  Bu ifade Kur’an’da, musaddikan (tasdik edici, doğrulayıcı) ve “musaddikun” (doğrulayanlar) şeklinde toplam 19 kez geçer. (2:41, 89, 91, 97, 101; 3:3, 39, 57, 81; 4:47; 5:46 (iki tane), 48; 6:92; 10:37; 35:31; 46:12, 30; 61;6)

Oysa bazı çevirilerde, “tasdik” sözcüğüne düzelten veya düzelterek doğrulayan gibi anlamlar verilmektedir. Yoksa “Onlar din gününü tasdik ederler (doğrularlar).” Şeklindeki 70:26 ayetine “Onlar din gününü düzelterek doğrularlar.” gibi yanlış bir anlam vermek zorunda kalırlar.

10:37 ayetinden yer alan; “Bu Kur’an, Allah’tan başkası tarafından tasarlanmış değildir. Ancak yanlarındakini/önlerindekini tasdik eden (doğrulayan) ve Kitabı (yasaları, hükümleri) açıklayandır. Onda şüphe yoktur, âlemlerin Rabbindendir.” ifadelerden de anlaşılıyor ki Yüce Rabbimizin göndermiş olduğu ve hâlihazırda Yahudilerin ve Nasranilerin ellerindeki Tevrat, Zebur ve İncil’in bozulmamış olduğu ve Kur’an’ın da onları tasdik ettiği görülmektedir.

A. Tevrat’ı Tanıyalım: İbranice’de “תּוֹרָה” (Torah), “yasa” ve “öğreti” (doktrin) anlamına gelir. Torah, Arapça’da ses değişimlerine uğrayarak “ﺗﻮﺭﺍﺓ” (Tawrāh/Tevrat) şeklinde yer alır.

Yahudi ve Hristiyanlar Torah’ın Musa’ya verildiğini söylüyor olsa da Kur’an’da Tevrat’ın yalnızca Musa’ya değil, aynı zamanda Harun’a da verilen bir kitap olduğu belirtilir:

Musa ile Harun’a da takva sahipleri için bir ışık ve bir zikir olan Furkan’ı verdik.” (Enbiya, 21:48)

İsrailoğullarına gönderilen nebîlere indirilen kutsal metinlerden oluşan Kitabın tümüne ise “Tanah” denilmektedir.

Tanah’ın ilk beş kitabını Torah (Tevrat) oluşturur: Başlangıç (Tekvin), Çıkış, Levililer, Sayılar ve Yasa’nın Tekrarı. Bu beşli kitap, İslamî literatürde "esfâr-ı hamse", Hıristiyanlarda ise "Pentateuch" olarak adlandırılır.

“Tevrat” kelimesi Kur’an’da 18 kez geçer: 3:3, 48, 50, 65, 93; 5:43, 44, 46, 66, 68, 110; 7:157; 9:111; 48:29; 61:6; 62:5.

İsrailoğullarına gönderilen nebîlere indirilen kutsal metinlerden oluşan Tanah’ı Hıristiyan Dünyası “Eski Ahit” şeklinde tanımlamaktadır. Hıristiyanların çoğu da Eski Ahit okumadan, İsa’yı da İncil’i (Yeni Ahit’i) de anlamanın mümkün olmadığını, bu vahiy kitaplarının birbirini tamamladığına inanmaktadır.

Tanah Tora (Tevrat), Neviim (nebiler) ve Ketuviim (Kitaplar) olmak üzere üç ana bölümden ve toplam 24 kitaptan oluşmaktadır.

Yahudiler için Eski Ahit’in tüm kitapları kutsallık ifade etmesine karşın Torah (Tevrat) diye isimlendirilen ilk bölümde bulunan Tekvin (Başlangıç), Sayılar, Levililer, Çıkış, Yasa’nın Tekrarı (Tekrar) adındaki ilk beş kitabın çok daha özel bir yeri vardır. Bu beş kitabın hepsinin Allah’ın vahyi olduğuna inanmak Yahudilere farzdır. Diğer Bölümler ise İsrailoğullarına gönderilmiş olan diğer Nebilere verilen ayetlerden oluşmaktadır.

Kur’an ayetleri üzerinde yapılan neticesinde; Tevrat’ın da muhafaza edilmiş olduğunu, ancak tıpkı diğer ilahi kitaplarda olduğu gibi Tevrat’ın ayetlerine de farklı anlamlar verilerek tahrif edilmeye çalışıldığına inanıyoruz.

Tevrat’ın da içinde bulunduğu Tanah’ın övüldüğünü ve tasdik edildiğini gösteren kanıtlar:

a- 2:41, 89, 91, 101 ve 4:47 ayetlerinde yer alan “beyne yedeyhi” ellerinin arasındakini (yanlarındakini/önlerindeki kitapları) yani Tevrat’ın da içinde bulunduğu Tanah’ı Kuran’ın tasdik ettiği görülmektedir.

 “İffetini koruyan İmran kızı Meryem’i de (örnek vermektedir). Rabbinin kelimelerini (ayetlerini, sözlerini) ve kitaplarını da tasdik etti (doğruladı).” (66:12) ayeti ile söz konusu kitapların, İsa Nebi’nin annesi Meryem aracılığıyla da tasdik edildiğini görüyoruz.

b- “Sana indirdiğimizden şüphe ediyorsan, senden önce Kitabı okuyanlara sor.” (10:94) ayetinde yer alan “Kitap” ifadesiyle de Tevrat’ın da içinde bulunduğu Tanah ile İncil’in kastedildiğini görüyoruz. Buna benzer mesajlar şu ayetlerde de yer almaktadır: 2:69, 113, 121, 145; 7:169-171; 17:101; 21:7; 16:43; 33:45.

3:23 ayetinde de Yahudilerin, Allah’ın Kitabı olan Tanah ile aralarında hüküm verilmesi için davet edildikleri görülmektedir.

c- Tevrat’ın da içinde bulunduğu Tanah’tan, Kuran’da; Kuran’ın benzeri (3:73; 46:10), Allah’ın Kitabı (2:101), ilim (bilgi) (3:7, 34:6; 4:162), diye söz edildiği görülmektedir.

d- Kur’an’da bir çok defa Musa ile Harun’a indirilmiş olan Tevrat’a zikir denildiği görülmektedir: 21:48; 21:105; 40:53, 54.

Aynı şekilde Tevrat’ta da “zikir” dendiğini görüyoruz: “Ve bu, senin elinde bir işaret olacak. Yahve’nin Tevrat’ı (Torası, Yasası) da ağzında olacak (dilinden düşmeyecek).  Gözlerinde de bir zikir (hatırlatıcı) olacak…” (Çıkış, 13:9)

e- 5:44; 6:91 ayetlerinde Tevrat’a bir nur bulunduğu; 5:44 ve 6:91 ayetlerinde, Tevrat’a hidayet (kılavuz) bulunduğu, 28:49 ayetinde ise Tevrat’ın hidayet (kılavuzluk) eden bir kitap olduğu belirtilmektedir.

f- 3:93 ayetinde ise Yahudilerden, Allah adına uydurdukları iddialarını ispatlamak için de Tevrat’ı getirip okumalarının istendiği görülmektedir.

g- 5:43 ayetinde; içinde Allah’ın hükmünün bulunan Musa ile Harun’a indirilmiş olan Torah (Tevrat) ortada iken Yahudilerin, Muhammed’den hakemlik talep etmelerinin eleştirildiği ve Yahudilerden Tevrat ile hükmetmelerinin istendiği görülmektedir.

h- 5:66 ve 68 ayetlerinde, Tevrat’a; 2:44, 85 ve 121 ayetlerinde ise Kitab’a (yani Tevrat’ın da içinde bulunduğu Tanah’a) tabi olmadıkları için Yahudilerin yerildiği görülmektedir.

62:5 ayetinde ise Musa ile Harun’a indirilmiş olan Tevrat’a (Torah’a) uymayanların kitap yüklü eşeğe benzetildiği görülmektedir.

ı- Allah’ın, Musa ile Harun’a indirdiği Tevrat ile hükmetmeyenlere 5:44. ayette kafir, 5:45. ayette zalim, 5:47. ayette de fasık (sapkın) denilmektedir.

B. Zebur’u Tanıyalım: Zebûr, “yazılı metin, kitap” anlamına gelir. Zebur, İbranice yazılmış şiirsel bir yapıya sahip olup, 150 adet mezmurdan (sureden) oluşmaktadır. Yahudilik ve Hıristiyanlıkta Tevrat’a benzeyen bir önem ve değere sahiptir.

Zebur Kitabı’nda yer alan mezmurlar, dini inançların yanı sıra insanların duygusal durumları, şükranları, haykırışları ve yakarışları gibi birçok konuyu ele almaktadır. Mezmurlar, genellikle Allah’a duyulan saygı ve hayranlığı ifade etmek, onun gücünü ve yüceliğini yüceltmek için yazılmıştır. Kitapta ayrıca, insanların kendi kişisel sorunlarıyla başa çıkmasına yardımcı olacak öğütler, dualar ve övgüler yer alır. Zebur, insanların hayatlarında yaşadıkları deneyimlerle ilgili konuları ele alan, günlük yaşamdaki zorluklarla mücadele etmelerine yardımcı olan ve manevi açıdan ilham veren bir kaynak olarak kabul edilir.

Zebûr, Kur’an’da Nebi Dâvûd’a nispetle 3 ayette (4:163; 17:55; 21:105), çoğul şekli olan zübur ise 6 ayette (3:184; 16:44; 26:196; 35:25; 54:43, 52) geçer.

Zebur’un, övüldüğünü ve tasdik edildiğini gösteren kanıtlar:

“Davud’a Zebur’u bahşettik.” (4:163; 17:55)

“Biz, zikirden (Tevrat’tan) sonra Zebur’da da yeryüzüne salih kullarımızın varis olacağını yazdık.” (21:105)

2:41, 89, 91, 101 ve 4:47 ayetlerinde yer alan “beyne yedeyhiellerinin arasındakini (yanlarındakini/önlerindeki kitapları) ifadesiyle Kuran’ın hem Tevrat’ın da içinde bulunduğu Tanah’ı  hem de Tanah’ın içinde yer bulunan Zebur’un da tasdik edildiğini görüyoruz.

C. İncil’i Tanıyalım: İncil kelimesinin aslı “iyi haber, müjde” anlamında Yunanca euaggelion (euangelion) olup Latinceye evangelium olarak geçmiştir. İngilizcedeki karşılığı ise gospel (müjde) dir. Euaggelion kelimesinin ya da Habeş dilindeki ismi olan wangel kanalıyla Arapçaya İncil olarak geçtiği ileri sürülmektedir.

Nasraniler, İncil’i “Yeni Ahit” (ahdi cedid) şeklinde tanımlamaktadırlar. Nasrani inancına göre Nebi İsa İncil’i kendisi yazmamış, sadece vahyi ulaştırmış, havarilerden (elçilerden) de onu yazıp tebliğ etmelerini (bildirmelerini) istemiştir.  İncil’in ilk dört kitabı olan Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncillerinin, İsa’nın vefatından yaklaşık 30-60 yıl sonra bu şekilde yazıldığı düşünülmektedir.

İncil’i oluşturan diğer 23 Kitapları ise Pavlus, Yakup, Petrus, Yuhanna ve İsa’nın kardeşi Yahuda isimli elçiler tarafından, muhtelif yer ve zamanlarda, çeşitli cemaatlere hitaben yazılmıştır. İncil kelimesi Kur’an’da 12 kez geçer: 3:3, 48, 50, 65; 5:46, 47, 66, 68, 110; 7:157; 9:111; 48:29; 57:27.

İncil’in, övüldüğünü ve tasdik edildiğini gösteren kanıtlar:

* “Biz sana bu kitabı (Kur’an’ı) hak (doğru, gerçek) olarak, ellerinin arasındakini (yanlarındakini/önlerindeki kitaplar olan Tevrat’ı, İncil’i, Zebur’u) tasdik eden ve ona müheymin (güven veren) olarak indirdik. O hâlde aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet.” (5:48)

5:46 ayetinde ise Meryem oğlu İsa’ya içinde hidayet (kılavuz) ve nur (ışık) bulunan İncil’in verildiği belirtilmektedir.

* 5:48 ayetinde, İncil’in de Kur’an’ın tasdik ettiği ve ona da müheymin (güven veren) olduğu belirtilmektedir.

* İncil’e de 2:101 ayetinde Allah’ın Kitabı, 3:73 ayetinde ise Kuran’ın benzeri denildiği görülmektedir.

* 5:47 ayetinde ise Hristiyanlara (Ehl-i İncil’e), aralarında İncil ile hükmetmelerini emredilmektedir.

* 5:66 ve 68 ayetlerinde, Nasranilerin İncil’e tabi olmadıkları için yerildikleri görülmektedir.

* Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenlere ise, 5:44. ayette kafir, 5:45. ayette zalim, 5:47. ayette de fasık (sapkın) denildiği de görülmektedir.

2 “بِاٰيَات۪ي” (bi-âyâtiy) ifadesi “ayetlerim ile” anlamına gelir. Ancak bu ifade, birçok meal ve tefsirde “ayetlerimi” veya “ayetlerime” şeklinde çevrilmektedir. Bu çeviriler düzeltildiğinde, ilgili ayetlerde Yüce Allah, Yahudilere, Allah’ın ayetleri olan Tevrat ayetleri karşılığında dünyalık azıcık bir değer, makam, para veya çıkar elde etmemelerini emrettiği anlaşılır. Konu ile ilgili ayrıntılı açıklama 2:39 ayeti dipnotunda yer alır. “ayetlerim ile” anlamına gelen “بِاٰيَات۪ي” (bi-âyâtiy) ifadesi Kur’an’da 4 kez geçer: 2:41; 5:44; 20:42; 27:84.

3 Semen; sözlükte “dünyalık bir değer, para, mal, makam, çıkar fiyat, satış bedeli, kıymet” anlamlarına gelir.

Bu ayette geçen “ayetlerimle azıcık bir semeni satın almayın.”, ifadesiyle “ayetlerimle (onları kullanarak) azıcık bir değeri olan dünyalık bir parayı, malı, makamı, çıkarı elde etmeye çalışmayın.” denilmektedir. Ancak bu ifade birçok çeviride “Ayetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın.” şeklinde yanlış çevrilmektedir. Benzer ifadeler: 2:79, 86, 90, 102, 174, 175; 3:77, 187, 199; 4:74; 5:44, 106; 9:9; 12:20; 16:95.

Kur’an, Yahudilerden çok sık söz eder. Yüce Allah, Muhammed’i izleyenlerin de yüzyıllar sonra aynı hataya düşeceğini biliyordu. Kur’an, tarihi, aynı hataları tekrar etmememiz için bize aktarır. Kur’an yerine hadis ve sünnete uyan bazı Müslümanlar da Yahudiler gibi azıcık bir bedel (para, mal, makam) karşılığında Allah’ın ayetlerini çarpıtmamalarını, anlamlarını değiştirmemelerini emrediyor.

42. Hak (hakikat) olanı da bâtıl (Allah’ın buyruklarına aykırı olan) ile örtmeyin! Bildiğiniz hâlde de hakkı gizlemeyin!

43. Salatı (Allah’a yöneliş duasını) da doğru ve istikrarlı biçimde yapın. Zekatı da verin ve rüku edenlerle birlikte rüku edin.

44. Kitabı (Tevrat’ı, İncil’i, Kur’an’ı) tilavet ettiğiniz (okuduğunuz, aktardığınız) hâlde, insanlara birr’i (iyiliği, doğruluğu, erdemi ve takvayı) emrediyor da kendi nefislerinizi (kendinizi, sizden olanları) unutuyor musunuz? Hâlâ akletmeyecek misiniz?

45. Sabırla (direnerek, yılmadan, usanmadan) ve salat (Allah’a yöneliş duası) ile de yardım isteyin. Şüphesiz ki bu, huşûlu olanlardan (içtenlikle itaat edenlerden) başkasına elbette büyüktür (ağır gelir).

46. Şüphesiz ki onlar, Rableriyle buluşacaklarına da O’na döneceklerine de inanırlar!

47. Ey İsrailoğulları, size nimet olarak verdirdiğim o nimetimi zikredin (hatırda tutun, anın). Şüphesiz ki Ben, sizi alemler üzerinde faziletli (ayrıcalıklı, üstün özellikli) kıldım.

48. Bir güne karşı da takvalı (sakınan) olun. (O gün) bir nefis, başka bir nefsin yerine bir ceza (karşılık) veremez. Ondan bir  şefaat1 de kabul edilmez. Ondan  bir bedel de alınmaz. Onlara yardım da edilmez!

             1 Şefaat kelimesi, Arapça’da “çift olmak” anlamındaki "ş-f-ʿ" kökünden gelir ve terimsel olarak, bir kişinin işlediği suç veya içinde bulunduğu sıkıntı sebebiyle, onun adına aracılık edilmesi, cezanın hafifletilmesi veya kaldırılması için başkası tarafından devreye girilmesi anlamına gelir.

Kur’an’a göre, şefaat ancak Allah’ın izin verdiği ve razı olduğu kimseler için ve yalnızca Allah’ın izniyle mümkündür. Bu durum, şu ayetlerde açıkça belirtilmiştir:

            Allah’ın katında, izin vermediği kimse için şefaatin geçerli olmayacağı: (Yunus 10:3; Tâhâ 20:109; Sebe’ 34:23; Necm 53:26)

Allah’ın razı olduğu kişilere ve sadece izin verdiği aracılara şefaat izni vereceği: (Enbiyâ 21:28)

            Bu bağlamda Kur’an, şefaati sağlayacak aracılara yönelmenin veya onları memnun etmeye çalışmanın yanlış bir tutum olduğunu vurgular. Çünkü şefaatin nihai kaynağı yalnızca Allah’tır. Dolayısıyla, asıl yapılması gereken, Allah’ın rızasını kazanmaya yönelik bilinçli ve samimi bir çaba göstermektir.

49. Ve sizi, firavunun ailesinden kurtarmıştık! (Onlar), size azabın en kötüsünü tattırıyorlardı; oğullarınızı boğazlıyor, kadınlarınızı ise hayatta bırakıyorlardı. İşte bunda Rabbinizden muazzam bir bela vardı.

50. Hani sizinle denizi de ayırmıştık! Böylece sizi kurtarmış, firavunun ailesini (yandaşlarını) de suya gömmüştük. Sizler ise bakakaldınız.

51. Musa ile kırk gece için de sözleşmiştik. Ama siz onun ardından buzağıyı (ilah) edindiniz. Böylece zalimlerden oldunuz.

52. Sonra, belki şükredersiniz diye onun ardından sizi affettik.

Şükür, sözlükte iyiliği bilmek ve bunu dile getirip nimeti vereni övmektir. Kur’an’daki anlamı ise iyiliğe karşı memnuniyet ve minnettarlığın Allah’a ifade edilmesidir. Zıddı ise nankörlüktür.

53. Belki hidayete (kılavuzluğa) erersiniz diye de Musa’ya Kitabı ve Furkân’ı (hak ile batılı ayıranı) vermiştik.

Buradaki kitap kelimesiyle kastedilen Musa’ya verilen Tevrat’ın ilk 5 (Başlangıç, Çıkış, Levililer, Sayılar ve Yasa’nın Tekrarı) bölümünü kapsayan TORA’dır. Tevrat’ın diğer bölümleri ise diğer nebilere indirilmiştir. Furkan ise; Hak ile batılı, doğru ile yanlışı ayıran ölçü demektir. Furkan ve Hikmet, ilahi kitapların özelliğidir (3:4 ve 4:113). Gereğini yapan insanlara da böyle bir yetenek verilir (2:269 ve 8:29).

54. Musa da kavmine demişti ki: “Ey kavmim, şüphesi ki sizler, buzağıyı (ilah) edinerek nefislerinize (kendinize) zulmettiniz. O hâlde Bari’nize tevbe edin (O’na yönelin), böylece nefislerinizi (sizden olan canları/şirk koşan yakınlarınızı) katledin. Bari’nizin  katında sizin için hayırlı olan budur. Böylece size tevbe etti. Şüphesiz ki O, bağışlanma dileyen kuluna tekrar yönelendir, merhamet edendir.

             “اَنْفُسَكُمْ” (enfusekum) ve “أَنفُسِكُمْ” (enfusikum) ifadeleri, “nefisleriniz” yani “kendiniz veya yakınlarınız” anlamlarına gelir. Örneğin 2:84, 85 ayetlerinde, “sizden olanlar”; 2:187 ayetinde ise “kendi nefsinize, kendi benliğinize” anlamında kullanılmıştır.

Bu ayette geçen “nefislerinizi katledin” ifadesi ile de “sizden olanlar, şirk koşan yakınlarınız” şeklinde anlaşılması gerektiği kanaati oluşmaktadır. Çünkü Tevrat’a göre, buzağıya tapanlar Musa'nın emriyle cezalandırılmıştır.". (Çıkış, 32:26-29)

55. Ve hani “Ey Musa, biz Allah’ı açıkça1 görmedikçe sana asla iman etmeyiz!” demiştiniz. Bunun üzerine sizi yıldırım yakaladı!2 Sizler de bakakaldınız.

56. Sonra, belki şükredersiniz diye ölümünüzün ardından sizi gönderdik (tekrar dirilttik).

57. Bulutla da (çölde) üzerinizi gölgelendirdik. Size menn (ballı gözleme/kağıt helva) ve selva (bıldırcın) da indirdik. “Size rızık olarak verdiğimizin tayyib (iyi, hoş, faydalı, sağlıklı) olanlarından yiyin.” Bize zulmetmediler, fakat kendi nefislerine (kendilerinden olanlara) zulmediyorlardı.

58. Ve hani “Şu şehre girin. Ardından istediğiniz yere yerleşin ve ondan (nimetlerinden) bolca yiyin. Kapıdan da secde ederek (eğilerek, saygıyla) girin ve hıttah (af, bağışlanma) deyin ki suçlarınızı1 bağışlayalım. Muhsinlere (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapanlara) ise (mükafatlarını) artıracağız!” demiştik.

1 Arapça’da “suç” anlamına gelen خطأ “hata” sözcüğünün İbranice’deki karşılığı da “חֵטְא” (Het-Hata)’dır ve “suç” anlamına gelmektedir. “hata” sözcüğü, Kur’an’da 19 ayette geçmektedir. (2:58, 81, 286; 4:92, 112; 7:161; 12:29, 91, 97; 17:31; 20:73; 26:51; 28:8; 29:12; 33:5; 69:9,37; 71:25; 96:16)

59. Bunun üzerine zulmeden kimseler kendilerine söyleneni başka bir sözle değiştirdiler. Böylece yaptıkları fısktan (Allah’ın koyduğu sınırları çiğneyip günaha düşmekten) dolayı zulmeden kimselerin üzerine gökten bir azap indirdik.   

60. Hani Musa (çölde) da kavmi için su istemişti. Bunun üzerine “Âsân ile taşa vur!” demiştik. Böylece ondan on iki pınar fışkırmıştı. İnsanlar da içecekleri yeri (on iki kabile de kendi pınarlarını) bildi. “Allah’ın rızkından yiyin ve için, ancak fesat yaparak arḍda (yeryüzünde, egemen olduğunuz topraklarda) karışıklık çıkarmayın!

61. Hani siz de, “Ey Musa! Tek bir (çeşit) yemeğe sabredemiyoruz. Bundan dolayı Rabbine dua et: bizim için yerin bitirdiği şeylerden -bakla, sarımsak, acur, mercimek ve soğandan- bitirsin.” demiştiniz. Dedi ki: “Hayırlı olanı o daha değersiz olanla mı değiştirmek istiyorsunuz? Haydi Mısır’a (şehre) inin! İstediğiniz şeyler elbette ki  sizin için vardır.” demişti. Üzerlerine de bir zillet ve miskinlik (yoksunluk) damgası vuruldu ve Allah’tan bir gazaba uğradılar. İşte bu, onların Allah’ın ayetleri ile küfretmeleri (hakkı örtmeleri) ve haksız yere nebilerini (peygamberlerini) katletmelerinden dolayıdır. Bu, isyan etmeleri ve haddi aşmaları nedeniyledir.

62. Şüphesiz ki iman eden kimseler (müminler) ve hidayet bulan (Yahudi) kimseler ve Nasara1 ve Sabiiler2… Kim Allah ve ahir (son, ahiret) gün ile iman ederse (inanıp güvenirse) ve doğru işler yaparsa, o zaman onlar için Rablerinin katında ecirleri (yaptıklarının karşılığı) vardır. Ve Onlar için korku yoktur, onlar hüzünlenecek (kederlenecek, üzülecek) de değildirler.3

            1 Nasara (Hristiyanlar): "Nasara" kelimesi, köken olarak “yardım edenler” anlamına gelmektedir. İslamî literatürde, İsa Nebi’nin öğretilerine iman eden kimseleri tanımlamak için kullanılmaktadır. İslam kaynaklarına göre, İsa’ya ilk destek verenlerin Suriye’nin “Nasara” adlı yöresinden olmaları nedeniyle “Nasıralı İsa” tabiri doğmuştur. Hristiyanlık tarihinde ise, İsa Nebi’nin öğrencilerine ilk defa Antakya’da “Mesihçiler” (Yunanca: Χριστιανοί, Latince: Christiani) denildiği belirtilmektedir (Elçilerin İşleri, 11:26).

            “Hristiyan” terimi, "Mesih’e tâbi olan, onu izleyen" anlamında kullanılmakla birlikte, ilk dönemlerde Romalılar tarafından alaycı bir ifade olarak kullanıldığı, ancak zamanla bu adın Nasranîler (Nasara) tarafından da benimsendiği anlaşılmaktadır. Kur’an’da ise, İsa Nebi’nin gerçek öğretilerine bağlı kalanlara “Nasara” hitabı tercih edilmiştir. Bu bağlamda, "Nasrani", İsa Nebi’ye ve onun öğretilerine iman eden kişiyi ifade eder.

2 Sâbiîler: Kur’an’da adı geçen Sâbiîler, tarihsel olarak özellikle Güney Irak’ta Fırat ile Dicle nehirlerinin birleştiği bataklık bölgelerde, Basra ve Bağdat çevresinde ve İran’ın Karûn Nehri boyunca uzanan yerleşim yerlerinde yaşayan dini bir topluluktur. Sâbiîler, dinlerinin ilk insan olan Âdem’le başladığını ileri sürseler de tarihsel veriler, bu inanç sisteminin yaklaşık 2000 yıl öncesine dayandığını göstermektedir.

            Sâbiî geleneğine göre, Yahyâ (Yuhanna/John the Baptist) büyük bir peygamber ve “ışık nebisi” olarak kabul edilir. Yahya, Yahudi olarak doğmuş; ancak ilahi vahiy aldıktan sonra Yahudi şeriatına muhalefet etmiş ve Kudüs dışına çıkarak kendi cemaatini kurmuştur. Hristiyan metinlerine göre, İsa Nebi’nin da elçiliği öncesinde Yahya’nın vaazlarına katıldığı ve onun eliyle vaftiz edildiği belirtilmektedir (Matta 3:13–15).

Sâbiîler, temel kutsal kitapları olan ve Yahya Nebi’ye indirildiğine inanılan "Ginza" adlı metne bağlıdırlar (bkz: 19:12; 6:84–89). Günümüzde 80.000–100.000 civarında bir nüfusa sahip olan bu topluluk, gnostik (sezgisel bilgiye dayalı) öğretileriyle tanınmakta ve kendilerine özgü dili, ibadet biçimleri ve dini literatürleriyle dikkat çekmektedir.

Bu ayette, Allah ve ahiret günü ile iman eden ve salih işler yapan mümin, Yahudi, Nasara ve Sabii gibi Ehl-i Kitap’ın Allah katında ödüllendirileceklerinin ve azap görmeyeceklerinin müjdesi verilmektedir.  Aynı mesaj Maide, 5:69 ayetinde de tekrarlanmaktadır.

Ehl-i Kitap’ın içinde müminlerin de bulunduğunun belirtildiği  başka ayetlerde de belirtilmektedir: “Ehl-i Kitap da iman etmiş olsaydı, elbette ki kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan müminler vardır, onların çoğu ise fasıktır.… Onlar eşit değildirler. Ehl-i Kitap’tan kıyamda duran bir topluluk vardır. Gece vakitlerinde Allah’ın ayetlerini tilavet ederler. Onlar secde de ederler. Allah ile ve ahir (son, ahiret) gün ile iman ederler. Maruf ile de emreder ve münkerden alıkoyarlar. Hayratta (hayırlı işlerde) da yarışırlar. İşte onlar salih olanlardandırlar. Hayırdan işledikleri şeyler de asla küfredilmeyecek (üstü örtülmeyecek). Allah muttakileri Bilendir.” (Ali İmran, 3:110, 113-115)

63. Ve hani sizden sağlam bir misak (söz) almıştık. Üzerinize de Tur’u (Sina Dağını) kaldırmıştık. Size verdiğimizi (Kitabı) kuvvetle alın (ona sıkıca tutunun) ve içinde olanı zikredin (hatırda tutun, anın) ki belki  takva sahibi olursunuz.

64. Ardından buna (misaka) sırtınızı döndünüz. O zaman Allah’ın fazlı (lütfu ve cömertliği) ve merhameti size olmasaydı, elbette ki hüsrana uğrayanlardan olurdunuz.

65. Andolsun ki içinizden cumartesi yasağını çiğneyerek haddi aşanları da bilmektesiniz. Bu nedenle onlara “Aşağılanmış maymunlar olun!” dedik.  

66. Böylece bunu, ellerinin arasındaki (Tevrat) ve ardındaki (Kuran; İncil) için bir ibret, muttakiler (Allah’a karşı sakınanlar) için de bir vaaz (öğüt, uyarı) kıldık.    

67. Ve hani Musa kavmine demişti ki: “Şüphesiz ki Allah bir sığır kesmenizi size emrediyor.” Dediler ki: “Bizimle alay mı ediyorsun?” Dedi ki: “Cahillerden olmaktan Allah ile korunurum1.”

1 “اَعُوذُ” (e’uzu) kelimesi “korunurum”, “sığınırım” veya “himaye edilirim” anlamlarına gelir. “اَعُوذُ” fiili, Arapça’da 'عوذ' (‘aveze) kökünden türetilmiştir ve bu kök, “korunma”, “himaye isteme”, “sığınma talep etme” gibi anlamlara gelir.

68. Dediler ki: ‘Bizim için Rabbine dua et de onun (sığırın) nasıl olduğunu bize açıklasın!’ Dedi ki: “O (Allah) diyor ki: ‘O yaşlı da körpe de olmayan bir sığırdır! İkisi arasındadır.’ O hâlde size emredileni yapın!”

69. Dediler ki: “Bizim için Rabbine dua et de onun rengini bize açıklasın!” Dedi ki: “Şüphesiz ki O diyor ki: O, parlak sarı renginde bir sığırdır. Bakanlara sevinç verir.”        

70. Dediler ki: “Bizim için Rabbine dua et de onun nasıl bir şey olduğunu bize açıklasın!” Şüphesiz ki o sığır bize benzer geldi (sığırlar birbirine benziyor). Ve şüphesiz ki inşaallah (Allah isterse) hidayet (kılavuzluk) edilenleriz.”

71. Dedi ki: “Şüphesiz ki O (Allah) diyor ki: ‘Gerçekten de o toprağı sürmek ve ekin sulamak için boyunduruk altına alınmış bir sığır değildir Kusursuzdur, onda hiçbir alaca yoktur.” Dediler ki: “İşte şimdi hak ile (gerçek olanla) geldin.” Ve böylece onu kestiler. Ama neredeyse yapmayacaklardı.

72. Ve hani siz bir nefsi (canı, kişiyi) katletmiştiniz! Bundan dolayı da onun hakkında birbirinizi suçlamıştınız. Allah ise gizlemekte olduğunuzu açığa çıkarandır.       

73. Bunun üzerine dedik ki: “(Sığırın) bir parçası ile ona vurun. Belki aklınızı kullanırsınız diye Allah, ölüleri işte böyle diriltir ve ayetlerini (delil, işaret) size gösterir.”

74. Sonra bunun ardından kalpleriniz katılaştı. Öyle ki şimdi taş gibidir, hatta daha da katıdır. Şüphesiz ki bazı kayalar vardır ki içinden nehirler fışkırır. Şüphesiz ki bazıları da vardır ki yarılır ve böylece içinden su çıkar. Şüphesiz ki ondan öylesi de var ki, Allah’a haşyetinden (bilinçli bir derin saygı ve korku ile) aşağı yuvarlanır. Ve Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.

75. (Kitap Ehlinin) size iman etmelerini (inanıp güvenmelerini) mi  umuyorsunuz? Oysa onlardan bir grup vardır ki Allah’ın kelamını (Allah’ın sözü olan Tevrat’ı) işitir. Akledip anladıktan sonra da tahrif ederler.  Onlar da (gerçeği) biliyorlar!

Tahrif, ayetlere gerçek gerçek anlamlarının dışında farklı anlamlar vererek, ayetleri anlamından saptırarak insanları kendi amaçları doğrultusunda kandırmaktır.

76. Müminlerle karşılaştıkları zaman “iman ettik.” dediler. Yalnız  kaldıklarında ise onların bazısı diğer diğerlerine dediler ki: “Allah’ın sizin için açtığı şeyleri, Rabbinizin yanında delil sunarak sizinle iddialaşmaları için onlara mı anlatıyorsunuz? Aklınızı neden  kullanmıyorsunuz?”

77. Allah'ın, onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını gerçekten de bildiğini bilmiyorlar mı?

78. Onların bir kısmı ise ümmidir (vahiyden habersizdir)1. Arzuları (çıkarları) dışında da kitabı (Tevrat’ı) bilmezler. Onlar da sadece zanda (varsayımda) bulunurlar.

1 Kur’an’da geçen “ümmî” (ٱلْأُمِّيّ) kavramı, halk arasında yaygın olarak “okuma-yazma bilmeyen” şeklinde anlaşılmakla birlikte, Kur’ânî bağlam ve tarihsel- dil bilimsel veriler, bu anlamın yetersiz ve indirgemeci olduğunu göstermektedir. “Ümmî”, esasen “kitap ehli olmayan”, yani ilahi vahiy metinlerini (özellikle Tevrat’ı) bilmeyen kimse anlamında kullanılmaktadır.

            Bu bağlamda;

Bu ayette geçen “onların bir kısmı ümmîdir” (Bakara 2:78) şeklindeki ifade, bu kimselerin “kitaptan habersiz”, sadece zan ve arzulara dayalı olarak hareket ettikleri bildirilir.

            Âl-i İmrân 3:20 ve 75’te ümmî kelimesi, “Ehl-i Kitap’tan olmayanlar” anlamında kullanılır.

            Cuma 62:2 ayetinde ise “ümmîler” ifadesi doğrudan Mekkeliler için kullanılmıştır.

A’râf 7:157–158 ayetlerinde Muhammed Nebi’ye “ümmî nebi” denir. Bu ifade, onun nübüvvetten önce vahiy kültürüyle tanışmamış, Tevrat ve İncil gibi önceki kutsal metinlere dair yazılı ya da sözlü bir eğitim almamış, dolayısıyla da Ehl-i Kitap’tan olmayan bir Mekkeli olduğunu göstermektedir.

Sonuç olarak, “ümmî” kavramı, Kur’an’da sadece basit bir okuryazarlık eksikliği değil, daha çok vahiy geleneğine yabancı olmak, önceki kutsal metinlerden haberdar olmamak, ve özellikle Tevrat ve İncil bilgisine sahip olmayan halk anlamında kullanılmıştır. Muhammed Nebi’nin "ümmîliği" de bu bağlamda, onun Ehl-i Kitap’tan olmayışı ve önceden ilahi kitaplara dair herhangi bir öğretide bulunmamış olması anlamına gelir.

79. O hâlde kendi elleriyle kitabı yazanlara yazıklar olsun! Ardından onunla azıcık bir semen (dünyalık bir değer; para, mal, makam, çıkar) satın almak için “Bunlar, Allah’ın katındandır.” derler. Ellerinin yazdığından dolayı artık onlara yazıklar olsun! Kazandıklarından dolayı da onlara yazıklar olsun!

80. Ve dediler ki: “Sayılı birkaç gün dışında, bize ateş asla dokunmayacak!” De ki: “Yoksa Allah’tan bir söz mü aldınız? Eğer öyleyse Allah, ahdine muhalefet etmez (bozmaz). Yoksa Allah hakkında bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?

81. Hayır! Kim bir kötülük edinir, suçu da kendisini kuşatırsa, artık onlar ateş halkıdır! Onlar içinde kalıcıdırlar!

82. İman edenler ve doğru işler yapan kimseler ise, onlar da cennet halkıdır. Onlar orada kalıcıdırlar.

83. Hani, İsrailoğullarından “Allah’tan başkasına kulluk (hizmet) etmeyeceksiniz, ebeveyninize de yakınlara (akrabalara) da yetimlere de miskinlere de ihsanda bulunacaksınız (güzellikle karşılık vereceksiniz). İnsanlara da güzel söz söyleyin. Salatı (Allah’a yöneliş duasını) da doğru ve istikrarlı biçimde yapın ve zekâtı verin.” diye bir misak (söz) almıştık. Sizden olanların pek azı  hariç (sözünüzü) sonra umursamadınız. Sizler de (sözünden) dönenlersiniz!

84. Hani, kanlarınızı dökmeyeceğinize ve nefislerinizi (sizden olanları) yurtlarınızdan kovmayacağınıza dair sizden kesin misak (söz) da almıştık. Sonra siz de kabul etmiştiniz. Buna tanık olan da sizsiniz.

85. Sonra sizler, nefislerinizi (sizden olan canları) katlediyor, sizden bir fırkayı (grubu) da yurtlarından kovuyorsunuz. Kötülük ve düşmanlık ile de onlara karşı birleşiyorsunuz. Oysa onları yurtlarından kovmak size haram kılınmıştı (yasaklanmıştı). Esirler olarak size geldiklerinde ise (onları kurtarmak için) fidyeleşiyorsunuz. Yoksa siz Kitabın bir kısmıyla iman ediyor, bir kısmını da küfür mü ediyorsunuz (örtüyor musunuz)? Böyle davrananlarınızın cezası (karşılığı) dünya hayatında aşağılanmadır. Kıyamet günü ise daha şiddetli bir azaba uğratılırlar. Allah da yapmakta olduklarınızdan habersiz değildir.

86. Onlar, ahiret ile dünya hayatını satın alan kimselerdir. Artık onların azabı hafifletilmez! Onlara yardım da edilmez!

87. Andolsun ki Musa’ya da Kitap’ı (Tevrat’ı) verdik. Ondan sonra da ardı ardına resuller (elçiler) gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya ise beyyineler (apaçık deliller) verdik ve onu Rûhu’l-kuds (Kutsal Ruh) ile destekledik3. Bir elçi, nefislerinizin (canınızın) arzulamadığı bir şeyle size gelse, büyüklük tasladınız: bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da katlettiniz! Öyle değil mi?

88. Ve “Kalplerimiz kılıflıdır (perdelidir).” dediler. Hayır! Allah, onları  küfürlerinden dolayı lanetlemiştir. Artık pek azı iman eder.

89. Allah katından yanlarındakini tasdik edici (onaylayan) bir kitap onlara gelince, -ki onlar, daha önce küfreden (hakkı örten, gizleyen) kimselere karşı fetih (zafer) istiyorlardı- bildikleri o şey kendilerine gelince de onu küfrettiler. O hâlde Allah’ın lâneti kâfirlerin üzerine olsun!

90. Nefisleriyle (egolarıyla) ne kötü şey satın aldılar! Allah’ın, kullarından dilediği kimseye fazlından (lütfundan, cömertliğinden) (vahiy) indirmesini çekemeyerek, Allah’ın indirdiğini küfrettiler. Bundan dolayı gazap üstüne gazaba uğradılar. Kâfirler için onur kırıcı bir azap da vardır.

91. Onlara “Allah’ın indirdiğiyle iman edin (vahiy kitapları aracılığıyla inanıp güvenin)” denildiğinde ise “Bize indirilenle (kendi kitabımızla) iman ederiz.” derler. Ondan sonra geleni de küfrederler (örterler). Oysa o, kendilerinde olanı tasdik eden (doğrulayan) bir haktır (gerçektir). De ki: “Eğer mümin iseniz, o zaman Allah’ın nebilerini daha önce neden katlediyordunuz?”

92. Andolsun ki Musa da size beyyinelerle (apaçık delillerle) gelmişti. Sonra buzağıyı (ilah) edindiniz! Sizler zalimlersiniz!

93. Hani sizden de sağlam bir misak (söz) almıştık. Üzerinize de Tur’u (Sina Dağını) kaldırmıştık. “Size verdiğimiz şeyi (Kitabı) kuvvetle alın ve dinleyin!” “İşittik ve isyan ettik.” dediler. Küfürleri nedeniyle de kalplerine buzağı (sevgisi) içirildi. De ki: “Eğer mümin iseniz, imanınız onunla size ne kötü şey emrediyor!

94. De ki: “Allah’ın yanındaki ahiret yurdu, insanların dışında sadece size ait ise ve (üstelik) eğer sadık (doğru, dürüst) olanlardan iseniz, o hâlde ölümü dileyin!”

95. Elleriyle işlediklerinden dolayı ölümü asla arzulamazlar. Allah da zalimleri çok iyi bilendir.

96. Onları, yaşama karşı insanlardan da müşrik kimselerden de daha tutkulu bulursun. Her biri mümkünse ömrünün 1000 yıl olmasını arzular. Uzun yaşaması, onu azaptan uzaklaştıracak da değildir.  Allah da yaptıklarını görendir.

97. De ki: “Kim Cibril’e düşmansa, o hâlde bil ki o, Allah’ın izniyle ellerindekini tasdik edici (doğrulayıcı) olarak onu (Kur’an’ı) kalbine indirmiştir. Müminler için de bir hidayet (rehber) ve bir müjdedir.

98. Kim Allah’a, meleklerine, resullerine, Cibril’e1 ve Mikail’e2 düşmansa, bilsin ki Allah, kâfirlere düşmandır!

1 Cebrail, Kur’an’da bazen Cibrîl bazen de Resul (elçi) olarak anılır. O, karşı konulması mümkün olmayan büyük bir güç, üstün bir akıl ve kesin bilgiye sahiptir. “Arşın sahibi” yani Allah’ın en yüce makamının yanında çok saygı gören, meleklerin itaat ettiği şerefli bir elçidir (53:5-6; 81:19-21).

Tevrat’ta da üç büyük meleğin arasında sayılan Cebrail, İbranice’de Gavri’el (Yüce Güç) anlamına gelir.

            2 Mikail’in İbranice karşılığı ise Mika’êl’dir ve “Kim Yüce gibidir?” anlamına gelir.

99. Andolsun ki sana da beyyineler olan ayetler (apaçık olan kanıtlar, mucizeler) indirdik. Ancak fasıklar onunla küfreder (onunla hakkı örter, gizler).

100. Her ne zaman bir ahit (antlaşma) yaptılarsa, içlerinden bir grup onu bozdu. Hayır! Onların çoğu iman etmez!

101. Allah’tan, onlardakini tasdik eden (doğrulayan) bir resul onlara geldiği zaman da, kitap verilenlerden (Yahudi, Nasrani ve Müslimlerden) bir grup, sanki hiç bilmiyorlarmış gibi Allah’ın Kitabı’nı arkalarına attılar.

102. Süleyman’ın mülkü (hükümdarlığı) hakkında da şeytanların (aldatanların, saptıranların) okuyup aktardıklarına (tilavet ettiklerine) uydular. Süleyman küfretmedi (hakkı örtmedi, gizlemedi); insanlara sihri öğreten şeytanlar ise küfretti. Babil’deki Harut ile Marut isimli iki meleğe/melike1 de (vahiy olarak) bir şey indirilmiş değildi. Onlar da “Şüphesiz ki bizler fitneyiz, o hâlde küfretme!” demeden hiç kimseye (sihir) öğretmiyorlardı. Buna rağmen (insanlar), karı ile kocanın arasını açacak şeyleri bunlardan öğreniyorlardı. Ancak onlar, Allah’ın izniyle olmadan kimseye onunla zarar veriyor da değillerdi. Kendilerine de fayda vereni değil, zarar vereni öğreniyorlardı. Andolsun ki onu (büyüyü) satın alan kimsenin, ahirette yaratılmış şeylerden nasibi olmadığını da öğrendiler. Nefisleriyle (egolarıyla) satın aldıkları şey ne kötüdür! Bir bilselerdi!

1 Melek” kelimesi; Arapça (مَلَك, melek), İbranice (מַלְאָךְ, mal'akh) ve Süryanice (ܡܲܠܲܐܟܵܐ, mal'akhā) gibi Sâmî dillerde ortak bir kökene dayanır. Genellikle “elçi” veya “haberci” anlamında kullanılır. Aynı zamanda “kral”, “hükmeden” ve “tasarruf sahibi” gibi anlamlarla da ilişkilendirilmiştir. Bu bağlamda melekler, hem ilahi mesajları ileten elçiler hem de Allah’ın emriyle evrende çeşitli görevleri yerine getiren güçlü varlıklar olarak tanımlanmıştır.

Buradaki “melekeyni” kelimesini “Allah’ın emirlerine itaat eden varlıklar” şeklinde okuyunca mesajın anlaşılması çok zorlaşmakta, hatta imkânsızlaşmaktadır. Yahudi hahamlarının Babil sürgününde öğrendikleri Harut ve Marut masalı (cezalı iki meleğin büyü yapmayı öğretmesi), Süleyman’a iftiraları ve büyüyü meşru görmeleri, bunu da Allah’a ve elçilerine yakıştırmaları ayette anlatılıp eleştirilmektedir. Yani ayette bahsedilen konular, Yahudi inanışıdır. Aksi durumda -haşa- “Allah ayetin başında büyüye onay vermiş, sonrasında ise büyüyle uğraşanları azapla tehdit etmiştir” çelişkisi doğacaktır. Zira, Hasan Basri gibi âlimler de ayetin okunuşunun melikeyni (iki melik/hükümdar) olduğunu söylemişlerdir.

103. Onlar gerçekten iman etselerdi ve takvalı olsalardı (Allah’a karşı sakınsalardı), Allah katındaki sevapları hayırlı olacaktı. Bir bilselerdi!

104. Ey iman edenler! ‘Râinâ!’ (Bizi güt, bize çobanlık et) demeyin, ‘Unzurnâ!’ (Bizi gör, gözet.) deyin ve duyun! Kâfirler için ise acıklı bir azap vardır.

105. Ehl-i Kitap’tan küfreden (hakkı örten) ve şirk koşan kimseler, Rabbinizden bir hayrın (iyiliğin, güzelliğin, faydalı bir şeyin) size indirilmesini arzu etmezler. Allah ise istediği kimseye rahmetini tahsis eder. Allah, Zu’l-Fadli’l-Azîm’dir (Muazzam bir lütuf, ihsan ve kerem sahibidir)

106. Bir ayeti neshedersek (yürürlükten kaldırsak) ya da onu unutturursak, ondan daha hayırlısını (iyisini, doğrusunu) ya da bir benzerini veririz. Yoksa bilmiyor musun? Allah, şüphesiz ki her şeye kadirdir (her şeye gücü yetendir).

107. Yoksa bilmiyor musun? Göklerin (7 evrenin) ve  yerin egemenliği  şüphesiz ki Allah’ındır, O’nundur. Allah’ın dışında bir veliniz (dostunuz, rehberiniz, koruyup gözeteniz) de bir yardımcınız da yoktur.

108. Yoksa daha önce Musa’ya sorulduğu gibi, siz de elçinize sorular mı sormak istiyorsunuz? Kim küfrü imana değişirse, o zaman doğru olan yoldan sapmış olur.

109. Ehl-i Kitap’tan olanların çoğu, hak (gerçek) olan kendilerine apaçık belli olduktan sonra, nefislerindeki hasetten (çekememezlikten) dolayı imanınızdan sonra sizi tekrar kafirler olarak döndürmeyi arzu ederler. O hâlde Allah, onlar hakkındaki emrini verinceye kadar onları affedin ve onlara aldırmayın! Şüphesiz ki Allah her şeye kadirdir.

110. Salatı (Allah’a yöneliş duasını) da doğru ve istikrarlı yapın, zekâtı da verin. Kendiniz için (salih ameller, iyilikler, ahiret azığı vb) ne takdim ederseniz (yaparsanız, hazırlarsanız), Allah’ın yanında onu bulursunuz. Şüphesiz ki Allah, bütün yaptıklarınızı görendir.

111. Ve dediler ki: “Yahudi ya da Nasrani (Mesihi) olanlardan başkası asla cennete giremez.” İşte bu, onların temennisidir (arzusudur). De ki: “Doğruysanız, delilinizi getirin!”

112. Hayır! Kim muhsin olur (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapar) ve yüzünü (benliğini) Allah’a teslim ederse, o zaman onun ecri (yaptıklarının karşılığı) Rabbinin yanındadır. Onlar için korku yoktur. Onlar hüzünlenmeyecekler de.

113. Yahudiler dedi ki: “Nasara (Hristiyanlar) hiçbir şey üzerinde (doğru bir inanç üzere) değildir.” Nasara da dedi ki: “Yahudiler, hiçbir şey üzerinde değildir.” Oysa onlar Kitabı okuyup aktarıyorlar. Bilmeyen kimseler de onların söylediklerinin benzerini söylediler. O hâlde Allah, onların ayrılığa düştüğü şey hakkında Kıyamet Günü aralarında hüküm verir.

114. Allah’ın mescitlerinde O’nun adının zikredilmesine (anılmasına, hatırda tutulmasına) engel olandan ve onların harap olması için gayret edenden daha zalim kim olabilir? İşte onların oraya korku içinde girmesi gerekir. Onlar için dünyada rezillik vardır, ahirette de muazzam bir azap vardır.

115. Doğu da batı da Allah’ındır. O hâlde nereye dönerseniz, Allah’ın yüzü (rızası) oradadır. Şüphesiz ki Allah, Vâsi’dir (Nimeti, rahmeti ve ilmi) sınırsız olandır), Alim’dir (Bilendir).

116. Ve “Allah, evlat edindi” de dediler. O, Sûbhân’dır (her türlü noksandan münezzehtir). Hayır! Göklerde (7 evrende) ve  yerde ne varsa O’nundur. Hepsi O’na boyun eğmiştir.

117. Göklerin (7 evrenin) ve  yerin Bedi’idir (Eşsiz ve benzersiz olarak yoktan var edendir). Allah), bir şeye karar kıldıysa, bilin ki artık ona ‘Ol!’ der, o da oluverir.

118. Bilmeyen kimseler de dedi ki, “Allah bizimle konuşmalıydı ya da bize bir ayet (mucize, kanıt) gelmeliydi! Öyle değil mi?” Öncekiler de bunların dediklerinin benzerini söylediler. Kalpleri birbirine benzedi. Kesin olarak iman eden bir toplum için ayetleri elbette ki apaçık açıkladık.

119. Gerçekten de Biz seni hak (bir amaç) ile bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Cehennem ehlinden ise sen sorumlu değilsin.

120. Onların milletine (dinlerine) tabi olmadığın müddetçe, Yahudiler de Nasara (Hristiyanlar) da senden razı olmazlar. De ki: “Şüphesiz ki Allah’ın hidayeti (kılavuzluğu) yol gösteren bir hidayettir.” Eğer sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyarsan, senin için Allah’tan başka bir veli (dost, rehber, koruyup gözeten) de bir yardımcı da yoktur!

121. Kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler, onu hak (doğru) bir tilavet (okuyup aktarma) ile tilavet ediyorlar. İşte onlar, onunla (vahiy ile) iman ederler. Kim de onunla küfrederse (onun ayetlerini bahane edip hakkı örterse), hüsrana uğrayanlar işte onlardır.

122. Ey İsrailoğulları, size nimet olarak verdirdiğim o nimetimi zikredin (hatırda tutun, anın). Şüphesiz ki Ben, sizi alemler üzerinde faziletli (ayrıcalıklı, üstün özellikli) kıldım.

123. Bir güne karşı da takvalı (sakınan) olun. (O gün) bir nefis, başka bir nefsin yerine bir ceza (karşılık) veremez! Ondan  bir bedel de kabul edilmez. Ona bir  şefaat de fayda vermez. Onlara yardım da edilmez!

124. Bir zamanlar Rabbi (efendisi), İbrahim’i de kelimelerle sınamıştı. O da onları tamamlamıştı (yerine getirmişti). Dedi ki: Şüphesiz ki Ben, seni insanlara bir imam (öncü, önder) kılacağım!’ (İbrahim) Dedi ki: ‘Soyumdan da!’ Dedi ki: “Ahdim zalimlere ulaşmaz!”

125. Hani Beyt’i (Kâbe’yi) de insanlar için toplanma yeri ve güven yeri kılmıştık. Siz de Makam-ı İbrahim’den kendinize bir salat (Allah’a yöneliş duası) yeri edinin! İbrahim’e ve İsmail’e de “Evimi, tavaf edenler, itikafta bulunanlar ve rükû edip secde edenler için arındırın.” diye ahit yaptık.

126. Hani İbrahim de demişti ki: “Rabbim! Bu şehri güvenli kıl! Halkından, Allah ve ahiret günü ile iman eden kimseleri de ürünlerle rızıklandır.” Dedi ki: “Kim de küfrederse, o zaman onu az bir süre (dünyalık şeylerle) geçindiririm. Sonra onu cehennem azabında sıkıntı içinde bırakırım! Ne kötü bir varış yeridir.”

127. Hani İbrahim de İsmail ile birlikte beytin (Kabe’nin) kaidelerini yükselmişti (Dedi ki); “Rabbimiz! Bizden kabul et. Şüphesiz ki Sen her şeyi bilip işitensin.

128. Rabbimiz! Bizi, Sana Teslim Olanlardan (Müslimlerden) kıl. Soyumuzdan da Sana teslim olan bir topluluk (çıkar). Menseklerimizi (yapmamız gerekenleri, dini ritüelleri) de bize göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz ki Sen Tevvâbur-Rahîm’sin (Af dileyen kuluna tekrar yönelensin, Merhametlisin).

129. Rabbimiz! İçlerinden senin ayetlerini onlara okuyup aktaracak, Kitabı ve hikmeti (ilim ve akıl ile hakikati -gerçeği- bulma yeteneğini) de onlara öğretecek ve onları arındıracak bir elçi de gönder. Şüphesiz ki Sen Azizul-Hakîm’sin (Mutlak Güç Sahibisin; Hikmetle Hükmedensin).”

130. Nefsini (kendinden olan canları) sefih (akılsız) kılan kimse hariç, kim İbrahim’in milletine (dinine) yönelirse, andolsun ki onu bu dünyada seçkin kıldık. Şüphesiz ki o, ahirette de salihlerdendir (doğru işler yapanlardandır).

131. Hani Rabbi ona “İslam (teslim) ol” demişti. Dedi ki: “Âlemlerin Rabbine teslim oldum.”

132. İbrahim bunu çocuklarına da vasiyet etti. (Torunu) Yakub da: “Ey oğullarım! Şüphesiz ki Allah, bu dini sizin için seçti. O hâlde sakın başka türlü ölmeyin, ancak Müslimler (Teslim Olanlar) olarak (ölün)!”

 “دين” (diyn) kelimesinin, Arapça’da “itaat” ve ceza (karşılık)” (el-Müfredât, “dyn” md.). veya “hesap, İslâm” (Lisânü’l-ʿArab, “dyn” md.) anlamına geldiği belirtilir. Ârâmî-İbrânî dilinde de “דִּין” (dîn) ifadesi var ve “Yargı, hüküm, dava, adalet” anlamına gelmektedir. Dolayısıyla da  üç dildeki "dīn" kelimesi aynı kökünden gelir ve ortak olarak "hüküm, adalet, karşılık, hesap, yargı" anlamlarına sahiptir.

133. Yoksa siz, Yakub’a ölüm gelip çattığı vakit ona tanık mı oldunuz? Hani oğullarına “Benden sonra neye kulluk (hizmet) edeceksiniz?” demişti. “Senin ilahına (Yücen Olana) ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahına, Bir ve tek olan ilaha kulluk edeceğiz. Biz de O’na Teslim (Müslim) olanlarız.” dediler.

134. Onlar bir ümmetti (topluluktu). Elbette ki gelip geçti. (O topluluk), her ne kazandıysa onundur. Siz de her ne kazandıysanız sizindir! Onların yapmış olduklarından da sorgulanmazsınız.

135. Ve dediler ki: “Yahudi ya da Nasrani (Hristiyan) olun ki hidayet (kılavuzluk) edilesiniz.” De ki: “Hayır! İbrahim’in hanif milletine (Allah’a kulluk edilen tevhit dinine uyarız). O, müşriklerden de olmadı.” 

136. Deyin ki: “Bizler, Allah ile ve bize indirilen ile ve İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve sonraki nesillere indirilen ile ve Musa’ya ve İsa’ya ve diğer nebilere Rablerinden verilenlerle (vahiy kitaplarıyla) iman ettik. Onların (o kitapların) arasından hiçbirine ayırım yapmayız.2 Ve bizler O’na (Allah’a) Teslim Olanlarız.”

Bu ayette Yüce Allah, Müminlerden, Muhammed Nebi’ye verilen Kur’an ile birlikte diğer nebilere verilen Tevrat ve İncil’e de ‘iman ettik’ ve söz konusu ‘kitaplardan hiçbirine ayırım yapmayız’ demelerini emrediyor. Bu mesaj 3:84 ayetinde de yer almaktadır.

Tevrat (Eski Ahit), 39 kitaptan oluşmaktadır. Tevrat’ın ilk 5 kitabı Musa Nebi’ye indirildi. Bu ilk 5 kitaba da “Tora” denilmektedir. Bunlarda ilk önce Âdem, Nuh, İbrahim, İshak, Yakup ve Yusuf Nebi’nin kıssaları anlatır. Sonra da Musa, Harun ve Meryem Nebi’den söz edilir. nin yaptıkları anlatılır. Diğer 34 Kitap ise Yeşu, Ezra, Nehemya, Ester, Eyüp, Süleyman, Davud, Yeşeya (İsa), Yeremya, Hezekiel, Daniel, Hoşea, Yoel, Amos, Ovadya, Yunus, Mika, Nahum, Habakkuk, Sefanya, Hagay, Zekeriya, Malaki gibi farklı nebilere indirilmiştir.

İncil (Yeni Ahit) de 27 kitaptan oluşmaktadır. İlk 4 kitabı (Matta, Markos, Luka, Yuhanna İncilleri) İsa Nebi’nin sözlerini ve yaptıklarını anlatır. Diğer kitaplar ise nebiler (Matta, Yuhanna, Luka, Markos, Pavlus, Petrus, Yakup, Yahuda) tarafından yazılmıştır.

Kur’an (Son Ahit) ise Sadece Muhammed Nebi’ye indirilmiş olan kitaptır.

Bakara, 2:285 ve Nisa, 4:152 ayetlerinde müminlerin, resullerin (elçilerin) hiçbirine ayırım yapmadıkları belirtilmektedir.

137. O hâlde sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, o zaman hidayet bulmuş olurlar. Eğer dönerlerse, bil ki artık ayrılık1 içindedirler.2 O zaman onlara karşı Allah sana yeter. O, Semi’dir (İşitendir), Alim’dir (Bilendir).

138. Allah’ın boyası! Boyası Allah’ınkinden ahsen (daha güzel, daha iyi, daha hoş) olan da kimdir? Bizler de O’na kulluk edenleriz.

139. De ki: “Allah hakkında delil sunarak bizimle mi iddialaşıyorsunuz? Halbuki O, bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir! Bizim amellerimiz (işlediğimiz fiiller) bizedir; sizin amelleriniz de sizedir. Bizler, O’na gönülden de bağlanmış olanlarız!”

140. Şüphesiz ki İbrahim de İsmail de İshak da Yakub da onların soyundan gelenler de Yahudi yada Nasara (Mesihi) idi!’ mi diyorsunuz? De ki: “Siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı? Allah’tan gelen bir tanıklığı (kanıtı) gizleyenden daha zalim kim olabilir? Allah da yaptıklarınızdan habersiz değildir.”

141. Onlar bir ümmetti (topluluktu). Elbette ki gelip geçti. (O topluluk), her ne kazandıysa onundur. Siz de her ne kazandıysanız sizindir! Onların yapmış olduklarından da sorgulanmazsınız.

142. İnsanlardan olan bazı akılsızlar diyecekler ki: “Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları (Müslimleri) döndüren nedir?” De ki: “Doğu da Batı da Allah’ındır.  İstediği kimseyi sırat-ı müstakime (dosdoğru olan yola) hidayet eder (yönlendirir).

143. Böylece sizi de vasat (en hayırlı, en üstün) bir topluluk kıldık, insanlara karşı tanık olmanız, elçinin de size tanık olması için. Elçi’ye uyanlardan kimlerin ökçeleri üzerinde geri döneneceğini bilelim diye de üzerinde olduğunuz şeyi kıble yaptık. Allah’ın hidayete erdirdiklerinden başkasına bu büyük gelir (Müşrikler için ağır gelir). Allah da sizin imanınızı zayi edecek değildir. Şüphesiz ki Allah, insanlar için Rauf’tur (Çok Şefkatlidir), Rahîm’dir (Merhametlidir).

144. Yüzünün göğe çevirip durduğunu elbette ki görüyoruz! Bu nedenle razı olacağın kıbleye seni çevireceğiz. O hâlde yüzünü Mescid-i Haram’a çevir! Ve nerede olursanız olun yüzlerinizi o yöne çevirin.  Kendilerine kitap verilen kimseler de bunun Rablerinden bir hak olduğunu elbette ki bilirler. Allah da onların yaptıklarından habersiz değildir.

 “حَرَام” (haram) sözcüğü, “yasak” veya “men edilmiş” anlamına gelir. Bu ifade Kur’an’da  Allah’ın yasakladığı bir fiil, davranış ya da nesneler için kullanılmaktadır. Kur’an’da haram kılınmış olan hususlar şunlardır:

ı- Ölü (leş), akıtılmış kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına ilan edilenler (sunu, adak, ziyafet gibi ikramlar): 16:115, 116.

ıı- Müminlerin zani (zina eden erkek), zaniye (zina eden kadın) ile evlenmek: 24:3.

ııı- Mescidi Haram’a müşriklerin girmesi (9:28), o bölgede  savaşmak (2:191), orayı ziyaret edenleri engellemek (22:25; 48:25), o bölgede olanlara zarar vermek veya zulmetmek (22:25; 29:67), oraya gönderilen hediyeleri (hayvan veya yiyecek sunularını) engellemek (48:25) ve ihramlıyken o bölgede avlanmak (5:95).

ıv- Haram Aylarda savaşmak: 9:5, 36, 37: 2:191.

v- Masum bir canı haksız yere katletmek: 3:21, 22; 6:151; 17:33; 25:68.

145. Kendilerine Kitap verilenlere tüm ayetleri (kanıtları) versen de senin kıblene uyacak değillerdir. Sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onların bir bölümü de diğerlerinin kıblesine uymaz.1 Sana gelen ilimden sonra onların hevalarına (arzu ve isteklerine) uyarsan, şüphesiz ki artık zalimlerden olursun.

1 Yahudilerin Kıblesi, Kudüs’teki Tapınak Tepesi’deki Beytü’l- Makdis’tir. Süleyman Nebi tarafından inşa edilen Beyt Makdis, tarihte iki defa yıkıldı.

İlk yıkılış: MÖ 586 yılında Babil Kralı II. Nebukadnezar tarafından Kudüs kuşatılıp ele geçirilmiş, Tapınak yıkılmış ve Yahudiler Babil’e sürülmüştür (Babil Sürgünü).

İkinci yıkılış: İsa Nebinin vefatından sonra, MS 70 yılında Roma İmparatorluğu tarafından Kudüs kuşatıldı ve Titus komutasındaki Roma ordusu tarafından tamamen yıkıldı.

Söz konusu gölgeye Emevî halifesi Abdülmelik bin Mervan zamanında (691 yılında) bir mescidin inşasına başlatılmış ve oğlu Velid bin Abdülmelik döneminde (705 civarı) tamamlanmıştır. Halife Velid, söz konusu mescide, İsra Suresinde adı geçen Mescid’i Aksa’nın ismini vermiştir.

            Hristiyanlar genellikle belirli bir yöne yönelmeden dua eder. Ancak tarihsel ve sembolik olarak, birçok eski kilisede dua ederken Doğu’ya (Güneş’in doğduğu yöne) dönülür. Bu gelenek, İsa’nın gelişinin "Doğu’dan olacağı" inancına dayanır (Matta 24:27).

            Bazı mezhepler (özellikle Ortodokslar) de kiliselerini doğuya dönük inşa etmeye özen gösterir.

146. Kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler, onu (Kur’an’ı) kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar.1 Gerçekten de onlardan olan bir grup, bildikleri hâlde hak (gerçek) olanı gizlemektedir.

1 Burada kastedilen, Kur’an’dır. Ayete dikkat edilirse Nebimiz Muhammed’in akrabaları ve çevresi olan Mekke’deki müşriklerden değil; ehl-i kitaptan söz edilmektedir. Benzer ifade, 6:20 ayetinde de kullanılmıştır.

147. Hak (gerçek), Rabbindendir. O hâlde şüphe edenlerden olma!

148. Herkesin de yöneldiği bir yönü (bir gayesi) vardır. O hâlde hayratta (iyi, hayırlı işlerde) öne geçin! Nerede olursanız olun Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz ki Allah, her şeye Kadir’dir (her şeye gücü yetendir).

149. Ve nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir! Şüphesiz ki bu, Rabbinden gelen bir haktır. Allah da yaptıklarınızdan habersiz değildir.

150. Ve nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Nerede olursanız yüzlerinizi ona çevirin ki, zalimlerin dışındaki  insanların size karşı bir bahanesi kalmasın! O hâlde onlara karşı da huşu (saygı) duymayın. Bana karşı huşu duyun ki üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım. Belki hidayet (kılavuzluk) edilirsiniz.

151. Böylece aranızdan bir elçi gönderdik. Ayetlerimizi size okuyup aktarıyor ve sizi arındırıyor. Kitabı ve hikmeti de size öğretiyor. Bilmediklerinizi de size öğretir.

152. Öyleyse Beni zikredin (hatırda tutun, anın) ki sizi zikredeyim. Ve Bana şükredin ve küfretmeyin (ayetleri örtmeyin).

153. Ey iman edenler! Sabır1 ve salat (Allah’a yöneliş duası) ile yardım isteyin. Şüphesiz ki Allah sabredenlerle beraberdir.

 1 Sabır, kararlılık göstermek, zorluklara dayanmak, güçlü ve dirençli olmak, gibi anlamlara gelir.  Kur’an’da bildirildiğine göre Allah insanları korku, açlık, yoksulluk, yakınların ölümü, ürün kaybı (zarar, iflas vb) gibi musibetlerle imtihan eder. Sabretmek ise; Pes etmemek, zorluklara göğüs germeye çalışmak, yılgınlık göstermemek, direnç göstermek ve Allah’a tevekkül etmektir.

154. Allah yolunda katledilenlere de “ölüdürler” demeyin. Hayır! Onlar diridirler, fakat onun bilincinde değilsiniz.

155. Korku ve açlık gibi şeylerle de mallarınızdan, canlarınızdan ve ürünlerinizden eksiltmeyle de mutlaka sizi sınarız! Sabredenleri ise müjdele.

156. Kendilerine bir musibet geldiğinde “Şüphesiz ki bizler, Allah’a aitiz ve şüphesiz ki O’na döneceğiz.” dediler.

157. Rablerinden salavat (destekler) ve rahmet işte onlaradır. Hidayete erenler de işte onlardır.

158. Şüphesiz ki Safa ile Merve Allah’ın sembollerindendir. O hâlde kim evi (Kabe’yi) hacceder ya da umre yaparsa, o zaman onları tavaf etmesinde kendisi için bir sakınca yoktur.  Kim de gönülden bir hayır işlerse, bilsin ki Allah, kullarının şükrünün ve hizmetlerinin karşılığını verendir, her şeyi bilendir.

Safa ile Merve, Mekke’de Kâbe’nin yakınında bulunan iki tepeciğin adıdır. Tavaf: Bir şeyin çevresini dolaşma veya bir yeri ziyaret etmek demektir.

Hac kelimesi, Arapça’daki “bir şeyin etrafında dönmek, dolanmak” manasındaki hvc kökünden türetildiği belirtilir. Hac kelimesi, Arapça’da da “gitmek, yönelmek; ziyaret etmek” anlamlarında kullanılır. Ancak benzer bir kelime olan İbranice’deki “hag” kelimesi ise “bayram” anlamına gelmektedir.

159. İndirdiğimiz Kitap’ta (Tevrat, İncil ve Kur’an’da), insanlara apaçık beyan ettikten sonra, beyyineleri (apaçık kanıtları) ve hidayeti (yol gösteren bilgileri) gizleyenlere gelince: Şüphesiz ki Allah, işte onlara lanet eder; lanet edebilenlerin tümü de lanet eder.

160. Tevbe edip (tekrar Allah’a yönelip) kendilerini ıslah edenlere ve (gerçeği) beyan eden kimselere ise, işte onlara tevbe ederim (tekrar onlara yönelirim). Ben, Tevvâbur-Rahîm'im (Kuluna tekrar yönelenim, Merhametliyim).

161. Küfredip kâfir olarak ölenlere gelince: Şüphesiz ki Allah’ın, meleklerin ve tüm insanların laneti işte onların üzerinedir.

162. Orada kalıcıdırlar. Azapları onlardan hafifletilmez. Onlara mühlet de verilmez!

163. İlahınız da bir tek ilahtır. Ondan başka ilah (Yüce olan) yoktur! Râhmânir-Râhîm’dir (merhamet eden merhametlidir).

164. Göklerin (7 evrenin) ve  yerin yaratılışında da; gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde de; insanlara fayda sağlayan şeylerle denizde seyreden gemilerde de; ölümünden sonra toprağı diriltmesinde de; onda (yeryüzünde) tüm dabbelerden1 yaymak için gökten indirdiği suda da; rüzgârları yönlendirerek gökler ve yer arasında emre hazır bulutları evirip çevirmesinde de düşünen bir topluluk için ayetler (kanıtlar, ibretler) vardır.

1 Dabbe: Bunun ne olduğu hakkında birçok tartışma yaşanmıştır. Buna; virüs, taşıt, canlılar, hareket eden canlı, yürüyen canlı, sürüngen hayvan, topraktaki elementler ve bilgisayar gibi anlam verenler vardır. Bu nedenle bir çeşit hareket kabiliyeti olan her şeyi kapsadığı kanaati oluşmaktadır.

165. İnsanlardan bazıları, Allah’ın dışındaki bazı şeyleri (O’na) denk tutarlar; onları Allah’ı sever gibi severler. İman eden kimselerin Allah’a olan sevgileri ise daha güçlüdür. Zulmeden kimseler, azabı gördükleri anı bir görebilselerdi! Şüphesiz bütün kuvvet Allah’a aittir. Ve şüphesiz Allah’ın azabı çok şiddetlidir.

166. İşte O zaman kendilerine uyulan kimseler, kendilerine uyanlardan uzak durdular. Ve azabı gördüler ve aralarındaki bağlar koptu!

167. Uyanlar dedi ki: “Keşke tekrar (dünyaya) dönüş imkânımız olsaydı da (şimdi) bizden uzak durdukları gibi biz de onlardan uzak dursaydık!” Allah, yaptıklarını onlara artık bir hasret (keder, pişmanlık kaynağı) olarak gösterir. Onlar, ateşten çıkacak da değildirler.

168. Ey insanlar, yerde bulunanların helal ve tayyib (iyi, güzel, hoş) olanlarından yiyin. Şeytanın adımlarına da uymayın. Şüphesiz ki o, sizin için apaçık bir düşmandır.

169. Şüphesiz ki o, size kötülüğü,1 fahşayı2 (çirkin işi, hayasızlığı, büyük günahı) ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.

170. Onlara “Allah’ın indirdiğine uyun.” denildiği zaman da “Hayır! Atalarımızı neyin (hangi inancın) üzerinde bulduysak ona uyarız.” derler. Ataları, akıllarını kullanmamış ve hidayet (kılavuzluk) edilmemiş olsalar da mı?  

171. Kâfirlerin durumu, bağırış ve çağırıştan başka bir şey işitmediği hâlde bağıranlara benzer. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; artık akletmezler!

172. Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların tayyib (iyi, güzel, hoş) olanlarından yiyin. Sadece O’na kulluk (ibadet, hizmet) ediyorsanız, Allah’a şükredin!

173. Şüphesiz ki (Allah), size ölüyü (leşi), (akıtılmış) kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına ilan edilenleri1 (sunuları, yemekleri, ikramları) haram kıldı.2 O hâlde kim sıkıntı içindeyse, azgınlık yapmaz ve haddi aşmazsa (bu durum) onun için ism (Allah’ın yasakladığı her türlü söz, fiil ve kötü düşünce) değildir.2 Şüphesiz ki Allah Gafur’dur (Günahları Örten ve Bağışlayandır), Rahim’dir (Merhametlidir).

            1 “اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ” (uhille liğayrillâh) ifadesi de “Allah’tan başkası adına ilan edilen”, veya “Allah’tan başkası adıyla belirtilen” anlamlarına gelir. Allah’tan başkasının adıyla ilan edilenler de sunular, yemekler, kurbanlar gibi yapılan ikramlardır.

2 Bu ayetteki ifadeler, benzer sözcüklerle 4 yerde (2:173, 5:3, 6:145, 16:115) tekrarlanmaktadır. “akıtılmış kan” ifadesi de 6:145’te geçer. Yüce Allah’ın haram Kur’an’da haram kıldığı etler dışında başka etlerin de haram olduğunu iddia edenlere uymak şirktir ve puta tapmakla eşdeğerdir.

174. Şüphesiz ki Allah’ın Kitap’tan indirdiğini gizleyen ve onunla (kitap ile) az bir semen (dünyalık bir değer; para, mal, makam, çıkar) satın alan kimseler; işte onlar karınlarında ateşten başka bir şey yemeyenlerdir. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır.  Onlar için elem dolu bir azap da vardır.

175. İşte onlar, hidayet (kılavuz) karşılığında sapkınlığı, mağfiret karşılığında da azabı satın alan kimselerdir. Ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar!

176. Böyledir! Şüphesiz ki  Allah, Kitabı (Kur’an’ı) hak olarak indirdi. Kitap üzerinde muhalefet eden kimseler ise artık uzak1 bir ayrılık içindedir.

177. Birr (iyilik, doğruluk, erdem ve takva), yüzlerinizi doğu ya da batı yönüne döndürmeniz değildir. Ama birr, kişinin Allah’la, ahir (son, ahiret) günle, meleklerle, kitapla ve nebilerle iman etmesidir; akrabalara, yetimlere, miskinlere, yolda kalanlara, yardım isteyenlere ve rikablara (esir, köle, iflas etmişlere, hacizli olanlara) da sevdiği malından vermesidir; salatı (Allah’a yöneliş duasını) doğru ve istikrarlı biçimde yapmak ve zekâtı vermektir; ahdettiği zaman da ahitlerine vefalı olmaktır; zorlukta da sıkıntıda da musibet zamanında da sabretmektir. Muttakiler (Allah’a karşı sakınanlar), işte onlardır.

178. Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas (misilleme, bedel) yazıldı! Hür hürle, abd (hizmetkara) abd ile; kadın kadınla O hâlde kimin cezası (öldürülenin) kardeşi tarafından bir şey (bedel) karşılığında bağışlanırsa, artık maruf ile (meşru bir şekilde) davranmalı ve ona güzel şekilde ödenmelidir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Kim bundan sonra haddi aşarsa onun için elem verici bir azap vardır.

Kısas, bir suçluyu, başkasına vermiş olduğu kötülüğün aynısıyla cezalandırmak demektir. Ancak kısas (ölüm cezası), her öldürme vakası için geçerli değildir; kasıtlı olarak haksız yere işlenen suçlarda geçerlidir. İnsan öldürmenin karşılığının da ölüm olması hususu caydırıcılığı nedeniyle cinayet oranlarında düşüş meydana gelebilecektir. Bu nedenle 2:179’da “kısasta hayat vardır” ifadesine yer verilmektedir.

Kısas cezası, kişisel cinayetler ile ilgilidir. Kabilelerin, gurup ve devletlerin birbirine karşı açtığı savaşlarda öldürenler, kabile, gurup ve devletler arasında yapılan barış anlaşmasıyla affedilir. Savaşta ele geçen esirlerin kimseyi öldürüp öldürmediği araştırılmaz. Aksi takdirde barış anlaşmalarının pratikte gerçekleşmesi mümkün olmaz. (Kur’an; Son Ahit s:119)

179. Kısasta sizin için hayat vardır. Ey ulü’l-elbab (duruşu sağlam olanlar), belki takvalı (Allah’a karşı sakınan) olursunuz.

180. Birinize ölüm yaklaştığı zaman, bir hayır (iyilik, faydalı şey) bırakacaksa, ebeveyne (ana-babaya) ve yakınlara maruf ile (meşru bir şekilde) vasiyet etmek, muttakiler (Allah’a karşı sakınanlar) üzerinde bir haktır.

181. Artık kim işittikten sonra onu (vasiyeti) değiştirirse, bil ki artık onun ism’i (suçu, günahı, kabahati) onu değiştirenlerin üzerinedir. Şüphesiz ki Allah, Semi’dir (İşitendir), Alim’dir (Bilendir).

182. Artık kim vasiyet edenin adaletten ayrılacağından ya da kabahat işlemekten korkarsa, bu nedenle de (tarafların) aralarını ıslah ederse, bil ki artık ona günah yoktur. Şüphesiz ki Allah, Gafur’dur (Günahları Örten ve Bağışlayandır), Rahim’dir (Merhametlidir).

183. Ey iman edenler! Sizden öncekilere yazıldığı gibi size de siyam (oruç tutmak) yazıldı ki belki takvalı (Allah’a karşı sakınan) olursunuz.

 “صوم” (sâvm), Arapça’da bir şeyden kesin olarak sakınmak, korunmak demektir. Ayrıca dinginlik, hayvanın hasta hali, halsizlik, rüzgarın esmeyişi, durgunluk, konuşmamak anlamlarına da gelmektedir. Sâvm kavram olarak da gün boyunca yemekten, içmekten ve cinsel ilişkiden uzak durmak anlamına gelmektedir.

Tevrat’ta da “צ֔וֹם” (tsowm) şeklinde geçmektedir. “תענית” (ta’anit) Sözcüğü de ‘hem nefsi kırmak; nefsin/egonun isteklerini dizginlemek’ hem de ‘oruç tutmak’ anlamında kullanıldığını görüyoruz.

Türkçede kullanılmakta olan oruç kelimesi ise Farsça “rûz” lafzının Türkçeleşmiş halidir. Türkmencesi ise orazdır. Gitmekten, yürümekten ya da yemden kendini tutan, geri duran at için kullanılır. Görüldüğü üzere bu sözcüklerin, Kur’an’da geçen “sâvm” kelimesinin tam karşılığını vermemektedirler. Bu nedenle bu ifadelerin “sâvm” yerine kullanılmasının doğru olmadığı kanaati oluşmaktadır.

184. (Sâvm) sayılı günlerdedir. O hâlde sizden hasta veya yolculukta olanlar, başka günlerde sayısınca (sâvm eder). (Bunlardan) gücü yeten kimseler için, bir miskini (yoksulu) doyuracak fidye (bedel) de vardır. Artık kim bir hayır işlerse, bu kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz, sâvm etmeniz sizin için daha hayırlıdır.

185. Ramazan ayı, insanlar için hidayet (kılavuz) olan; hidayet ve furkan (Hak ile batılı, doğru ile yanlışı ayıran ölçü) içeren beyyineler (apaçık deliller) de bulunan Kur’an’ın indirildiği aydır. O hâlde, sizden kim o aya tanık olursa (erişirse), onda sâvm etsin! Kim de hasta olursa veya seyahatte ise, diğer günlerde sayısınca (sâvm etsin). Allah, sizin için kolaylık ister; sizin için güçlük istemez. Size hidayet etmesi için de sayıyı tamamlayın ve Allah’ı tekbir edin (yüceltin)!1 Belki şükredersiniz.

            1 Bu ayete istinaden Ramazan Bayramı’nda tekbirler getirilir.

186. Eğer kullarım Beni sana sorarlarsa, o zaman bil ki Ben yakınım. Eğer dai (dua eden) bana dua ederse, o zaman duasına karşılık veririm. O hâlde onlar da Bana karşılık versinler ve Benimle (Benim belirttiğim gibi) iman etsinler. Belki irşad olurlar (rehberlik edilirler).

187. Siyam (oruç) gecesinde kadınlarınızla rafes (cinsel ilişki/cinsel konuşmalar) yapmak size helal kılındı. Onlar sizin için elbisedir, siz de onlar için elbisesiniz. Allah, gerçekten de nefislerinize ihanet ettiğinizi (eşlerinize hileli yaklaştığınızı) bildi ve size tevbe etti (size yöneldi) ve size affetti. Artık onlarla ilişkide bulunun ve Allah’ın sizin için yazdığı (takdir ettiği) şeyleri isteyin. Fecrin (tan yerinin) beyaz ipliği, siyah iplikten ayırt edilinceye kadar da yiyin ve için. Sonra da geceye kadar sâvmı tamamlayın ve mescitlerde ibadete (itikafa) çekilmişken onlarla ilişkide bulunmayın! Bunlar, Allah’ın hudutlarıdır; o hâlde onlara (sınırlara) yaklaşmayın! Allah, ayetlerini insanlara işte böyle açıklıyor. Belki takva sahibi olurlar.

188. Mallarınızı da kendi aranızda batıl ile (haksız bir yolla) yemeyin! İnsanların mallarının bir kısmını da ism (suç, kabahat) ile yiyesiniz diye de bile bile ondan (maldan) hâkimlere sunmayın!

189. Sana hilalleri de soruyorlar. De ki: “O, insanlar için ve hac için zaman ölçüsüdür. Evlerinize arkalarından (habersiz bir şekilde ön kapı dışından) girmeniz de birr (iyilik, doğruluk, erdem ve takva) değildir. Fakat birr, takvalı (sakınan) olmaktır. Evlere de kapılarından girin ve Allah’a karşı takvalı (sakınan) olun! Belki kurtuluşa erersiniz.

190. Ve sizinle savaşan kimselerle siz de Allah yolunda savaşın. Ve sakın aşırı gitmeyin. Şüphesiz ki Allah, haddi aşanları sevmez.1

191. Onları (antlaşmayı ihlal edip size saldıranları) yakaladığınız yerde de öldürün ve sizi çıkardıkları yerden onları çıkarın! Fitne, öldürmekten daha şiddetlidir. Mescid-i Haram’da onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Fakat sizi öldürürlerse o zaman siz de onları öldürün. Kâfirlerin cezası (karşılığı) işte böyledir.

192. Eğer (savaşa) son verirlerse, o zaman bilin ki Allah Gafur’dur (Günahları Örten ve Bağışlayandır), Rahim’dir (Merhametlidir).

193. Ve fitne (karışıklık) kalmayıncaya kadar onlarla savaşın, din de Allah’ın olsun! O hâlde son verirlerse, o zaman zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.

194. Haram (yasaklı) ay, haram aya karşılıktır.1 Hürmetler (ihlâli yasak olan ödev, hak) de karşılıklıdır. O hâlde kim size saldırırsa, o zaman siz de onun misliyle (benzeriyle) saldırın. Ve Allah’a karşı takvalı (sakınan) olun. Ve bilin ki Allah, şüphesiz muttakilerle (sakınanlarla) beraberdir.

“Haram Aylar” ifadesi, Allah tarafından yasaklar konulmuş 4 ay için kullanılmaktadır. Söz konusu aylarda savaşmak yasaktır. Ancak bu yasak, o yasağa saygı gösterenlere uygulanır. Bkz: 2:191; 9:5, 36, 37.

Günümüz İslam dünyasında yaygın olan Haram Aylar, senesinin 7, 11, 12 ve 1. ayları olan Recep, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem’dir. Halbuki 2:197, 217; 9:2, 5, 36 ayetleri ve ayların isimleri incelendiğinde, kutsal ayların, birbirlerini izleyen Zilhicce, Muharrem, Safer ve Rabiül evvel (12, 1, 2, ve 3’üncü aylar) olduğu görülecektir.

195. Allah yolunda da infak edin (karşılıksız yardım ve destekte bulunun).  Kendi ellerinizle de kendinizi tehlikeye atmayın. Ve hasenat (iyilik, güzellik) yapın. Şüphesiz ki Allah, muhsinleri (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapanları) sever.

196. Allah için haccı ve umreyi tamamlayın. Eğer engellenirseniz, o zaman hediyeden1 kolayınıza geleni (verin). Hediye yerine varıncaya kadar da başlarınızı tıraş etmeyin. Sizden hasta olan ya da başından bir rahatsızlığı bulunan varsa (ve bu nedenle tıraş olursa), sâvmdan, sadakadan veya nusuktan (yapılması gereken ritüellerden; kurban, hediye veya sadakadan) fidye (versin). Güvenliğe kavuştuğunuzda ise, hac vaktine kadar umreden faydalanmak isteyen kimse, hediyeden kolayına geleni (versin). İmkân bulamayan ise, hac günlerinde üç gün; döndüğünüzde de yedi (gün) oruç tutsun. Böylece tamamı ondur. Bu, yakınları Mescid-i Haram’da olmayanlar içindir. Allah’a karşı da takvalı (sakınan) olun ve bilin ki Allah’ın cezalandırması (verdiği karşılık) çetindir.2

1 Hedy: hediye edilen, armağan olarak sunulan şey demektir. Ancak birçok çeviride “hedy” sözcüğü kurban olarak çevrilmektedir.  Oysa   Bu sözcük Kur’an’da 5 defa (2/196; 5/2, 95, 97; 48/25) geçmektedir.

2 Hac veya umre için yola çıkmak isteyen bir kimse yoluna devam edemeyecekse, bulunduğu yerde bir hediye vermeli. Hediye ihtiyaç sahiplerine teslim edildikten sonra da hac/umre görevini tamamlamış gibi artık saçını kesebilir.          

197. Hac, bilinen aylardadır.1 O hâlde kim o aylarda haccı kendine farz kılarsa, o zaman hac sırasında kadınla rafes (cinsel ilişki/cinsel konuşmalar) yapmasın; fasıklık da etmesin (Allah’ın emirlere aykırı davranmasın) ve cedelleşmesin (çekişmesin, kavga etmesin). Hayırdan her ne işlediyseniz, Allah onu bilir. Kendinize de azık edinin; bilin ki azığın en hayırlısı takvadır (Allah’a karşı sakınmaktır). Ey ulü’l-elbab (duruşu sağlam olanlar), Bana karşı takvalı (sakınan) olun!

1 Hac, Kutsal Aylar süresince herhangi bir zamanda yerine getirilebilir: Zilhicce, Muharrem, Safer ve Rebiülevvel (12, 1, 2, ve 3. hicri aylar). Siyasi otoriteler, Haccı kendi çıkarları için birkaç gün ile sınırlamaktadır. Bakınız: 9:36, 37.

198. Rabbinizin bir fazlını (lütfunu, cömertliğini) aramanızda sizin için bir sakınca yoktur.1 O hâlde, haram aylarda Arafat’tan aktığınız zaman Müzdelife’de Allah’ı zikredin (anın) ve O’nu size hidayet (kılavuzluk) ettiği gibi zikredin. Sizler de daha önce delalette (sapkınlıkta) olanlardandınız.

1 Bu cümlede haçta ticaret yapmanın bir sakıncasının olmadığının söylendiği belirtilmektedir.

199. Ardından, insanların aktığı yerden (Müzdelife’den Mina’ya doğru) siz de akın edin ve Allah’tan bağışlanma dileyin. Şüphesiz ki Allah, Gafur’dur (Günahları Örten ve Bağışlayandır), Rahim’dir (Merhametlidir).

200. Hac menseklerinizi (hacda yapılması gerekenleri) bitirince de atalarınızı zikrettiğiniz (andığınız, hatırda tuttuğunuz) gibi, hatta daha güçlü bir zikir ile Allah’ı zikredin. İnsanlardan bazıları ise: “Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver.” derler. Onun ahiretten bir payı yoktur!

201. Onlardan kimi de: ‘Rabbimiz! Bize dünyada da hasene (iyilik, güzellik) ver, ahirette de hasene ver ve bizi ateşin azabından koru.’ der.

202. İşte onlar için kazandıklarından bir nasip (takdir edilen pay, kısmet) vardır. Allah da hesabı çabuk görendir.

203. Sayılı günlerde de (Mina’da) Allah’ı zikredin (anın). O hâlde kim iki gün içinde acele edip (Mekke’ye) dönerse, bundan dolayı ona günah yoktur. Kim de (dönüşünü) ertelerse, takvalı (sakınan) olduğu takdirde ona da günah yoktur. Allah’a karşı takvalı olun ve bilin ki şüphesiz sizler, O’nun huzurunda toplanacaksınız.

204. İnsanlardan bazılarının dünya hayatı ile ilgili söylediklerine de hayret edersin. Kalbinde olana da Allah’ı şahit tutar. O, hasımların (düşmanca davrananların) en azılısıdır.

205. Eğer dönerse, arḍda (egemenliğindeki yerde) fesat çıkarmaya, ekini ve nesli yok etmeye çalışır. Allah da fesadı sevmez.

206. Allah’a karşı takvalı (sakınan) ol!” denildiğinde ise, izzeti (kendisini üstün görmesi) kendisini günaha sevk eder. Artık böylesine cehennem yeter. O, ne kötü hazırlanmış bir yerdir!1

207. İnsanlardan bazıları da Allah’ın rızasını kazanmak için nefsini (kendisini, kendinden olanları) satın alır!1 Allah da kullarına Rauf’tur (çok lütufkar ve şefkatlidir).

1 Kur’an çevirilerinde, bazı kelimelere bilerek ya da bilmeyerek farklı anlamlar verilerek bir çok ayetin anlamından saptırıldığı kanaati oluşmaktadır.

Bu husus ile ilgili en güzel örneklerden biri de bu ayette geçen “نَفْسَهُ” (nefsehu) ile “يَشْرِي” (yeşri) sözcükleridir.

“شري” (şeraye) kelimesi satın almak demektir.

 “can, ruh, varlık, insan, kişi vb” gibi anlamlara geldiği belirtilen “نَفْس” (nefs) sözcüğü ile ilgili aşağıdaki sözcüklerin de genellikle tek bir anlamı varmış gibi çevrildiğini görüyoruz;

“أَنْفُسِكُمْ” (enfusikum), kendi nefsiniz yani canlarınız, benliğiniz;

“أَنْفُسِهِمْ” (enfusihim), kendi nefisleri yani canları, benlikleri;

“أَنْفُسَهُمْ” (enfusehum), kendilerinden olanlar;

“أَنْفُسُكُمُ” (Enfusukum), sizden olanlar;

“أَنْفُسَكُمْ”  (enfusekum), nefisleriniz, yani sizden olanlar;

“أَنْفُسُهُمْ” (enfusuhum) de nefisleri yani onlardan olanlar.

Yukarıdaki açıklamalardan sonra bu ayetin şu şekilde anlaşılması gerektiği kanaatindeyiz: “İnsanlardan bazıları da Allah’ın rızasını kazanmak için kendilerinden olanları (esirleri, borç nedeniyle rehin kalmış veya tutuklanmış müminlere maddi olarak destek olup özgürlüklerine kavuşturursa, Allah da bunu yapan kullarına şefkatle davranır.”

208. Ey iman edenler! Hep birlikte silm’e (İslam’a, teslimiyete) girin ve şeytanın adımlarına uymayın.  Şüphesiz ki o, size apaçık düşmandır.

209. Eğer beyyineler (apaçık deliller) size geldikten sonra ayağınız kayarsa, o zaman bilin ki Allah Aziz’dir (mutlak güç ve otorite sahibidir), Hakîm’dir (hikmetle hükmedendir).

210. Yoksa onlar, Allah’ın ve meleklerin gölgeler içinden, buluttan çıkıp gelmesini ve işin bitirilmesini mi bekliyorlar? İşler ise Allah’a döndürülür.

211. İsrailoğullarına sor: Onlara ayetlerden kaç beyyine1 verdik? Kim, kendisine geldikten sonra Allah’ın nimetini (vahyi) değiştirirse, bilsin ki Allah’ın cezalandırması (verdiği karşılık) çetindir.

212. Küfreden (vahyi örten) kimseler için dünya hayatı ziynetlendirildi (donanımlı, süslü hale getirildi)1. (Onlar), iman eden kimselerle de alay ederler! Takva sahibi kimseler ise kıyamet gününde onlardan üstündür. Allah da dilediğine hesapsız rızık verir.

1 “Ziynet” (زينة) kelimesi Arapça’da genel olarak süs, güzellik, donatı, süs olarak kullanılan şeyler anlamına gelir. Diğer Sâmî dillerden olan  Aramice / Süryanice’de “zaynutha” (زينوثا) kelimesi süs, güzellik, ihtişam anlamına gelir. Akadca’da da “ṣēnu / zīnu” kökünden türeyen kelimeler de süs, donanım, takı, güzellik anlamına gelir.

213. İnsanlar tek bir topluluktu. Bunun üzerine Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak nebileri gönderdi. İhtilafa düştükleri konularda insanlar arasında hüküm vermeleri için de Kitabı hak (bir amaç) olarak indirdi. Ancak (kitap) verilmiş olanlar, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra aralarındaki kıskançlık ve ihtiras nedeniyle anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah da ihtilafa düştükleri hususlarda iman edenlere kendi izniyle hidayet (kılavuzluk) etti. Allah, istediği kimseyi sırat-ı müstakime (doğru olan yola) yöneltir.

214. Sizler, sizden öncekilerin başına gelenlerin bir benzeri sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız! Yoksulluk ve sıkıntı onlara isabet etmiş ve sarsılmışlardı. Hatta resul de onunla iman edenler de “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyorlardı. İyi bilin! Şüphesiz ki Allah’ın yardımı yakındır.

215. Sana, ne infak edeceklerini soruyorlar. De ki: “Hayır olarak infak ettiğiniz şey, ebeveynler (ana-baba), akrabalar, yetimler, miskinler ve yol oğlu (yolda kalmış çaresiz kişiler) içindir.1 Hayır (iyi ve doğru iş) olarak ne yapıyorsanız, şüphesiz ki Allah onu bilendir.”

            1 Kur’an’ı incelendiğinde infakın, zekatı da zorunlu ve gönüllü verilen sadakaları da kapsadığı görülür. Örneğin 63:10 ayetinde infak ile sadaka kastedilir. Bu ayette ise zekat kastedilir. Çünkü 17:26 ve 30:38 ayetlerinde de “Akrabaya, miskine ve yol oğluna hakkını ver...” haklarının verilmesi emredilmektedir. İnfak, elde edilen kazanca göre ayni ve/veya nakdi varlıkları kapsar.

Zekât verilecek kişiler bu ayette açıklanmaktadır. Zekât ayeti ise 6:141 ayetidir. Zekât ile ilgili açıklama 6:141’de yer alır.

Zekât, ayette belirtilen sıraya göre verilmelidir:

ı. Ana-baba,

ıı. Akrabalar (kardeşler de dahil),

ııı. Yetimler,

ıv. Miskinler, (Temel ihtiyaçlarını (beslenme, barınma, sağlık vb.) dahi karşılayamayan veya büyük zorluk çeken kişi)

v. İbnu’s-sebili “yol oğlu” demektir. Bu bir deyimdir. Seyahatte iken parasız kalmış olanlar, yolda kalmış olanlar, sığınmacılar ve mülteciler bu kapsama girmektedir.

216. Size kıtal (savaş) farz kılındı. O ise hoşunuza gitmez. Hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olabilir; hoşunuza giden bir şey de şer (kötü) olabilir. Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.

217. Sana haram ayda savaşmayı soruyorlar.1 De ki: “Onda savaşmak büyüktür (büyük günahtır). (İnsanları) Allah yolundan alıkoymaktır.  Onunla küfretmek (hakkı örtmek) ve Mescid-i Haram ve onun halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyüktür.2 Fitne (zulüm, işkence) de kitalden (savaştan, öldürmekten) daha büyüktür. Güçleri yeterse, dininizden döndürünceye kadar durmadan sizinle savaşırlar. Sizden kim dininden dönerse ve ölürse, o da kâfirdir! Bundan dolayı onların yaptıkları, dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Ateşin halkı da işte onlardır; onlar orada kalıcıdırlar.

1 Haram Aylar, Zilhicce, Muharrem, Safer ve Rabiül evvel (12, 1, 2, ve 3’üncü aylar) aylarıdır.

2 Mescid-i Haram yani Kabe ile ilgili olarak Allah’ın koymuş olduğu  yasaklar şunlardır:

ı-  Müşriklerin Kabe’ye yaklaşması: 9:28.

ıı- Kabe bölgesinde birilerini öldürmek, birileriyle savaşmak veya birilerine saldırmak: 2:191; 29:67; 27:91.

ııı- Kâbe’yi ziyaret etmek isteyen müminleri engellemek: 48:25; 22:55.

ıv- Kâbe’yi ziyaret etmek isteyen müminlerin ihramlıyken avlanması: 5:95, 96.

218. Şüphesiz ki iman eden kimseler, hicret eden kimseler ve Allah yolunda cihad eden kimseler, işte onlar Allah’ın merhametini umar. Allah da Gafur’dur (Günahları Örten ve Bağışlayandır), Rahim’dir (Merhametlidir).

219. Sana hamr1 (fermente içki, bilinci bulanıklaştıran her türlü içecek) ve meysir’i2 (kumarı, şans oyunlarını) soruyorlar. De ki: “Şüphesiz ki ikisinde büyük bir ism (suç, günah, kabahat) vardır. İnsanlar için bazı menfaatler (çıkarlar) de (vardır). Ancak onların günahı faydasından daha büyüktür.” Sana neyi infak edeceklerini (nelerle yardım ve destekte bulunacaklarını) de soruyorlar. De ki: “Affı!” Allah ayetleri size işte böyle açıklıyor. Belki düşünürsünüz.

1 Arapça “خ م ر” (hmr) kökünden türemiş olan bu ayetteki خمر (hamr) kelimesi, “alkollü içecek ve üzüm şarabı” gibi anlamlara gelir.  Mecaz olarak “sarhoşluk veren, örten, gizleyen” anlamında kullanıldığı da belirtilmektedir. Arapça’daki “hamr” sözcüğü ile eş anlamlı olan Süryanice (Aramice) kökenli “חֲמַ֣ר” (hamar) sözcüğü de “şarap” ve “fermente içki” anlamlarına gelmektedir. Bu ifade Tevrat’ın (Eski Ahit’in) Aramice bölümlerinde geçmektedir: Ezra, 6:9; 7:22; Daniel, 5:1, 2, 4, 23.

Bu kelimenin sadece “şarap” veya “içki” olarak çevrilmesi, ayetin kapsamını daraltmaktadır. Kur’an, alkollü içeceklerin bazı yararları olmasına rağmen zararlarının daha büyük olduğunu bildirir ve müminlere yasaklar (2:219; 5:90,91).

2مَيْسِرِ (meysir), “kolaylaşmak, kolay olmak” anlamındaki yesr kökünden türeyen bir kelimedir. Arap toplumunda oklarla oynanan bir şans oyununu ifade eder. Bu oyun, kesildikten sonra eti paylara bölünen bir hayvandan (çoğunlukla dişi deve) pay kazanmak amacıyla üzerlerinde pay ve risk değerleri yazılı, her biri ayrı isimle anılan belirli sayıdaki okların çekilmesi suretiyle oynanırdı.

Kelimenin terim anlamı, hem çaba göstermeden bir malı kolayca ele geçirmeyi hem de maddî kazanç sağlamayı ifade ettiği için sözlük manasıyla paralellik göstermektedir. Bir diğer görüşe göre ise meysir kelimesinin kökünde “bölüşmek” anlamı olup oyun için kesilen hayvan bölüştürüldüğünden bu şekilde adlandırılmıştır. Meysirde etlerin bölüştürülmesini yöneten kişiye yâsir yahut kaddâr, bu oyunu oynayan topluluğa eysâr (tekili yeser ve yâsir) adı verilir.

Kur’an’da üç ayette hamr ile birlikte zikredilen meysir, Bakara suresi 2/219 ayetiyle kınanmış, Mâide suresi 5/90-91 ayetleriyle de kesin olarak yasaklanmıştır.

Türkçede kullanılan kumar sözcüğü de Arapça’daki “القمار” (kımar) sözcüğünden türemiştir. Bu nedenle de Meysirin özel bir kumar türünü mü yoksa bütün kumar çeşitlerini mi kapsadığı ihtilaflı bir konu olmakla birlikte bu ayetlerle bütün kumar çeşitlerinin yasaklandığı kanaati daha güçlüdür.

220. Dünyada da ahirette de. Sana yetimleri de soruyorlar. De ki: “Onlar için ıslah etmek (durumlarını düzeltmek) hayırlıdır. Onlara karışırsanız, o zaman onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah da  fesat edeni ıslah edenden bilir (ayırt eder). Allah isteseydi sizi de sıkıntıya sokardı. Şüphesiz ki Allah Aziz’dir (mutlak güç ve otorite sahibidir), Hakîm’dir (hikmetle hükmedendir).

221. Müşrik kadınları da iman edinceye kadar nikahlanmayın! İman eden bir emet1 (ihtiyaç nedeniyle para veya iaşe karşılığı çalışan hizmetkar), beğenmiş olsanız bile müşrik kadından hayırlıdır! İman edinceye kadar müşrik erkekleri de (kızlarınızla) nikahlamayın! Mümin bir abd2 (kul/hizmetkar) de beğenmiş olsanız bile müşrikten hayırlıdır! İşte onlar (müşrikler) ateşe çağırırlar!3 Allah ise kendi izniyle (izin verdiklerini) cennete ve mağfirete (affa) çağırır.  İnsanlara da ayetlerini açıklar; belki zikrederler (hatırda tutarlar, anarlar).4      1 Cariye kelimesi Arapça olduğu hâlde Kur’an’da geçmez. Ancak maalesef bir çok kişi “emet/âmât” gibi kelimeleri cariye şeklinde çevirir. Oysa söz konusu kelime Sami dillerde kullanılan ortak kelimelerden biridir ve “אֲמָת” (âmât), genellikle daha zorlu işlerde, tarım işlerinde çalışan kız ya da kadın hizmetçi için kullanılır.

Bunların hakları şöyledir: “Bir adam kızını âmât olarak satarsa; o (kız), erkek kulların yaptığı gibi çıkmayacak (başıboş bırakılmayacak). Onu kendine (nişanlı, eş) belirleyen efendisini memnun etmezse, o zaman (efendisi) onu kurtaracak (onu özgür kılacak ve onun güvende kalmasını sağlayacak). Kendisine aldatıcı davrandığı için de onu yabancıya (mümin olmayana) satma hakkı yoktur.  Onu oğluyla evlendirirse, kendi kızlarına davrandığı gibi davranacak. (Efendisinin oğlu) kendisine başka bir eş (daha) alırsa, onun yiyeceğinden de giysisinden de vakit haklarından (evlilik haklarından) da eksiltmeyecek. Ve (efendisi) bu üçünü ona yapmazsa, o zaman (kız) ücretsiz olarak çıkacak (karşılıksız olarak serbest kalacak).” (Çıkış, 21:7-11).

2 Sâmî dillerde kullanılan ve İbranicede de “abd/ebed” (עבד) (çoğulu: abadim) olan sözcük, çalışmak anlamına gelen “bd” kökünden türemiştir.  “ebed” sözcüğü, “işçi” ve “efendisine hizmet eden; onun emirlerini yerine getiren memur/hizmetkar” anlamlarına gelmektedir.

Bu nedenle kulluk sistemini “Ücret karşılığı Çalışan Kullar” ve “Zorunlu Olarak Çalışan Kullar” şeklinde gruplara ayırmayı daha uygun gördük.

I- Ücret karşılığı Çalışan Kullar: Ücret karşılığına, bir evde veya sarayda çalışan tüm işçi ve memurlar bu sınıfa girmektedir. Bunlar kesinlikle hürdürler, sözleşmelerine uygun olarak da istedikleri zaman işlerinden ayrılabilirlerdi.

Bu ayetlerde (Başlangıç, 24:2-4) geçen ve İbrahim Nebinin, oğlunu evlendirmesi için yardım istediği ve kendisinden rica edip yemin ettirdiği kul (hizmetkar), bu statüde olan biridir.

Aynı şekilde; “Ve avimelek (kral) sabah erkenden kalktı ve tüm kullarını çağırdı ve tüm bunları kulaklarına anlattı ve adamlar çok korkmuştu.” (Başlangıç 20:8) ifadelerinin yer aldığı ayetten da kralın kulları ile onun emri altındaki önemli makamlardaki görevlilerin kastedildiğini anlıyoruz.

ıı- Zorunlu Olarak Çalışan Kullar:

a- Yahudi (İbrani/Mümin) Kullar (Hizmetkarlar): Bir erkek için iki yol vardır; Birinci yol; Kişi hırsızlık yaparsa, çaldığının karşılığını kesinlikle ödemelidir. Çaldığı mal –öküz, eşek ya da koyun– sağ olarak elinde yakalanırsa, iki katını ödeyecektir. Hiçbir şeyi yoksa, hırsızlık yaptığı için kul olarak satılacaktır (Çıkış, 22:4). Yahudi mahkemesi onu “Eved Ivri”, yani “İbrani abd (kul)” statüsünde satar ve elde ettiği geliri de mağdurun zararını ödemek için kullanır. (Yasanın Tekrarı, 15:12-18)

İkinci yol ise; Kişi geçimini sağlamakta zorluk yaşıyorsa, son çare olarak kendisini bu statüye satma seçeneğine sahiptir. İbrani olan kullar, 6 yıl kulluk edecek, ama 7’nci yıl karşılık ödemeden özgür olacak. (Çıkış, 21:2) Ayrıca İbraniler, kul olarak bir başkasına satılamazlar. (Levililer, 25/42)

Eğer bir adam İbrani kızını kul olarak satarsa, o kız ergenliğe girdiğinde özgür statüsü kazanır. Ancak özgür kaldığında gidecek yeri yoksa, erkek kullar gibi özgür bırakılmayacak ve efendisi ona ücret ödeyecek ya da kendi kızı gibi bakacak. (Çıkış, 21:7-9)

Borcu yüzünden kul (hizmetkar) durumuna düşen bir İbrani’ye efendilik edilmeyecek ve sert davranmayacak. Ona, yanında çalışan ücretli bir işçi ya da yabancı gibi davranılacak. (Levililer, 25/39, 40, 43, 46)

Borcu olan bir kişi, borcu karşılığında bir müddet kendisini veya ailesinden birilerini borçlu olduğu kişiye bir senet/vesika karşılığında satıp ona hizmetkarlık edebiliyordu.

İbrani asıllı olup borcu sebebiyle köle olanların köleliğine gelince; borcu ne kadar olursa olsun, yubil’in ilk yılında sonar ermektedir (Levililler, 25:41). Aynı durum, fakirler için de geçerlidir. O yılda toprağını ve mülkünü geri alır (Levililler, 25:10,13) ve kendi ailesinin yanına dönebilir (Levililler, 25:41)

“Yubil”, İbranicede “koç boynuzu” demektir. Yubil yılında araziler nadasa “dinlenmeye” bırakılır, bütün borçlar affedilir, sahiplenilmiş araziler ilk sahiplerine iade edilir ve fakirlik nedeniyle başkalarının yanında kul (hizmetkar) olarak çalışmak zorunda olan Yahudiler azat edilir. “Yubil” sözcüğü Latinceye “jubilaeus”, Fransızcaya da “jubile” şeklinde geçmiş.

b- Yahudi olmayan Kullar (Hizmetkarlar): Tevrat’a göre yabancılardan olan âmâtlar (kadın hizmetkarlar) ve kullar (erkek hizmetkarlar) satın alınabilir. Yahudi, onları miras olarak çocuklarına bırakabilir. Yabancılar sürekli olarak kul kalabilirler, çünkü onların kulluk edecekleri yılları kısıtlayan bir madde de yoktur. (Levililer, 25:44-46)

c- Savaş Esiri Kullar: Normalde savaşın galipleri, esirleri tasfiye ederken mübadele ve fidyenin dışında, müracaat edilen yöntemlerin başında da öldürme gelmektedir. Bu tasfiyenin bir başka yolu ise köle statüsüne sokup, öldürülmelerini engellemektir.

Tevrat da bugün bilinen anlamdaki kölelik sistemini kabul etmemektedir. O dönemlerde hapis sistemi de olmadığından dolayı  savaş esirleri de cezalarını aynı kulluk (işçilik) sistemiyle çekiyorlardı. (Sayılar, 31:25, 27). Savaş mahkûmlarının veya suçluların kulluk yıllarını kısıtlayan bir madde de yoktur. (Levililler, 25:46)

Kulların (Hizmetkarların) Tevrat’taki haklarından bazıları da şunlardır:

1- Kim, birini kaçırırsa, onu ister satmış olsun, ister elinde tutsun, kesinlikle öldürülecektir. (Çıkış, 21:16)

2- Kullar, efendilerinin ailesinden sayılırlar. Bunun için de Şabatta (cumartesi günü) çalıştırılmayacak (Çıkış, 20:10, 23:12; Yasanın Tekrarı, 5:14) ile dini bayramların (Yasanın Tekrarı, 16:11-14, 12:18) hak ve sorumluluklarını taşırlar.

3- Efendisi nelerden yiyorsa kulu da o ondan yiyecek. (Levililer 25:6)

4- Başkasının kuluna kötü davranmak suçtur (Çıkış, 20:17)

5- Kişi, kendisi ile ters düşen kul ve hizmetkarın hakkını yemeyecek. (Eyüp, 31:13, 14)

“Ey efendiler, gökte sizin de bir Efendiniz olduğunu bilerek kullarınıza adalet ve eşitlikle davranın.” (İncil, Koloseliler, 4:1)

6- Bir kişi erkek ya da kadın kulu değnekle döverken öldürürse, kesinlikle cezalandırılacaktır. (Çıkış, 21:20)

7- Efendisi tarafından gözü kör edilen veya dişi kırılan kadın veya erkek kul artık özgürdür. (Çıkış, 21:26, 27)

8- Sahiplerinin malı olmalarına rağmen kendileri başka mallara sahip olabilirler. Bir kul, eğer gücü yeterse, kendisi bedelini ödeyerek özgür kalabilir. (Levililer, 25/48, 49)

9- Kulun satın alındığı ücret, 6 yıla göre bölünecek ve kul geri kalan yılların ücretini ödeyebilirse özgürlüğünü geri alabilecek. (Levililer, 25/50-53)

10- Kul, özgür bırakırken, eli boş gönderilmeyecek. Efendisi ona davarlarından, tahıllarından ve şarabınızdan bol bol verecek. (Yasanın Tekrarı, 15:13, 14)

11- Bekâr geldiyse, yalnız kendisi özgür olacak; evli geldiyse, karısı da özgür olacak. (Çıkış, 21:3)

12- Efendisi kendisine bir kadın verir ve o kadından çocukları olursa, kadın ve çocuklar efendisinde kalacak ve yalnız kendisi gidecek. (Çıkış, 21:4)

13- Kullardan ergenliğe giren kızlar özgür statüsü kazanır. Ancak özgür kaldığında gidecek yeri yoksa, erkek kullar gibi özgür bırakılmayacak. Efendisi ya onu ücretli kul olarak ile çalıştıracak ya da kendi kızı gibi bakacak. (Çıkış, 21:7-9)

14- Efendisi kızla nikahlanırsa artık özgür sayılır. Ama nişanlanır sonra kızdan hoşlanmazsa, yabancıya satamaz. Kızın, kendi ailesi tarafından geri alınmasına izin verir. (Çıkış, 21:8)

15- Efendisi ikinci bir kadınla evlenirse, ilk karısını nafakadan, giysiden, karılık haklarından yoksun bırakmamalıdır. (Çıkış, 21:10)

16- Kul (hizmetkar) bir kızı oğlu ile nişanlarsa, ona kendi kızı gibi davranmalıdır. (Çıkış, 21:9)

17- Eğer efendisi ona kızı gibi bakmazsa ve ailesine göndermezse ve nafakasını, giysilerini karşılamaz, onu karılık haklarından mahrum bırakırsa o kız artık özgür olur. (Çıkış, 21:11)

18- Efendisinden kaçıp size sığınan kul, efendisine teslim edilmeyecek ve özgür bırakılacak. (Yasanın Tekrarı, 23/15, 16)

19- Çalışma şartlarından memnun olan kullar, borçları bittikten sonra bir maaş karşılığında aynı sahibin evinde çalışmayı isterlerse yaşamını aynı evde sürdürebiliyorlardı. Nitekim böyle yapanlar, evin sahibiyle ant içip eve (“Beyt”e) olan bağlılıklarının bir sembolü olarak kulaklarını delerlerdi (Çıkış, 21:5-6)

Yemin eden kullar, ailenin bir parçası sayılır ve belirli koşullara göre efendilerinin mirasçısı da olabilirler. (Çıkış, 12:45; Başlangıç, 15:3)

20- İman eden kullar sünnet edilir (Başlangıç, 17:27)

21- Tevrat’taki “hizmetkarlarınızı çocukları” ve “evinizde doğanlar” ifadesinden kulların çocuklarının da kul statüsünde olduğu anlaşılmaktadır. Sahibin çocukları gibi kulların çocuklarına da temel dini bilgiler vermek efendinin vazifeleri arasındadır.  Ancak bu kulun Museviliği kabul etme şartına bağlıdır (Çıkış, 23:12; Başlangıç, 17:12-13; Levililer 22:11)

Açıklama: Tevrat’ta kadın hizmetkarlar için “שִפְחָה” (şifha), “אֲמָת” (âmât), “פִֽלַגְשִׁ” (filegeş) ifadeleri kullanılmaktadır. Gelenekçi Müslüman din adamlarının, Arapça bir kelime “cariye” sözcüğü Kur’an’da geçmediği hâlde Kur’an’da geçen bazı kelimelere cariye anlamı verdikleri gibi; Yahudi din amları da bu sözcüklere, Talmud gibi kitaplarında cariye anlamı da vermiş ve Tevrat’ta kullanıldığından farklı şekilde anlamlar yüklemişler. 

            3 Bu ayet her türlü şirkin nikâha engel olduğunun delilidir.

4 İslam öncesi Arap toplumunda; savaş esirleri, memleketinden veya kervandan kaçırılmış olanlar, yüksek faiz veya başka bir nedenle borçlu duruma düşmüş kişiler köleleştirilir; alınıp satılır ve kadın olanları (cariyeler) da her türlü gayri ahlaki iş için de kullanılırdı.  İslam, ilk yıllarından bu kölelik sitemine ve cariyeliğe karşı çıkmış ve tamamen kaldırmıştır. Ancak Kur’an’da savaş hukuku gereği savaş esirlerinden söz edilmektedir. Onların da bedelli (ücret karşılığı) veya bedelsiz bırakılmaları (47:4), durumu müsait olanlarla özgürlük sözleşmesi yapılması (24:33), bazı kefaret (günah ve hataları örten, telâfi eden) uygulamalarında bazen ilk sıradaki seçenek olarak sunulması (4:92; 5:89; 58:3) gibi hususlar, savaş esirleri için de özgürlük yolları açmıştır. Hatta sadaka verilecek sekiz gruptan biri olması (9:60), iyilik ve takvada (duyarlılıkta) onlara yardımın öne çıkartılması (2:177; 4:36; 24:33) ve akabe denen sarp yokuşu aşmanın boyunduruk altında olanı özgürleştirmek olduğu (90:11-13) gibi ifadeler ile gayrimüslimlerin elindeki kölelerin ve savaş esirlerinin özgürleştirilmesi için müminlerin teşvik edildiğini görüyoruz. Ayrıca bu ayet ile de müminlerin müşrik biriyle evlenmesi yasaklandığını ve müminlerin mümin erkek veya kadın kölelerle nikah kıyarak evlenmesini, 23:32 ayetinde de maddi durumu olmayan kölelere maddi destek sağlayarak evlendirilmelerinin ve özgürlüklerine kavuşturulmalarının teşvik edildiğini görüyoruz.

Ancak maalesef gelenekçi Müslümanlar, Arapların cahiliye dönemindeki kölelik ve cariyelik sistemini meşrulaştırmak için hadisler uydurmuşlar, hatta istedikleri kadar cariye ile nikahsız cinsel birliktelikte bulunmayı bir hak imiş gibi göstermişlerdir. Bununla da yetinmemişler, Kur’an’da 4:25 ve 24:33 ayette geçen ve “gençleriniz” anlamına gelen “feteyâtikum” sözcüğünü; 4:3, 21, 24, 25; 16:71; 23:6; 24:31,33, 58; 30:28; 33:50, 52, 55 ve 70:30 ayetlerinde geçen ve “sözleşme ile emriniz altında olanlar” anlamına gelen “ma meleket eymanuküm” gibi ifadelerini de (erkekleri de kapsadığı hâlde) özellikle “cariye” şeklinde yorumlayarak ayetleri tahrif etmektedirler. Bazı müfessir ve alimler de bununla da yetinmemiş, mahrem konularla ilgili 4:3, 23:6, 24:31, 33:50 ve 33:55 gibi ayetlerde bu ifadelerle sadece “kadın köleler, cariyeler” kastedildiğini iddia ederek kendi görüşlerine yeniden yorum getirmektedirler. 

222. Sana regl dönemini soruyorlar. De ki: ‘O, bir eziyettir. O hâlde, regl döneminde olan kadınlara (cinsel olarak) uzak durun. Temizleninceye kadar da onlara yaklaşmayın. Temizlendiklerinde ise Allah’ın size emrettiği yerden (kadının cinsel organından) onlara yaklaşın. Şüphesiz ki Allah, tevbe edenleri de temizlenenleri de sever.’

223. Kadınlarınız sizin için bir ekinliktir.1 O hâlde ekinliğinize dilediğiniz şekilde varın;1 nefsiniz (kendiniz, sizden olanlar) için de (salih ameller, iyilikler, ahiret azığı) takdim edin (yapın, hazırlayın). Allah’a karşı da takvalı (sakınan) olun ve bilin ki şüphesiz Onunla buluşacaksınız.” Müminleri de müjdele!

            1 Bu ifadeyle kadın aşağılanmamış, aksine ‘insanın yaratıldığı öz’ anlamındaki toprak benzetmesiyle yüceltilmiştir. İnsan kadında yaratılır; dolayısıyla kadın verimin, üretkenliğin ve değerin kaynağıdır. ‘Ekim yeri’ ifadesi, ürün alınan yer olan rahme işaret eder. Dolayısıyla cinsel ilişkinin de ancak rahme ulaşan yoldan gerçekleşmesi meşru kılınmıştır.

224. Allah’ın adını anarak ettiğiniz yeminleri, birr¹ (iyilik, doğruluk, erdem), takvalı (sakınan) olmanız ve insanların arasını düzeltmeniz için bir engel yapmayın!1 Şüphesiz ki Allah, Semi’dir (İşitendir), Alim’dir (Bilendir).

1 Bu ayet her türlü iyiliği kapsamakta olup, önceden edilmiş yeminlerin iyilik yapmaya engel olmadığını hükme bağlamaktadır. Yanlış yeminlerin bozulması gerektiği 66:2’de de yer alır.

225. Allah, yeminlerinizdeki boş sözlerden dolayı sizi sorumlu tutmaz. Fakat kalplerinizin kazandıklarından (niyetinize göre) sizi sorumlu tutar. Allah, Gafur’dur (günahları örten ve bağışlayandır), Halim’dir (Azgın kullarına hemen ceza vermeyen; sabreden, gözeten ve affı bol olandır).

226. Kadınları üzerine ilâ’da bulunan (onların üzerine yemin eden) kimseler için dört ay mühlet (bekleme hakkı) vardır. Eğer (bu hatadan) dönerlerse, şüphesiz ki Allah, Gafur’dur (Günahları Örten ve Bağışlayandır), Rahim’dir (Merhametlidir).

Nebî'den sonra uydurulan mezheplerin âlimleri, kendi hükümleriyle sayısız ailenin dağılmasına sebep olmuşlardır. Bununla da yetinilmemiş; kızgınlıkla veya kazara sarf edilen bir sözden pişman olan ve eşiyle yeniden evlenmek isteyen kimseler, din adamlarından fetva almak zorunda bırakılmıştır. (Bkz. Bakara 2:229).

227. Eğer boşamaya kararlı iseler, o hâlde şüphesiz ki Allah, Semi’dir (işitendir), Alim’dir (bilendir).

228. Boşanan kadınlar da nefisleriyle (kendilerinden olanlarla) üç kur (adet/regl dönemi) beklerler.1 Eğer Allah ve ahir (son, ahiret) gün ile iman etmişlerse, o halde rahimlerinde Allah’ın yarattığını gizlemeleri2 onlar için helal değildir. Eğer barışmak isterlerse, kocalarının3 onları geri almada daha çok hakkı vardır. Onların (kadınların) da (kocaları) üzerinde maruf (vahye uygun, meşru) ve benzeri hakları vardır. Adamların da onların üzerinde bir derece fazla (hakkı vardır). Allah da Aziz’dir (mutlak güç ve otorite sahibidir), Hakîm’dir (hikmetle hükmedendir).

229. Talak (boşama) iki defadır. O zaman ya maruf ile (meşru, vahye uygun şekilde) barındırmak ya da güzellikle bırakmaktır. Kadınlara vermiş olduklarınızdan (hakları olan mehir ve hediyelerden) bir şey almanız da size helal olmaz. Ancak o ikisi Allah’ın koyduğu sınırlarını koruyamamaktan korkarlarsa, o zaman sizin de onların bu sınırları koruyamayacaklarından korkarsanız, kadının fidye (boşanmak için bedel, tazminat) vermesinde her ikisi için de bir günah yoktur. İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır! O hâlde onları aşmayın! Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa, zalim olanlar işte onlardır!1

1  Boşanmada hakem ve şahitlerin gerekliliğiyle ilgili olarak 4:35, 33:37 ve 65:2’nci ayetlerini de okumak gerekmektedir. Kadın ayrılmak isterse, biri kadının ailesinden diğeri de erkeğin ailesinden olmak üzere iki hakem görevlendirilir (4:35).  Hakemler kadının gerçekten birlikte yaşamak istemediği kanaatine varırlarsa, kadına yetki verirler. Hakemlerin kararına göre kadın eşinden aldığı mehir ve hediyelerin ya tamamını ya da bir kısmını vererek ayrılır.

230. Eğer (erkek ikinci kez) onu boşarsa, (boşadığı kadın) başka bir kocayla nikahlanmadıkça kendisine helal olmaz. Eğer (o koca da) onu boşarsa, Allah’ın sınırlarını doğru bir şekilde yerine getireceklerine inanırlarsa, yeniden birbirlerine dönmelerinde bir sakınca yoktur. İşte Allah’ın sınırları bunlardır; bilen bir topluluk için de bunları açıklamaktadır.

Yani koca, hanımını üç defa boşama yetkisine sahiptir. İslam’dan önce Araplar, karılarını istedikleri kadar boşar, belli bir süre sonra tekrar ona döner, yine boşar, yine döner, böylece 2:226’ncı ayette açıklanan ila’da (eşi üzerine yemin etmede) olduğu gibi bu yolla da kadına işkence ederler; ne ona hürriyetini verirler, ne de ona eş gözüyle bakarlardı.

231. Kadınları boşadığınızda ve böylece (üç aylık bekleme) sürelerinin sonuna geldiklerinde, ya maruf ile (meşru bir şekilde) tutun ya da maruf ile serbest bırakın. Onlara haksızlık edip zarar vermek için de onları tutmayın. Kim böyle yaparsa, kendi nefsine zulmetmiş olur. Allah’ın ayetlerini de alay konusu edinmeyin. Allah’ın üzerinizdeki nimetini de zikredin (hatırda tutun). Onunla öğüt vermeniz için Kitap’tan ve hikmetten indirdiklerini de (hatırda tutun). Allah’a karşı da takvalı (sakınan) olun ve bilin ki şüphesiz Allah, her şeyi bilendir.

232. Kadınları boşadığınızda ve böylece (üç aylık bekleme) sürelerinin sonuna geldiklerinde, ikisi kendi aralarında maruf bir şekilde anlaşmışlarsa, o halde onların kocalarıyla (tekrar) nikah yapmalarına engel olmayın.1 İşte bu, aranızdaki Allah ve ahir (sonraki) gün ile iman eden kimselere bir vaazdır (öğüttür, uyarıdır). İşte bu, sizin için en temiz (ethar) ve en arı (ezka) olandır. Allah bilir; siz ise bilmezsiniz.

233. Emzirmeyi tamamlamak isteyen valideler (doğuran anneler) evlatlarını iki tam yıl emzirirler. Onların maruf (meşru, uygun) şekilde beslenmesi ve giydirilmesi çocuğun babasına aittir. Bir kişi, gücünün yettiğinden fazlasından sorumlu tutulmaz. Anne de çocuğun babası da çocuğundan dolayı zarara uğratılmasın. Eğer (baba ölürse) onun benzeri (sorumluluklar) de mirasçının üzerinedir. Eğer anne ve baba aralarında rızayla ve istişareyle (sütten) ayırmak isterlerse, o zaman onlara bir engel yoktur. Eğer çocuklarınızı emzirtmek isterseniz, o zaman da maruf ile (meşru bir şekilde) verdiğiniz şeyi (ücreti) verdiğiniz sürece size cünah (engel, sakınca) yoktur.1 Allah’a karşı da takvalı (sakınan) olun ve bilin ki şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı görendir.

1 Yüce Allah boşanmış olmalarına rağmen çocuklarını emzirmeye devam eden kadınların hem gıdalarının hem de giyim ihtiyaçlarının örfe göre karşılanmasının babaların görevi olduğunu ifade etmektedir. Bu cümleden anlaşılacağı gibi, burada emzirmesinden söz edilen kadınlar boşanmış eşler olmalıdır. Aksi takdirde, onların gıda ve giyim ihtiyaçlarının karşılanmasının babalara ait olduğunu belirtmeye gerek yoktur. Söz konusu ihtiyaç babayı zor duruma düşürecek şekilde değil de hâkim tarafından örfe göre, babanın ekonomik durumu gözetilerek, mağduriyetlere sebep olmayacak şekilde ve belli bir standart esas alınarak yerine getirilmelidir. Nitekim 65:7’de şöyle buyrulmaktadır: “Geniş imkanı olan, varlığına göre nafaka ödesin. Durumu müsait olmayan da Allah ne verdiyse ondan versin. Allah, bir kimseyi, kendisine verdiğinden fazlasıyla sorumlu tutmaz. Allah, zorluğun ardından bir kolaylık yaratacaktır.” Boşanmış annelerin çocuklarının emzirilmesi sürecinde ihtiyaçlarını karşılamak çocuğun babasına aittir; ancak bu aidiyette örfe göre hareket etmek gerekmekte, babanın gücünün yetmeyeceği şeyler babadan istenmemelidir. Çünkü kişi kaldıramayacağı bir şeyle yükümlü tutulamaz, tutulmamalıdır.

234. Sizden vefat eden bir kimsenin bıraktığı karıları da kendilerini dört ay on gün gözetirler (iddet beklerler). Sürelerini (iddetlerini) bitirdiklerinde, maruf olanı kendileri için yapmalarında size bir engel yoktur.1 Allah da yapıyor olduklarınızdan haberdardır.

 1 Boşanan kadının bekleme süresi 3 ay iken (2:228 ve 65:4), kocası ölen kadının bekleme süresinin 4 ay 10 gün olduğu belirtilmektedir. Dul kalan hamile ise bundan istisnadır. Onun iddeti (bekleme süresi) çocuğu doğuncaya kadardır (2:228).

235. (İddet süresini bekleyen) kadınlara üstü kapalı bir şekilde evlenme teklifinde bulunmanızda1 veya bunu nefsinizde gizlemenizde size bir sakınca yoktur. Allah, o kadınları zikredeceğinizi (hatırda tutacağınızı, anacağınızı) şüphesiz ki bilendir. Fakat meşru olan dışında onlarla sakın gizlice vaatleşmeyin. Yazılmış olana ulaşıncaya kadar (iddet süresi bitinceye kadar) da onlarla nikah akdi yapmaya kalkışmayın. Bilin ki Allah, nefsinizdekileri (içinizden geçeni) bilir. O hâlde O’ndan sakının ve bilin ki şüphesiz Allah Gafur’dur (günahları örten ve bağışlayandır), Halim’dir (Azgın kullarına hemen ceza vermeyen; sabreden, gözeten ve affı bol olandır).

236. Henüz dokunmadan (Nikahlanan ancak henüz cinsel ilişkiye girmeden) veya ücret miktarını farz etmediğiniz (nikah akdi ile  mehir bedelini belirlemediğiniz) kadınları boşarsanız, size bir engel yoktur. Eli geniş olan (zengin), gücü oranında, (geçim) sıkıntısı olan da meşru bir geçimlikle onları faydalandırsın. (Bu) muhsinlerin (Allah rızası için karşılıksız iyilik yapanların) üzerinde bir haktır.

237. (Nikah akdi ve mehir bedeli) farz kıldıktan sonra, henüz kendilerine dokunmadan onları boşarsanız, farz kılınan şeyin (mehrin) yarısını1 (onlara bırakın). Ancak kadın (mehir hakkından) vazgeçer veya nikah bağı elinde olan (koca, mehri kadına) bağışlarsa, o zaman başka. Sizin (kocaların) affetmeniz (mehri kadına bırakmanız) ise takvaya daha yakındır. Aranızdaki fazlı (lütfu, cömertliği) da unutmayın.2 Şüphesiz ki Allah, yapmakta olduklarınızı görendir.

238. Salavatı (Allah’a yöneliş dualarını, elçiye ve müminlere yardım ve desteği) ve salatı vustayı1 muhafaza edin. Ve Allah için kanitin (gönülden itaat edenler, huşu içinde kulluk edenler) olarak kıyam edin (kalkın, ayakta durun)!

1 “وسط” (vesat) kelimesi, aslında “bir şeyin iki ucu arasındaki kendine ait kısmı” ya da “orta” anlamına gelir. Bu kelime, Arapça’da bazen “hayırlı, yararlı, üstün” gibi daha geniş anlamlarda da kullanılır. Bu nedenle, “وُسْطٰى” (vusta) kelimesi sadece “orta” değil, aynı zamanda “en üstün, en yararlı ve en hayırlı” anlamlarını da içerebilir. Kur’an’da “وسط” (vest) sözcüğünden türemiş 5 sözcük geçer: 2:143, 238; 5:89; 68:28; 100:5.

239. Eğer yaya veya binekli iken korkarsanız, o zaman güvene kavuştuğunuzda, bilmediklerinizi size öğrettiği şekilde Allah’ı zikredin (hatırda tutun, anın).

240. Sizden vefat eden ve geride eşler (dul kadınlar) bırakan kimseler, eşlerinin evlerinden çıkarılmaksızın bir yıl boyunca geçimliklerini sağlayacak bir vasiyet bıraksınlar! Eğer evlerinden çıkarılmadıkları hâlde kendileri çıkarlarsa, o zaman sizin için bir günah yoktur. Kendileri hakkında maruf olan bir şey yapmalarından dolayı da (sizin için bir vebal yoktur). Allah da Aziz’dir (mutlak güç ve otorite sahibidir), Hakîm’dir (hikmetle hükmedendir).

241. Boşanmış kadınların meşru bir şekilde geçimliklerini sağlamak da muttakilerin (Allah’a karşı sakınanların) üzerinde bir haktır.

242. Allah, aklınızı kullanasınız diye ayetlerini size işte böyle açıklar.

243. Binlerce (kişi) oldukları hâlde, ölümden korunmak için yurtlarından çıkan kimseleri görmedin mi? Bunun üzerine Allah, onlara “Ölün!” dedi. Ardından onları diriltti. Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı lütuf sahibidir. Ancak insanların çoğu şükretmez.

244. Allah yolunda savaşın ve bilin ki, şüphesiz Allah Semi’dir (İşitendir), Alim’dir (Bilendir).1

245. Kim, Allah’a güzel bir borç verirse, Allah onu kat kat fazlasıyla artırır. Allah, rızkı daraltır da genişletir de! O’na döndürüleceksiniz!

246. Musa’dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerini (melelerini) görmedin mi? Hani nebilerine: ‘Bize bir melik (kral) tayin et de Allah yolunda savaşalım.’ demişlerdi. (Nebileri) dedi ki: ‘Ya savaş size farz kılınır da (sonra) savaşmazsanız?’ Dediler ki: “Ne diye Allah yolunda savaşmayalım ki? Üstelik yurtlarımızdan çıkarıldık, çocuklarımızdan da (ayrı bırakıldık)!” Bunun üzerine kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç dönüverdiler. Allah da zalimleri iyi bilendir.1

            1 M.Ö. 1000 yıllarında Amalikalılar, İsrailoğullarına saldırdılar ve Filistin’in birçok bölümünü ele geçirdiler. O dönemde İsrailoğullarının kralı ve aynı zamanda nebileri olan Samuel çok yaşlanmıştı. Bu nedenle İsrailoğullarının büyükleri Samuel’e gittiler ve “Allah yolunda savaşacak bir hükümdar tayin et” dediler. Onlar da diğer milletler gibi kendilerini yönetecek bir kral istiyorlardı. Bu olay, Tevrat’ta, 1. Samuel Kitabının 4-12 Bablarında anlatılmaktadır.

247. Nebileri onlara dedi ki: “Şüphesiz Allah size kral olarak Talut’u gönderdi.”1  Dediler ki: “Nasıl olur da ona bizim üzerimizde krallık verilir? Oysa biz krallığa ondan daha layığız!  Üstelik ona servetten de bol verilmemiş!” Dedi ki: “Şüphesiz ki Allah, onu sizin için (kral) seçti; ona ilimde ve bedende de genişlik verdi!2 Şüphesiz Allah, mülkünü (krallığını) istediğine verir.  Allah Vâsi’dir (Nimeti, rahmeti ve ilmi) sınırsız olandır), Alim’dir (Bilendir).

248. Nebileri de onlara dedi ki: “Şüphesiz ki onun hükümdarlığının kanıtı, tabutun size gelmesidir.  Onda Rabbinizden bir sekine (teskin eden, huzur veren) ve Musa’nın ailesinden ve Harun’un ailesinden geride bıraktıklarından bir kalıntı vardır. Onu melekler taşır. Eğer müminler iseniz, şüphesiz sizin için bunda bir işaret vardır.”1

1 Tabut, Musa ve Harun’un evinin kutsal emanetlerini ihtiva ediyordu. Bunlar Musa’ya Sina dağında verilen levhalardı. Bunun yanı sıra Musa’nın rehberliğinde yazılan ve Tevrat’ın orijinal bir nüshası da vardı. Tabutta, gelecek İsrail nesillerinin atalarına çölde lütfettiği nimetler için Allah’a şükretmelerini sağlamak üzere bir şişe de (ballı gözleme/kağıt helva) vardı. Büyük bir ihtimalle Allah’ın bir mucizesi olan Musa’nın asası da bunlarla birlikteydi. Bu konu Tevrat’ta, I Samuel’in 4, 5, 6. bölümlerinde ele alınmaktadır.

249. Talut, askerleriyle (yurdundan) ayrıldığında dedi ki: “Şüphesiz Allah, sizi bir nehirle sınayacak! O hâlde Kim ondan içerse, bilsin ki artık benden değildir! Kim de ondan tatmazsa şüphesiz ki o bendendir; eliyle bir avuç alan hariç!” Böylece onlardan pek azı hariç ondan (doyasıya) içtiler. O ve onunla iman eden kimseler (nehri) geçtikleri zaman ise (sudan fazla içenler) dediler ki: “Bugün bizim Calut’a ve askerlerine karşı savaşacak takatimiz yok.” Allah ile buluşacaklarına kesin inanan kimseler ise dedi ki: “Nice az topluluk, Allah’ın izni ile çok sayıdaki nice topluluğa galip geldi. Allah da sabredenlerle beraberdir.”1

1 İsrailoğullarının su ile sınanmaları, Tevrat, I. Samuel 14:24-28 ayetlerinde anlatılmaktadır.

250. Calut ve askerleri göründüğü zaman da dediler ki: “Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı da sabit kıl. Kafirler topluluğuna karşı da bize yardım et!”

251. Böylece Allah’ın izniyle onları yenilgiye uğrattılar. Davud da Calut’u katletti. Allah da ona (Davud’a) mülk (krallık) ve hikmet verdi ve ona dilediği şeyleri öğretti. Allah, insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmeseydi, arḍ (egemen oldukları yer) bozguna uğrardı. Allah ise bütün alemlere karşı lütuf sahibidir.

1 Davud’un, savaşın başındaki düelloda Calut’u öldürmesi Tevrat’ta özetle şöyle anlatılır: Filistilerin şampiyonu olan Calut İsrailoğullarını tehdit ettiğinde, henüz bir delikanlı olan Davud da Talut’un ordusundaydı. Calut şöyle diyordu. “İsrail kuvvetlerine meydan okuyorum. Bir adam çıkarın karşıma da onunla dövüşeyim.” Bunu duyan İsrailoğullarının cesareti kırılmıştı; fakat Davud, Talut’a: “Onun böyle dik başlılık etmesine izin vermeyin, bırakın hizmetkârınız gitsin ve Filistilerle savaşsın” dedi. Talut izin vermedi, fakat Davud ısrar edince kabul etti. Calut onu görünce gençliğiyle alay etti ve: “Gel de senin etini gökteki kuşlara ve dağlardaki hayvanlara yedireyim” dedi. Buna cevap olarak Davud şöyle dedi: “Allah seni benim ellerime teslim edecek ve bütün dünya İsrail’in bir Allah’ı olduğunu anlayacak. Buradaki herkes de Allah’ın kılıç ve mızrakla korunmadığını öğrenecek. Savaş O’nun elindedir. Ve O, seni bize teslim edecek.” Daha sonra Davud onu öldürdü ve İsrailoğulları arasında çok meşhur oldu. Talut da kendi kızını onunla evlendirdi. Davud da Talut’tan sonra İsrail’in kralı oldu. (1. Samuel, 17 ve 18. bölüm)

252. İşte bunlar, sana hak olarak okuyup aktardığımız Allah’ın ayetleridir. Ve şüphesiz ki sen, elçilerdensin.

253. İşte bu elçilerin bir kısmını, bir kısmına (farklı yönleriyle) faziletli kıldık. Allah, onlardan bazılarıyla konuştu, bazılarının ise derecelerini yükseltti. Meryem oğlu İsa’ya da apaçık kanıtlar verdik ve onu Rûhu’l-kuds (Kutsal Ruh) ile destekledik. Eğer Allah isteseydi, onlardan sonraki kimseler, kendilerine apaçık kanıtlar geldikten sonra birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat onlar ayrılığa düştüler; böylece onlardan kimisi iman etti, kimisi ise küfretti. Eğer Allah isteseydi, birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat Allah istediği şeyi yapar.

254. Ey iman edenler! Ne bir satımın, ne bir dostluğun, ne de bir şefaatin olmadığı gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan infak edin (karşılıksız destek verin)! Küfredenler (hakkın üstünü örtenler) de zalimlerin ta kendileridir.”

255. Allah (Yüce olan Yüce), O’ndan başka ilah (yüce olan) yoktur. O, Hâyyr (hayatın kaynağı ve diri olan) ve Kayyum’dur (varlıkları ayakta tutan, yönetendir). O’nu ne uyuklama tutar ne de uyku. Semalarda (7 evrende, göklerde) ve arḍda (yeryüzünde, egemen olduğu alanlarda) ne varsa O’nundur. O’nun izni olmadan yanında kim şefaat edebilir ki? Onların önlerinde olanı da arkalarında olanı da bilir. İstediği hariç, kimse O’nun ilminden bir şeyi kavrayamaz. Onun kürsüsü (tahtı, otoritesi) semaları ve arḍı kuşatmıştır; onların koruması da O’na ağır gelmez! Ve O, Aliyyul-Azim’dir (Yüce olan mutlak güç ve otorite sahibidir).1

1 Bu ayet, “ayet’el-kürsî” olarak bilinir. Bu ayet Allah hakkında öyle yetkin bir bilgi verir ki, buna başka hiçbir yerde rastlanmaz.

256. Dinde zorlama yoktur. Artık rüşd (doğruluk, hidayet) ğayydan (sapıklıktan, batıldan) kesin olarak ayrılmıştır. Artık kim tağutu (yanlış otoriteyi, putları) küfreder (örter, reddeder) ve Allah ile iman ederse, işte o sağlam bir kulpa tutunmuştur. Allah, Semi’dir (İşitendir), Alim’dir (Bilendir).

257. Allah, iman eden kimselerin velisidir (yoldaşı, rehberi, koruyucusudur). Onları karanlıklardan nura (aydınlığa) çıkarır. Küfreden kimselerin evliyaları (yoldaşları, gözeticileri, kılavuzları) ise tağuttur; onlar da insanları nurdan karanlıklara götürür. Ateş halkı işte onlardır; orada ebedi kalacaklardır.

258. Allah, kendisine mülk (yetki, krallık) verdi diye, İbrahim ile  Rabbi hakkında delil sunarak iddialaşanı görmedin mi? İbrahim, “Benim Rabbim hem yaşatır hem de öldürür” deyince, “Ben de yaşatır ve öldürürüm!” dedi. Bunun üzerine İbrahim, “Bil ki Allah, Güneş’i doğudan getirir; öyleyse sen de onu batıdan getir!” deyince, o küfre sapan kişi donakaldı.1 Allah da zalim kavme hidayet (kılavuzluk) etmez.

1 Bu tartışmanın özünü anlamak için bazı noktaları bilmek gerekir:

Müşrikler, Allah’ı ilâhların en yücesi ve rablerin rabbi olarak görürlerdi, ama O’nu tek Rab ve ibadet edilecek tek ilâh olarak kabul etmezlerdi. Başka ilâhlar ve rableri Allah’a ortak koşmak, hemen tüm müşrik toplumlarda yaygındı.

Onlar ilâhlığı ikiye ayırmışlardı: tabiatüstü ilâhlık ve hükümde ilâhlık. Her türlü sonucu etkileyen tabiatüstü güçleri Allah’a atfeder, zorluk anında O’ndan yardım isterlerdi. Ancak melekler, cinler, yıldızlar gibi varlıklara da dua eder, onlara ibadet eder ve adaklar sunarlardı.

Sadece Allah’a ait olan, yani hayatın kurallarını koyma ve dünyadaki tüm işlerde mutlak yetkiye sahip olma hakkı, müşrik toplumlarda çoğu zaman iktidardaki kişilere veya gruplara devredilir. Hükümdarlar, otoritelerini ilâhi bir yetkiye dayandırarak güçlendirir. Din adamları da bu iddiayı savunur.

Nemrut, kendisini Irak’ın ve halkının mutlak hâkimi olarak görüyordu. Allah’ın varlığını veya evrenin yöneticisi olduğunu iddia etmedi. Onun anlayışı şuydu: “Ben ne dersem kanundur ve söylediklerimden başka kimseye hesap vermem.” Bu yüzden onu efendi olarak kabul etmeyenler asi sayılırdı.

İbrahim’in “Alemlerin Rabbini tek Rab olarak kabul ediyorum; O’ndan başka her şeyin rabliğini ve ilâhlığını reddediyorum” demesi, Nemrut’un bu iddiasını doğrudan tehdit ediyordu. Bu yüzden İbrahim, Nemrut’un önünde sorguya çekildi.

259. Veya o kimse gibi temelleri üzerine yıkılmış ve terk edilmiş beldeye uğrayanı (görmedin mi?) Dedi ki: “Ölümünden sonra Allah bunu nasıl diriltecek?” Bunun üzerine Allah, onu öldürüp 100 yıl sonra diriltti. (Allah ona) dedi ki: “Ne kadar süre ölü kaldın?” Dedi ki: “1 gün veya 1 günden daha az.” (Allah) dedi ki: “Hayır! 100 yıl3 kaldın! Buna rağmen yiyeceğine ve içeceğine bak; henüz bozulmamış. Bir de eşeğine bak! (Bu), seni insanlara ayet (işaret, kanıt) kılmamız içindir. Şu kemiklere de bir bak! Onları nasıl ayaklandırıyoruz, sonra da et giydiriyoruz.” Durum kendisine apaçık belli olunca dedi ki: “Biliyorum! Şüphesiz ki Allah, her şeye Kadir’dir (her şeye gücü yetendir).”

260. İbrahim de demişti ki: “Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster.” Dedi ki: “Yoksa iman etmiyor (inanıp güvenmiyor) musun?” Dedi ki: “Hayır! Fakat kalbimin mutmain olması (kalbimin yatışması, emin olması) için.” Dedi ki: “Öyleyse kuşlardan dördünü tut ve onları kendine alıştır. Sonra her dağın üzerine onlardan birer parça koy. Sonra onları çağır; sana hızlıca hareket edip gelecekler.” Ve bil ki şüphesiz ki Allah Aziz’dir (mutlak güç ve otorite sahibidir), Hakîm’dir (hikmetle hükmedendir).

261. Mallarını Allah yolunda infak eden kimselerin (karşılık beklemeden harcayanların) misali, yedi başak bitiren ve her bir başakta yüz dane (habbe, tahıl tanesi) olan bir danenin misali gibidir. Allah da istediğine kat kat verir. Ve Allah Vâsi’dir (sınırsız ilim, nimet ve rahmet sahibidir), Alim’dir (Bilendir).

262. Mallarını Allah yolunda infak eden, ardından da infak ettiklerini başa kakmayanlar ve (yardım ettiklerini) incitmeyen kimseler için Rableri yanında ecirleri (yaptıklarının karşılığı) vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar hüzünlenmeyecekler!

263. Maruf (vahye uygun, meşru) söz söylemek ve bağışlayıcı olmak, ardından eziyet edilen sadakadan daha hayırlıdır. Ve Allah Gani’dir (Zengin, her şeyin sahibidir), Halim’dir (Azgın kullarına hemen ceza vermeyen; sabreden, gözeten ve affı bol olandır).

264. Ey iman edenler! Allah ve ahir (sonraki) günü ile iman etmeyen, malını da insanlara gösteriş için infak eden kimse gibi, sadakalarınızı başa kakarak ve inciterek iptal etmeyin! Böylesinin misali, üzerinde toprak bulunan kayanın misalidir. Ona bir sağanak (yağmur) isabet ederse, o zaman (toprağı) onu terk eder ve çorak kalır; (böyleleri de) kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah da kâfirler topluluğuna hidayet (kılavuzluk) etmez.

265. Allah’ın rızasını kazanmak ve kendi nefislerini (benliklerini) güçlendirmek için mallarını infak edenlerin misali de, bir sağanak (yağmur) isabet ettiğinde kat kat ürün veren, sağanak (yağmur) isabet etmese de çisentisinin dahi yeterli olduğu yükseltideki bir cennetin (bahçenin) misalidir. Ve Allah, yapmakta olduklarınızı görendir.

266. Sizden kimse altında nehirler akan, içinde hurma ve üzüm ağaçları bulunan bir cenneti (bahçesi) olsun ister mi? İçinde her türlü meyveden de bulunan (bir bahçe). Kendisi ise yaşlanmış ve zayıf (bakıma muhtaç) çocukları var. O haldeyken, içinde ateş bulunan bir kasırga o bahçeye isabet etsin de her şeyi yakıp yok etsin. Allah, ayetleri size işte böyle açıklar; belki düşünürsünüz.1

1 Benzer bir tasvir de İncil’de yer alır: “(İsa) onlara, “Dikkatli olun!” dedi. “Her türlü açgözlülükten sakının. Çünkü insanın yaşamı, malının çokluğuna bağlı değildir.” İsa onlara şu benzetmeyi anlattı: “Zengin bir adamın toprakları bol ürün verdi. Adam kendi kendine, ‘Ne yapacağım? Ürünlerimi koyacak yerim yok’ diye düşündü. Sonra, ‘Şöyle yapacağım’ dedi. ‘Ambarlarımı yıkıp daha büyüklerini yapacağım, bütün tahıllarımı ve mallarımı oraya yığacağım. Kendime, ey canım, yıllarca yetecek kadar bol malın var. Rahatına bak, ye, iç, yaşamın tadını çıkar diyeceğim.’ “Ama Allah ona, ‘Ey akılsız!’ dedi. ‘Bu gece canın senden istenecek. Biriktirdiğin bu şeyler kime kalacak?’ “Kendisi için servet biriktiren, ama Allah katında zengin olmayan kişinin sonu böyle olur.” (İncil, Luca 12:14-21)

267. Ey iman edenler! Kazandığınız şeylerin tayyib (iyi, güzel, hoş) olanlarından ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan infak edin. Kendiniz için göz yummadan almayacağınız habis (pis, çirkin, kötü) şeylere de yönelerek onlardan infak etmeyin. Ve bilin ki şüphesiz  Allah Gani’dir (Zengin olandır), Hamid’dir (Övülen ve şükredilendir).

268. Şeytan (aldatan, saptıran) size fakirliği vadeder (muhtaç olmakla korkutur) ve fahşayı (çirkin işi, büyük günahları) size emreder. Allah ise katından size mağfiret (af) ve fazl (lütuf, cömertlik) vadeder. Ve Allah Vâsi’dir (Sınırsız ilim, nimet ve rahmet sahibidir), Alim’dir (Bilendir).

269. (Allah) hikmeti (yargıda bulunma kabiliyetini, bilgeliği) istediğine verir. Kime hikmet verilmişse, elbette ki çok hayır verilmiştir. Bunu da ulü’l-elbabtan (duruşu sağlam olanlar) başkası zikretmez (hatırında tutmaz, anmaz).

270. O hâlde bilin ki Allah, nafaka (geçim için verilen) olarak neyi infak ettiğinizi yada adak olarak neyi adadığınızı bilir. Zalimler için de yardımcı yoktur.

271. Eğer sadakaları açıktan verirseniz, ne güzel bir şeydir. Fakat onları gizler ve fakirlere verirseniz, o zaman bu sizin için daha hayırlıdır. Ve (Allah), kötülüklerinizden bir kısmını örter. Ve Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır.

272. Onlara hidayet (kılavuzluk) etmek sana ait değildir. Ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir. Hayır için infak ettikleriniz (yaptığınız harcamalar) kendiniz içindir. Sadece Allah’ın rızasını kazanmak için infak edersiniz ve hayırdan ne harcarsanız, karşılığı size eksiksiz olarak verilir. Sizler asla haksızlığa da uğratılmazsınız.

273. (İnfak), Allah yolunda mahsur bırakılmış (engellenmiş) fakir kimseler içindir. (Onlar) arḍda (bulundukları bölgelerde) dolaşmaya güç yetiremezler. Bilmeyenler, iffetlerinden (istememelerinde) dolayı onları zengin sanır. Onları simalarından tanırsın! Israrla insanlardan istemezler.1 Hayırdan ne infak ederseniz, bilin ki Allah onu bilir!

1 Yüce Allah, insanların yapacakları yardımın verecekleri sadakaların kimlere ulaştırılması gerektiğini ifade etmektedir. Bu çerçevede sadaka ve infakın fakirlere yönelik olması gerektiği hükme bağlanmakta, bu kişilerin “beş” sıfatı bildirilmektedir;

ı- Allah yolundaki gayretlerinden dolayı mahsur kalmış (iaşesi için çalışmaya zaman bulamayan)

ıı- Yeryüzünde dolaşıp iş aramaya güç yetiremeyen veya yoksun bırakıldıkları veya engellendikleri için iş bulamayan,

ııı- Onurlu tavırlarından dolayı onları zengin sanır,

ıv- Simalarından anlarsın,

v- Kimseden ısrarla bir şey istemezler.

274. Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık infak eden kimselerin ecirleri (yaptıklarının karşılığı) Rablerinin yanındadır. Onlar için korku yoktur ve onlar hüzünlenmeyecekler!

275. Riba1 (yüksek faiz) yiyen kimseler, şeytan çarpmış kimselerin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların “şüphesiz satış yapmak da riba gibidir.”2 demelerinden dolayıdır. Allah, satış yapmayı helal kılmış, ribayı ise haram kılmıştır. O hâlde Rabbinden bir vaaz (öğüt, uyarı) geldiğinde, kim (ribadan) vazgeçerse, o zaman geçmişte yaptığı4 onundur. İşi (yapmış olduklarının hükmü) ise Allah’a kalır! Kim de (tefeciliğe) dönerse, işte onlar ateş halkıdır; onlar orada kalıcıdır.

            1 Riba kelimesi “artmak, fazlalaşmak, kabarmak, yükselmek” gibi anlamlara gelen “رَبَا” (râba) kelimesinden türemiştir. Bu ifade İbranice’de de “תַּרְבִּית” (rabah) şeklinde geçmektedir ve yüksek olan, artırılmış, yükseltilmiş faiz ile borç vermek, yani tefecilik yapmak demektir.  Yüksek sayılmayan faiz kelimesi ise נֶשֶׁךְ (nashak) şeklinde geçmektedir.

 Hem riba (tefecilik) “תַּרְבִּית (rabah)” hem de faiz נֶשֶׁךְ (nashak) sözcüklerinin birlikte geçtiği bazı Tevrat ayetleri:

Faiz ile ve tefecilik ile malına mal katan, onu yoksullara acıyan (yoksulları kayıran) için biriktirir.” (Özdeyişler 28:8)

“hiçbir şeyini faiz ile vermedi ve tefecilik yapmadıysa, haksızlıktan da elini çektiyse ve iki kişi arasında adaleti yerine getirdiyse; kanunlarıma uyduysa ve hakikate uygun yaşamak için hükümlerime bağlı kaldıysa, o gerçekten doğru biridir. Mutlaka yaşayacaktır.’ Adonay (Rab, efendi) Yahve’nin sözü.” (Hezekiel 18:8, 9)

Tefecilik yaparak yüksek faiz almıştır. O kesinlikle yaşamayacaktır.” (Hezekiel 18:13)

“Mazluma sıkıntı vermedi, tefecilik yaparak faiz almadı, hükümlerime ve kanunlarıma uydu…” (Hezekiel 18:17)

“Senin içinde kan dökmek için rüşvet aldılar. Tefecilik yaparak faiz aldın, komşularını dolandırarak zorbalıkla kazanç edindin ve Beni unuttun.’ Adonay (Rab, efendi) Yahve’nin sözü.” (Hezekiel 22:12)

Ayrıca: Tevrat ve İncil’de, ticaret gibi işler nedeniyle verilen yüksek olmayan faiz yasaklanmadığını görüyoruz. Buna rağmen ihtiyaç sahibi mümin bir fakire düşük faizli borç verilmesinin de menedildiği hususunda Hıristiyan ve Yahudi çevrelerde münazaraların olduğu da unutulmamalıdır.

Kredilerdeki aşırı faizin bütün bir ülkeyi tamamen yok edebileceği yerleşmiş ekonomik bir ilkedir. Son birkaç yılda aşırı faiz uygulanan birçok ülke ekonomisinin mahvoluşuna tanık olduk. Kimsenin mağdur edilmediği ve herkesin tatmin olduğu normal faiz (% 20’den az) tefecilik değildir. (Kur’an-Son Ahit, s:26) Bu ifadelerin yayınlandığı 1989 yılında ABD’nin yıllık enflasyonu % 4,8 civarındaydı. Dolayısıyla enflasyonun en fazla % 15 üzerinde olan kredi tefecilik kapsamına girmediği değerlendirmesi yapılmıştır.

 2 بيع “bey’” satım demektir. Yani, bir malı bir değer karşılığında başkasına satma işidir. Bazı çevirilerde “bey’” sözcüğü “alış-veriş” veya “ticaret” şeklinde çevrilmiştir. Bunun doğru bir çeviri olmadığı kanaatindeyiz. Çünkü “bey” sözcüğü ile “ticaret” yani alışveriş sözcükleri 27:37 ayetinde birlikte kullanılmış olduğunu görüyoruz.

276. Allah, ribayı (yüksek faizi) siler (yok eder). Sadakaları ise artırır. Allah, âsiym (suçlu, günahkar ve kabahatli) olan kafirlerin tümünü de sevmez.

277. Şüphesiz ki iman eden, salih ameller (doğru, yapıcı, erdemli fiiller) işleyen, salatı (Allah’a yöneliş duasını, elçiye ve müminlere yardımı, onlara destek olmayı) doğru ve istikrarlı bir şekilde yerine getiren ve zekât veren kimseler, işte onlar için Rablerinin yanında ecirleri (yaptıklarının karşılığı) vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar hüzünlenmeyecekler!

278. Ey iman edenler! Allah’a karşı takvalı (sakınan) olun. Müminler iseniz, ribadan kalan kısmını da bırakın (almayın)!

279. Eğer böyle yapmazsanız, o zaman Allah ve elçisi tarafından (tefecilere karşı açılan) savaşı bilin! Eğer tevbe ederseniz, malınızın aslı sizindir. (Böylece) ne zulmedersiniz ne de zulme uğrarsınız.

280. Eğer (borçlu) dardaysa, o zaman bir kolaylığa kadar bekleyin. Bilin ki, tasadduk etmeniz (alacağınızı bağışlamanız) sizin için daha hayırlıdır.

281. Allah’a döndürüleceğiniz gün için de takvalı (sakınan) olun. Sonra her nefse kazandığının karşılığı tam verilecek, onlara haksızlık da edilmeyecek!

282. Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süreye kadar birbirinize borçlandığınız zaman, onu yazın. Kâtip onu aranızda adaletle yazsın. Kâtip, Allah’ın kendisine öğrettiği gibi yazmayı reddetmesin ve (gerçeği olduğu gibi) yazsın. Üzerinde hak olan (borçlu) kişi de yazdırsın ve Rabbi olan Allah’a karşı takvalı olsun; borcundan da hiçbir şey eksiltmesin (eksik yazdırmasın). Üzerinde hak olan (borçlu) kişi, eğer sefih (beceriksiz, aklı kıt, bunamış) veya zayıf (aciz, hasta vb) ya da yazdırmaya gücü yetmeyen kimse ise, o zaman velisi (yoldaşı, rehberi, gözeticisi) adaletle yazdırsın. Adamlarınızdan da iki tanık tutun. Eğer iki adam yoksa, o zaman tanıklıklarından razı olacağınız bir adam ve iki kadın; kadınlardan biri yanılırsa, diğeri ona hatırlatsın. Tanıklar çağrıldıkları zaman da (tanıklık etmeyi) reddetmesinler! Küçük veya büyük hiçbir şeyi, eceline (belirlenmiş tarihine) kadar yazmaktan üşenmeyin. Böyle yapmanız, Allah katında en adaletli, tanıklık için de en sağlam, şüpheye düşmemeniz için de en uygun olandır. Ancak aranızda hemen alıp vereceğiniz peşin bir ticaret olursa bu hariç; o zaman onu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur.  Karşılıklı (yüz yüze) satış yaptığınızda da tanık tutun; yazana da tanıklık edene de zarar verilmesin. Eğer yaparsanız (zarar verirseniz) bilin ki o haktan sapmaktır. Allah’a karşı da takvalı olun. Size öğreten Allah’tır. Ve Allah, her şeyi bilendir.

283. Eğer seferde (yolculukta) iseniz ve yazacak birini de bulamazsanız, o zaman tutulan rehinler (ipotekler yeterlidir). Eğer birbirinize güvenmişseniz, o zaman kendisine güvenilen, üzerindeki emaneti ödesin ve Rabbi olan Allah’a karşı takvalı (sakınan) olsun. Tanık olduğunuz şeyi de gizlemeyin. Kim onu izlerse, bilsin ki artık onu gizleyenin kalbi âsiymdir (suçtur, günahtır ve kabahattir). Allah da yaptıklarınızı Bilendir.

284. Semalarda (7 evrende, göklerde) ve arḍda (yerde, egemen olunan yerlerde) ne varsa Allah’ındır. İçinizdekini açığa vursanız da gizleseniz de, Allah sizi onunla hesaba çeker.1 İstediği kimseye mağfiret eder, istediği kimseye de azap eder. Ve Allah, her şeye Kadirdir (her şeye gücü yetendir).

285. Elçi, Rabbinden kendisine indirilen şey ile iman etti; müminler de! Hepsi, Allah, melekleri, kitapları ve elçileri ile iman etti. (Dediler ki:) “O’nun elçilerinden kimseye ayırım yapmayız”1 ve dediler ki: (Çağrıyı) İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz, bizi bağışlamanı dileriz! Dönüş de Sanadır.”

1 Kur’an’da, “nebî” ve “resûl” kavramları ile ilgili olarak yapılan araştırma neticesinde şu kanaatlere varılmaktadır:

1- “Nebi” ve “resul” iki ayrı kavramdır. (19:51,54; 33:40)

2- Nebilere kitap (ayetler, sahifeler) verilmiştir. (6:83-89; 3:79; 45:16) Resuller ise, kendilerine bildirilen vahyi tebliğ etmekle görevlendirilen elçilerdir. (5:67,99;7:68; 33:39; 36:17; 72:23)

3- Nebiler, Allah adına hüküm veren ve Allah’ın vekili değil; Allah’ın emir ve nehiylerini duyuran elçilerdir. (7:203; 10:15; 46:9)

4- Nebiler, kendilerine emredilen şeylerin üstünde değildirler; yani kendileri de okudukları vahyin muhataplarıdırlar. (7:203; 46:9)

5- Nebilerin, vahye herhangi bir şey eklemesi veya bir şeyi çıkarması (veya gizlemesi) mümkün değildir. (10:15)

6- Kur’an’da 22 kişi için “Nebi” ifadesi kullanılmıştır. Bunlar; Adem, İdris, Nuh, İbrahim, İshak, İsmail, Yakub, Eyyub, Musa, Harun, Davud, Süleyman, Yusuf’, Zekeriya, Yahya, İsa, İlyas, Elyesa, Yunus, Lut, Zülkifl ve Muhammed. (3:3; 6:83-89; 7:157; 16:44,64)

7- Kur’an’da ‘Nebi’ ifadesi kullanılmayan ve sadece ‘Resul’ oldukları belirtilenler; Hud, Şuayb ve Salih’tir (26:124, 125; 142, 143; 177,178).

8- Allah katında resuller ve nebiler arasında bir derecenin olduğu; ancak insanların, onlardan hiçbirine ayırım yapmamaları gerektiği belirtilmektedir. (2:285; 3:84)

9- Muhammed, bütün insanlığa gönderilen hem bir resul hem de bir nebidir. Nebilerin de mührüdür (sonuncusudur), ondan sonra nebi gelmeyecektir. (33:40)

10- İnsanlar dışında, melek ve cinlerden de resuller (elçiler) bulunmaktadır. (22:75; 3:179; 42:13; 6:130,131)

286. Allah, bir nefse gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez. Her ne elde ettiyse kendisinindir; her ne elde ettiyse onadır. “Rabbimiz! Unutursak veya hata edersek (suç işlersek) bizi sorumlu tutma. Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de yük yükleme. Rabbimiz! Takatimizin yetmeyeceği şeyleri de bize yükleme. Bizi affet, bize mağfiret et ve bize merhamet et. Mevla’mız (Efendimiz, koruyucumuz, nimet verenimiz) Sensin. O hâlde kâfirler topluluğuna karşı da bize yardım et.”1

1 5:48, 6:165 ve 65:7 ayetinde yer alan bilgiye göre “Yüce Allah insanlara ne kadar imkân vermişse herkesi verdiği imkân kadar imtihana tabi tutacaktır.” Esasında bu tür ifadelerin hepsi devam eden cümledeki şu duanın da kabul edildiğinin bir delilidir: “Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme; bizi onlarla sorumlu tutma!” Bazılarının sandığı veya iddia ettiği gibi mahşerdeki sorgulama standart değildir; herkese aynı sorular da sorulmayacaktır. Aksi takdirde tam bir adaletsizlik söz konusu olur ki Rabbimiz hem adaletsizlikten hem de haksızlıktan uzaktır.