Sure, Mekke döneminde
indirilmiştir ve iniş sırasına göre 41. suredir. Adını, ilk ayetindeki
harflerden almaktadır. Sure 83 ayettir.
Rahmânir-Râhîm
(Merhamet eden
Merhametli) Allah’ın Adıyla
1.
Ya, Sin.
“Ya
Sin” ‘Başlangıç Harfleri’ ile başlayan bu surede; 237 tane “Ya” ve 48
tane de “Sin” harfi vardır. Bunların toplamı 285’tir ve bu da 19’un tam 15
katıdır.
Bizim neslimiz,
Kur’an’daki iki büyük mucizeye tanıklık etme ayrıcalığına sahiptir: olağanüstü
bir matematiksel kod ve eşsiz bir edebi mucize. İnsanlar, matematiksel bir
düzenlemeye sahip bir metin yazmaya çalıştığında, bu genellikle metnin edebi
kalitesini olumsuz etkiler. Ancak Kur’an, bu matematiksel kodun yanı sıra,
edebi mükemmeliyet açısından da eşsiz bir standart sunmaktadır.
2. Ve
hâkîm olan Kur’an’a (andolsun ki).
“حَك۪يمِۙ” (hâkîm) sözcüğü “hikmet
sahibi olan, her şeyin en doğru ve en uygun şekilde bilen” gibi anlamlara gelir.
Hikmet de “derin ve yararlı bilgi”, “manayı idrak etmek (bilmek, anlamak,
kavramak)”, “yargıda bulunma (hüküm verme) kabiliyeti”, “ustalık” ve “bilgelik”
anlamlarına gelir.
3. Şüphesiz
ki sen, kesinlikle resullerdensin (elçilerdensin);
Nebi (peygamber), kendisine yazılı
ayetler (suhuf veya kitap) indirilen elçidir. Resul (elçi) ise
kendisinden önce indirilen kitaplara davet eden ve onları açıklayan bir
elçidir. Tüm nebiler aynı zamanda resuldür; ancak tüm resuller nebi değildir.
Muhammed, nebilerin hatemidir (mührüdür, işaretidir).
4.
Sırat-ı Müstakimin (istikamet üzere olan, dosdoğru olan yol) üzerinde.
5. Azizir-Râhîm’den (merhamet eden mutlak Güç Sahibinden) indirilmiş.
6.
Ataları uyarılmamış, bu nedenle gaflet içinde olan bir kavmi (toplumu)
uyarman içindir.
7. Andolsun
ki onların çoğu üzerine söz (karar, hüküm) hak (gerçek)
oldu. Bundan dolayı onlar iman etmezler.
8. Elbette
ki Biz, onların boyunlarına prangalar
yaptık. Böylece çenelerine kadar… Bu nedenle onların kafaları kalkıktır.
9. Ve
önlerine bir set, arkalarına da bir set yaptık. Böylece onları kuşattık. Onlar,
bundan dolayı görmezler.
10. Ve
onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir. İman etmezler.
11. Sen
ancak zikre (hatırlatıcı
olan vahye) tabi olan kimseyi ve gıyabında (görmediği halde) Râhmân’dan
haşyet (derin saygı, içten sevgi) duyan kimseyi uyarabilirsin. Bu
nedenle onu bir mağfiret (bağışlanma) ve kerim (değerli, saygın)
bir ecir (karşılık) ile müjdele.
12. Şüphesiz
ki Biz, ölüleri Biz diriltiriz. Önden takdim ettiklerini de eserlerini (geride
bıraktıklarını) de yazarız. Her şeyi de bir imam-ı mübinde kayıt altına
aldık.
İmam-ı
mübin; her şeyin ayrıntılı olarak içine kaydedilen ve her şeyi açıklığa
kavuşturan (açık ve belirgin) olan ana sicil defteridir.
13. Ve
elçiler gönderdiğimiz
şehir halkını onlara örnek ver.
“ضْرِب” (darb)
sözcüğü, bağlama göre “vurmak”, örnek vermek”, “iz bırakmak”, “yönelmek”, “gitmek”
anlamlarına gelir.
14.
Onlara iki elçi göndermiştik. Böylece onları yalanladılar. O zaman (o iki elçiyi) üçüncü ile aziz kıldık
(yücelttik, onurlandırdık). Bunun üzerine dediler
ki: “Şüphesiz ki Bizler, size gönderilenleriz.”
15. Dediler
ki: “Sizler, bizim gibi bir beşerden başkası değilsiniz. Râhmân (merhametli
olan) da bir şey indirmiş değildir. Sizler sadece yalan
söylüyorsunuz.”
16. Dediler
ki, “Rabbimiz biliyor ki, şüphesiz ki bizler size gönderilenleriz.
17. Açıkça
tebliğden (bildirmekten) başka da üzerimizde (herhangi bir
sorumluluk) yoktur.”
18. Dediler
ki: “Şüphesiz ki bizler, sizden dolayı uğursuzluğa uğradık. Eğer vazgeçmezseniz
sizi kesinlikle recmederiz (taşlarız, kovarız) ve bizden, size elem
verici bir azap dokunur.”
19. Dediler
ki: “Size zikredildiği (hatırlatıldığı, anıldığı) için mi
sizde uğursuzluk var? Hayır! Sizler müsrif (haddi
aşan) bir toplumsunuz.”
20.
Şehrin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi. Dedi ki: “Ey halkım, resullere (elçilere)
uyun!
21.
Sizden bir ecir (karşılık) istemeyen kimselere uyun. Onlar hidayet (kılavuzluk)
edilenlerdir.
22. Ve
ben, beni yoktan var edene niçin kulluk etmeyeyim
ki? Ve O’na döndürüleceksiniz.
23.
O’nun dışında ilahlar (yüce
olanlar) edinir miyim? Eğer Râhmân (merhametli olan) bana
bir zarar vermek isterse, onların şefaati bana bir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar.
24. O
zaman ben, gerçekten de apaçık bir sapkınlık içinde olurum.
25. Şüphesiz
ki ben, Rabbiniz ile (O’nun aracılığıyla) iman ettim. O halde beni duyun!
26. “Cennete
gir!” denildiğinde, dedi ki: “Ah keşke kavmim bilseydi;
27. Bundan
dolayı Rabbimin, bana mağfiret ettiğini (beni bağışladığını) ve (cennette)
onurlandırılanlardan kıldığını.”
28. Ondan
sonra onun kavminin üzerine gökteki ordulardan indirmiş değiliz. İndirenler de
olmadık!
29.
Sadece, bir haykırış (çığlık) oldu. Böylece onlar sönüverdiler.
30. O
kulların vay haline! Kendilerine ne zaman bir resul (elçi)
gelse mutlaka onunla alay ederlerdi.
31.
Kendilerinden önceki nesillerden helak ettiklerimizi görmezler mi? Onlar, kendilerine
(yanlarına) asla dönemezler.
32. Ve
hiç şüphesiz, hepsi topluca huzurumuzda hazır bulundurulurlar.
33.
Ölü toprakta da onlar için ayettir (delil, işarettir). Ona hayat
verdik ve ondan dane (habbe, tahıl tanesi) çıkardık. Böylece ondan
yerler.
34. Ve
onda hurma ve üzüm bahçeleri yaptık. Ve içinde pınarlar fışkırttık.
35. Ürünlerinden
ve elleriyle yaptıklarından yesinler diye. Hâlâ şükretmeyecekler mi?
36. Sûbhân
Olan (her türlü noksandan münezzeh olan) O’dur. Yerin bitirdiklerinden de nefislerinden
(kendi
türlerinden) de bilemedikleri şeylerden de çiftler yarattı.
37. Gece
de onlar için bir ayettir (delildir, işarettir). Ondan, gündüzü
sıyırıp çıkarırız, o zaman onlar zulme batmış kalırlar.
38.
Güneş de kendisi için karar kılınan yere akıp gider. Bu, Azizil-Alîm’in (Her şeyi bilen mutlak Güç Sahibinin) takdiridir.
39.
Ay’a da menziller (konaklar, evreler) takdir ettik. Nihayet kurumuş, bükülmüş
eski bir hurma dalı gibi dönüşür.
40. Güneş’in,
Ay’a yetişmeye asla güç yetiremez. Gece de gündüzün önüne geçemez. Hepsi de bir
felekte (yörüngede) yüzmektedir.
41. Şüphesiz
ki onlar için bir ayet (delil, işaret) de, zürriyetlerini dolu
gemide (soylarını anne rahminde) taşımamızdır.
42. Onlar
için binmekte olduklarının benzerini de yarattık.
43. Ve
eğer istersek onları suya gömeriz. Böylece onların çığlıklarına yetişen olmaz
ve onlar kurtarılmazlar;
44. Bizden
bir rahmet ve belirli bir süreye kadar faydalandırma dışında!
45. Ve onlara, “Önünüzdekilerden ve ardınızdakilerden dolayı
takvalı olun. Umulur ki (Allah) size merhamet
edilir.” denilmişti.
46. Ancak, Rablerinin ayetlerinden (vahiyden, işaretlerinden) bir ayet gelince,
onu umursamadılar.
47. Onlara,
“Allah’ın, sizi rızıklandırdığı şeylerden infak edin!” denildiği zaman da küfreden
(hakkı örten) kimseler, müminlere
derler ki: “Allah’ın istediği taktirde yedireceği kimselere biz mi yedirelim! Ancak
sizler, şüphesiz ki apaçık bir delalet (sapkınlık) içindesiniz.”
48. Ve diyorlar ki: “Eğer sadıklardan (doğrulukta sebat eden, güvenilir olanlardan)
iseniz, bu vaat ne zaman?”
49. Bir
tek haykırıştan başka ne bekliyorlar? Ve onlar düşmanca çekişirlerken onları yakalayacak!
50. Artık
ne vasiyet edebilecekler, ne de ailelerine dönebilecekler.
51. Ve
Sûr'a üflendi. Derken onlar, kabirlerinden Rablerine doğru akın ederler.
52. Dediler
ki: “Yazıklar olsun bize! Yattığımız yerden bizi kim kaldırdı? Bu, Râhmân’ın vadettiği
şeydir. Gönderilenler (elçiler) de doğruyu söyledi.”
53. Sadece
bir tek haykırıştır. Böylece onların hepsi huzurumuzda hazır bulundurulurlar.
54. Böylece
o gün, nefse (kimseye) haksızlık yapılmaz. Yaptıklarınızın dışında da bir ceza
(karşılık) görmezsiniz.
55. Şüphesiz
ki cennetin sahipleri o gün keyifli bir işin içindedirler.
56. Onlar
ve eşleri gölgeliklerde, sedirler üzerine yaslanmışlardır.
57. Onlar
için orada meyve ve diledikleri şeyler var.
58. “Selâm”,
merhamet eden (Rahim) Rabden
bir sözdür.
59. Ve
bugün ayrılın, ey mücrimler (azılı suçlular)!
60. Ey ademoğulları! ‘Şeytana (aldatana,
saptırana) kulluk
(hizmet)
etmeyin. Şüphesiz ki o sizin için apaçık bir düşmandır’ diye sizinle ahitleşmedim
mi?
61. Ve
Bana kulluk edin. Sırat-ı müstakim (dosdoğru olan yol) budur.
62. Ve
andolsun ki (şeytan) sizden birçok topluluğu saptırdı. O halde aklınızı
kullanmıyor musunuz?
63. İşte
bu, size vadedilmiş olan cehennemdir.
64. Küfrettiğiniz (örttüğünüz) şeylerden dolayı bugün ona (ateşe)
yaslanın!”
65.
O gün onların ağızlarını mühürleriz. Bize elleri konuşur, ayakları da
kazandıkları şeyler hakkında tanıklık eder.
66. Ve
eğer isteseydik gözlerinin üzerini örterdik. Böylece yol için yarışırlardı, o halde
nasıl görecekler?
67. Ve
eğer isteseydik, kendi yerlerinde şekillerini değiştirirdik. Böylece ne gitmeye
güçleri yeterdi, ne de geri dönmeye.
68. Ve
kime uzun bir ömür verirsek, onu yaratışta tersine çeviririz. Hâlâ akletmiyorlar
mı?
69. Ona
şiir öğretmedik. Ona da şiir gerekmez. O, sadece zikirdir (hatırlatıcıdır) ve Kur’an-ı mübindir
(apaçık bir bildiridir).
70. (Kur’an),
Hay (diri) olan kimseleri uyarır ve kafirlerin üzerine sözün (azabın)
hak (gerçek) olması sağlanır.
71. Görmüyorlar
mı! Şüphesiz ki Biz, kendi ellerimizin yaptığı şeylerden onlar için hayvanlar
yarattık. Böylece onlar, onlara sahip olmaktadırlar.
72. Ve
onlar için ona (en’âma, canlılara) boyun eğdirdik. Böylece onlardan bazıları
binekleri, bazılarını da yerler.
73. Ve
onlar için onlarda faydalar ve içecekler vardır. Şükretmeyecekler mi?
74. Ve
kendilerine yardım edilmesi umuduyla Allah'ın dışında ilahlar edindiler.
75. Onlar,
yardım etmeye güç yetiremezler. Oysa onlar (müşrikler), onlar
için hazır askerlerdir.
76. Öyleyse,
onların söyledikleri seni hüzünlendirmesin!1
Bizler, onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da elbette ki biliyoruz.
1 Kur’an’da,
Muhammed Nebi’ye hitaben buna benzer birçok ifade geçmektedir. Bu ifadeler,
Muhammed’in hem müşriklerin ve münafıkların akıbeti hem de onların davranışları
nedeniyle duygusal olarak çok etkilendiğini ve derin bir hüzün yaşadığını
göstermektedir. Yüce Allah da Kur’an’da onu sürekli teselli etmektedir.
77.
İnsan, şüphe yok ki onu bir nutfeden (bir damla sıvıdan) yarattığımızı görmüyor mu? Oysa şimdi apaçık
bir hasım (düşman) oluyor.
78.
Kendi yaratılışını unuttu ve bize örnek verdi: “Şu kül olmuş kemikleri kim
diriltecek?”
79.
De ki: “Onu ilk defa inşa eden (yaratan) kimse, onlara
hayat verecek. O, her türlü yaratmayı da Bilendir.”
80. O
ki, sizin için yemyeşil ağaçtan ateş var etti. Böylece sizler de ondan ateş
yakıyorsunuz.
81. Semaları (gökleri, 7 evreni) ve arḍı (yeri) yaratan kimse, onların
benzerini de yaratmaya muktedir değil mi? Kesinlikle! Ve O, Her şeyi bilen yaratıcıdır.
82. Şüphesiz
ki onun emri budur. O bir şeyi murat ederse, ona sadece “Ol!” der. Böylece olmaya
başlar.
83. O
halde Sûbhân Olan (her türlü noksandan münezzeh olan) O’dur. Her
şeyin egemenliği O’nun elindedir. Ve O’na döndürüleceksiniz.